Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '06

 
Kategori
Hayvanlar Alemi
 

Çelik- çomak, Kont ve kırılan kolum

Çelik- çomak, Kont ve kırılan kolum
 

"Doğru oyna olum!.. Kafana yiiicen şimdi şu deynee!.."

"Bi kere onun adı deynek deel!.. Çomak olum, çomak!.. Küçük olan da çelik!.. Hah hah hah!.."

"Konuşma da oyna!.. Karı kılıklı... Her şeyi de bilir!.. Deynek işte, deynek bu!.. Hemen oynamazsan da kafana geçirecem!.."

Dörde dört, iki takım oluşturmuş, çelik-çomak oynayan çocukları izliyorum... Küfürler, sevinç çığlıkları, koşuşturmalar, itirazlar, bağrışmalar... Heyacanlı bir oyun. İçim gidiyor. Koşup, ben de oynamak istiyorum. Kalkamıyorum yerimden. Sadece izliyorum.

Yaramaz köpek Kont, yine bizim çocuklar ile birlikte, bir o yana bir bu yana koşup duruyor. Gene birisinin başına iş açacak ya... Hadi hayırlısı.

Annemler bana yasakladı çelik-çomak oynamayı. Geçen hafta sıkı bir oyun vardı. Kıran kırana geçiyordu. Bizim takım tam sekiz bebek doğurtturmuştu rakip takıma. Dört bebek daha doğurttuğumuzda, oyunu alacaktık.

Rakip takım oynuyordu. Biz karşıdaydık. Bizim takım, rakipten bir kişi fazla: Kont.

Yeryüzüne gelmiş, en haşarı, en yaramaz ama en şirin köpek olan Kont da bizim takımdaydı. Biz nereye, o oraya!.. Her koşan çocukla birlikte koşuyor, havadaki çeliği önce o kapmaya çalışıyordu. Birimizin ayağının altında kalıp, ezilecek!.. Ona mı dikkat edeceğiz, oyuna mı, kendimize mi?!.. Kont'a rağmen bizim takım oyunu önde götürüyordu.

Attılar çeliği... Yakalamak için koşuyoruz... Kont da bizle beraber!.. Gözümüz, havadaki çelikte, son sürat çeliğin düşeceği doğru yerde olmak için koşmaktayız. Bir anda ayaklarım bir şeylere dolaştı... Kont tabii ki. Yere yuvarlandım. Kont'un çığlıkları ile kendime geldim. Altımda kalmış, var gücü ile bağırıyordu. Can havli ile beni ısırmasından korktum, kendimi hemen yana attım. Olamaz!.. Çok büyük bir acı!.. Sol kolum... Müthiş ağrıyor!.. Dayanılmaz!.. Baktım... Kolumda bir gariplik var... Kırılmış... Kolum kırılmış!..

Ağlayarak eve gittim. Annem sesimi duyar duymaz çıktı kapıya... Terliklerini bile giymeden, yalın ayak koştu geldi yanıma kadar. Çok heyecanlandı. Amcamla birlikte, kaptıkları gibi beni bir taksiye bindirdiler; o tarihlerde Adana'nın en meşhur sınıkçılarından Papaklı'ya götürdüler. Papaklı baktı koluma... Sağa çevirdi, sola çevirdi... Çekti, itekledi... Yanında çalışanlardan birine, "Alçı hazırla" dedi. Getirdi adam. İki dakika sürmedi, kolumu alçıya aldılar. Annem başörtüsünü çıkardı, ucunu düğümleyip, boynuma geçirdi. Kolumu içine yerleştirdim bu eşarptan askının. Hala ağrıyordu kolum. Hem de çok!

Eve döndük... Bizim oyun hala devam ediyordu. Doğutturduğumuz sekiz bebeğe iki tane daha eklenmişti. İki bebek daha... Oyun bizim! İddia büyüktü. Kola, fırından sıcak pide ve tulum peyniri. Durdum, izliyorum oyunu... Annem olanca siniri ile bağırdı, "Kolunu daha yeni kırdın!.. Ne arlanmaz, uslanmaz bir adamsın sen!.. Gir içeri!.. Gir de, öteki kolunu da ben kırmayayım!.."

Çaresiz girdim eve, annem önde ben arkada. Hemen pencereye çıktım, sahaya baktım... Çok sürmedi, bizimkiler oyunu aldı. Ardından da, sıcak pide, tulum peyniri ve kolayı. Hemen oraya oturdular, yemeye başladılar büyük bir iştahla. Bir yandan kendileri yiyiyorlar, bir yandan da küçük küçük parçaları Kont'a atıyorlardı. Kont, atılan parçaları havada kapıyor, kendi çevresinde bir tur atıyor, tekrar zıplıyor, başka bir parçayı kapıyordu yere düşürmeden.

Alçak Kont!.. Kırılan koluma mı yanayım, oyunu bitiremediğime mi, yoksa kaçırdığım o enfes pideye, kolaya, tulum peynirine mi?!..

Bugün salı. Kolum, geçen salı kırılmıştı. Demek ki bir hafta olmuş. Önümüzdeki hafta Papaklı'ya gideceğiz annemle. Alçıyı çıkaracak. Kolum da bir-iki aya kalmaz iyileşir, eskisi gibi olurmuş. Ama annemler, bana artık mümkünü yok çelik-çomak oynatmazlar!.. Gerçi benim de gözüm kesmiyor. Eskisi gibi değil. Korkuyorum. Kont'a da çok kızgınım!.. Onun yüzünden geldi bunlar hep başıma. Çocuklar da beni oyuna almazlar sanırım. Onlar da korkar, koluma bir şey olur diye.

Ama... Ama... Ama ben çok istiyorum çelik-çomak oynamayı!.. Baksanıza şu oynayanlara. Hiç biri beceremiyor. Ancak bağırıp çağırsınlar, sövsünler, her şeye itiraz etsinler! Ah ben olacaktım ki orada!.. En az beş bebek doğurttururdum!.. Şalgamcıyla simitçi de orada. Bugün şalgam-simit var kazanana demek ki.

Kolum ne zaman iyileşir acaba tam olarak? Eskisi gibi olur mu?

* İllüstrasyon: Sefa Sofuoğlu

 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..