Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Cenk Koray ölmüş…

Cenk Koray ölmüş…
 

Bloğuma bir aydan fazladır yazamamıştım.

Yeni bir şeyler yazmadan önce evvelce yazıp bilgisayarımda bir dosyada unutulup kalan yazılarıma göz gezdirmek istedim.
Altta okuyacağınız yazıya gözüm ilişti.

Cenk Koray’ın öldüğünü öğrenince çok üzülmüş ve bu ani ölüm üzerine aklıma geliverenleri yazmıştım.

Yazıyı bloğuma koyup koymamak arasında düşünürken yazının tarihine gözüm ilişti.

Dikkatimi çeken husus bu Pazartesi gününün rahmetlinin ölüm yıldönümü olmasıydı.

Bir an bile tereddüt etmeden bu ön yazıyı yazarak 23 Temmuz 2000 tarihinde yazdığım bu yazıyı bloğuma koymaya karar verdim.

Dilerim ki editörler bir sakınca görmez ve yayımlarlar...


CENK KORAY ÖLMÜŞ...

Üzüldüm.

Gerçekten çok üzüldüm.

Tıpkı babacığımı kalp krizinden kaybettiğimde içime çöreklenen acıyı hissettiğim gibi bir acı duydum yüreğimde.
Çok değil yirmi gün önce Kemal Sunal’ı kaybetmiştik. O da kalp krizi geçirmişti bir uçağın içinde…
Bir yıldız daha kaydı dedim içimden.
.
Kimdi Cenk Koray?

Cenk Koray, 1 Ağustos 1944 Adana doğumlu, TV sunucusu, oyuncu ve gazete yazarıydı.

Hukuk eğitimi gördü. 24 yaşına kadar avukatlık yaptı. Ancak TV şovlarına çıkması nedeniyle, Ankara Barosu "sanatçılığın ve sunuculuğun avukatlıkla bağdaşmadığı" iddiasıyla Cenk Koray'ı ihraç etti.

Cenk ağabey buna itiraz etti elbette ve tekrar Ankara Barosu'na alındı. Ancak bir süre sonra bu kez, barodan istifa etti ve avukatlığı tamamen bıraktı.

Yani bir anlamda “sizin beni atma hakkınız yok ama benim sizi bu dar görüşleriniz yüzünden istememe hakkım var” dercesine.

Uzun süre tenis hakemliği yaptı. Yönettiği maçlarda yaptığı şovlarla dikkati çekti ve TRT'den teklif aldı. İlk programı Halit Kıvanç'ın sunduğu yarışma programı "Bildiklerimiz, Gördüklerimiz, Duyduklarımız" oldu. Kıvanç, programın olduğu gece önemli bir maçı sunmak üzere yurtdışına çıkınca, programı onun yerine Cenk Koray sundu ve bu şekilde sunuculuk yaşamı başladı.

Cenk Koray, 1973 - 1976 yıllarında Son Havadis adlı gazetede çalıştı. Bir ara reklamcılık da denedi ancak 1974 yılında yeniden sunuculuğa başladı. Uzun süre Pazar eğlence programları başta olmak üzere şovmenlik yaptı. Özellikle bu programlar içinde sunduğu ufak yarışmalarla anıldı.
Bu yarışmalar içinde en popülerlerinden biri "Tele Kutu" oldu. 1989’da kalp krizi geçirene dek, sunuculuğu devam ettirdi.
Daha sonra Akşam Gazetesi'nde yazar olarak görev aldı. Koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Cenk Koray, iki yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün basın sözcülüğünü yaptı.

1996 yılında yazdığı "Kur'an - İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi" adlı kitabı ülke çapında tartışmalara sebep oldu. Nedense , Cenk ağabeyin bu konularda düşünceleri olacağını hesap edemedi insanlar. Yakıştıramadılar mı nedir?

31 Ağustos 1996'da 19 yaşındaki oğlu Nihat'ın kendi kollarında ölmesi ile inanılmaz bir acı yaşadı.

Bu acı bir babanın evladını kaybetmesinden öte bir acıydı Cenk ağabey için. Çöktü adeta.

