Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Celladına Aşık Olan Adamlar

Celladına Aşık Olan Adamlar
 

''Tanrım! Kadınlar artık müthiş mücadeleci olmuşlar!''


  Bir insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları kabullenmesi, benimsemesi hatta savunması, sıkıntıya sokan koşulları oluşturan nedenleri görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması olarak da tanımlanabilen Stockholm Sendromu; rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama durumuna gelmeleri ve daha sonrasında suçlulara yardımcı olmaya çalışmaları ve sonunda özdeşim kurmaları halidir. Stockholm Sendromuna adını veren olay 1973 yılında Stockholm'deki başarısız bir soygun girişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Kreditbanken isimli bir bankayı soymaya kalkan soyguncular kuşatılınca bankada bulunan 4 kişiyi rehin almışlar ve altı gün boyunca direnmişlerdir. Altı gününün sonunda polis operasyonu sırasında rehineler kurtarılmaya aktif olarak direnmişlerdir. Daha sonra ise soyguncular aleyhine tanıklık etmeye de yanaşmamışlardır hatta para toplayıp savunmalarına yardımcı olmuşlardır. Bu olaydan sonra psikolojide benzer rehine-rehinci olaylarındaki yakınlaşmaları tanımlamak için kullanılan bir deyim haline gelmiştir.

1974 yılına gelindiğin de ise bu durumu destekleyen ikinci bir olay daha yaşanır. Patty Heartst adında bir kadın, terörist bir grup tarafından kaçırılır. Milyoner olan kadın, 2 ay sonra kendisini kaçıran teröristlerle birlikte bir banka soygununda yakalanır. Avukatları Stockholm Sendromu'nu savunmada mahkemeye sunarlar, ancak mahkeme bu savunmayı yeterli bulmayarak hapis cezasına çarptırılır. Görüldüğü gibi yaşanan olaylar ve sonuçlarına bakıldığında "her kurban celladına aşık olur" saptamasını kullanmak pek de yanlış sayılmayacaktır. Bu cümlenin doğruluğunu kanıtlayacak ve  1882 yılının Mayıs ayında tanıştığı Nietzsche’nin aklını başından alan, Nietszche'ye çok büyük acılar çektiren ve çok da ilham veren  tek taraflı bir aşk hikayesinin kahramanından bahsetmek istiyorum. İrvin Yalom'un Nietzche Ağladığında ve Lance Olsen in Nietzsche'nin Öpücükleri adlı romanlarına konu olan bu kadın Lou Andreas Salome’ydi. Nietzsche ağladığında isimli kitapta ona şöyle der:

“Hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz. Bu kadar düz bir cümlenin bu kadar karmaşık olmasına neden olan kadın.”

   Nietzsche’nin hayatının aşkı oldu, Lou. Fakat hiçbir zaman onunla beraber olmadı. Hatta Nietzsche’nin kadın düşmanı olmasındaki en büyük sebebin de o olduğu iddia edildi.Neredeyse tüm ünlü düşünürleri kendine aşık eden bu kadın 34 yaşına kadar bekaretini korudu. Çünkü o, bedenen değil zihinen beraber olmaktan yanaydı. Ama hiçbir zaman sadakatten yana da olmadı. Ona göre sadakat ve evlilik, sevginin ancak katili olabilirdi. Onca flörtüne rağmen ilk cinsel ilişkisini Rilke ile yaşadığı söylenir. Öyle ki Rilke’ye; ”Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.” satırlarını yazdırır. Rilke İse Lou’ya olan aşkını “(…) senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum.” şeklinde tanımlar.

   Lou modern anlamda “feminist” olarak tarif edilemese de, bağımsız ve özgürlükçü yaşamıyla kuşaklar boyu feministler için bir rol model oldu. Freud ile kurduğu dostluk ve onun üzerindeki etkisiyle gündeme geldi. Freud gibi bir psikanalistin, hakkında: ''korkunç bir zeka... onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.'' dediği bir kadındı Lou. Avrupa üniversitelerinde öğrenim gören ilk kadınlardan biri olarak, erkeklerle ilişkileri çağının kadınlarına göre farklı bir seyir izlemişti.

  Freud ''kendisine duyduğum aşkı ve hayranlığı söyleseydim keşke…'' diye hayıflanırken;
Nietzsche evlilik teklifini reddeden bu kadın için sinirinden ''bu kuru, kirli, kötü kokan maymuncuk, yalancı memeleriyle bir felaket'' derken;
Rilke ise ''senin bu yönüne ne kadar hayranım bilemezsin, aşkım: her şeye böyle kayıtsızca güvenmen, korku nedir bilmeyen bu sevecenliğin'' cümleleriyle Lou’yu anlatırken; kendisi ise ''kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu, ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.'' diye kendini tanımlamıştır.

 Avrupa edebiyatının, felsefesinin, psikoloji tarihinin, fikir aleminin son kırbacı olarak tanımladığım Lou’nun o muhteşem cümlesiyle noktalıyorum.

Dünya Sana Hediye Sunmaz, İnan Bana. Bir Yaşam İstiyorsan, Çal Onu. / Lou Salome

 
Toplam blog
: 5
: 254
Kayıt tarihi
: 28.08.17
 
 

Tak tak tak... şehirde iyiye işaret eden şeyler de var.. ..