Bu çöküşü Cenk ağabeyi yakından tanıyıp bilenler çok iyi anlayacaklardır.

Oğulcuğunun ölümünün birinci yılında gazetedeki köşesine yazdıklarını okursanız ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.


OĞULA SESLENİŞ...

Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?

Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?

Demir tokmakları, başınıza başınıza indirdiler mi iri yarı adamlar?

Gözü dönmüş birileri kırdılar mı parmaklarınızı?

Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?

Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya, zorlayarak "çat" diye kırıverdi mi?

Çaresizlik denilen; çaresi bulunmayan tek gerçek, sarıldı mı boğazınıza?

Adamın biri gelip iki gözünüze iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?

Büyük değirmen taşlarını getirip koydular mı üzerinize, sırt üstü yatarken?

İyice bilenmiş bir bıçağı böğrünüze sokup çevirdiler mi 360 derece?

Ayağınız kayıp yola düştüğünüzde, bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?

Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde içinde asit olduğunu fark ettiniz mi?

Demir bir çubuk boğazınızdan girip boynunuzun arkasından çıktı mı hiç?

Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?

Balkondan düşen koca bir saksı, tam kafanızın ortasına indi mi?

Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?

Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına can verdiğini gördünüz mü?

Veya bütün bunları görmemiş, yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz.

İşte bunların hepsi bir anda, benim başıma geldi.

19 yıl babalık etmeye çalıştığım, Allah'ın bana emaneti, canım, gülüm, hayatım, her şeyim, bir tanem, sebeb-i hayatım, evladım, oğlum Nihad, 3 dakika içinde yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.

Yapacak hiçbir şeyim yoktu.

Kapının camı şahdamarını kesmişti.

Fıskiye gibi kan fışkırıyordu.

Kan fışkırıyordu,

umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu.

Bana yakın durması gereken ölüm, beni ölmeden öldürüyordu...

Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu.

365 günün, bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım.

Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi ve sen içeriye girmedin.

Bir tek gece odanın ışığı yanmadı. Ben kapını açıp, "yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım...

Yaşamak canımı sıkmaya başladı.

Gül, senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür.

Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye düşünüyorum zaman zaman.

Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum, ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de.
Ama oradan bir bağlantı kurulması mümkün değil...

Günler geçiyor aslanım.

Her geçen dakikayı beni sana yaklaştırdığı için seviyorum. Eskiden nasıl üzülürdüm zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım diye .

Ama şimdi her şey tersine döndü...

Her şeye tahammül edebiliyor insan.

Allah böyle bir sabır vermiş kullarına.

Ama tahammülü mümkün olmayan bir tek şey var.

Senin sevginden mahrum olmak. Bunu hissedememek.

İşte ölmeden bu öldürüyor insanı.

Cenk KORAY

Aslında, Nihat kollarında öldüğünde Cenk ağabey de ölmüştü.

Bizim gördüğümüz, kendi ölümünü beklerken dünyada vakit geçiren bir dertli adamın ekranlara yansıyan gülen yüzüydü.

Maske gibi bir gülüşle Nihat’ına kavuşmayı bekleyen üzgün bir adamdı O.

Kemal Sunal’a da yakışmamıştı ölüm.

İki ölümün de ortak yanı kalp krizi olmasıydı.

Ne kadar tuhaf.

Kâlp, içinde çalışmasına pek de önem vermediğin, ancak bir problem olduğunda orada olduğunu hatırladığın bir organ.

Tıpkı ciğerin, dalağın, böbreğin gibi.

Sağlamken içindeki organları düşünmüyorsun hiç. Nasıl ki bir problem oluyor işte o zaman dürbününü kendine çeviriyorsun. Ama herhangi bir ağrı, sızı veya bir dert olmayınca aklına ne vücudun ne organların ne de ölüm geliyor.

Cenk ağabey de tahmin edememiş olacak ki, midem rahatsız diye bir kaşık karbonatı içivermiş.
Oysa yılların mücadelesi, yaşanılanlar, acıların birikimleri yormuş yüreciğini.

Hep gülen gözlerinle aklımda kalacaksın Cenk ağabey.

Nur içinde yat. Dilerim ki Nihat seni o ışıklı yolun sonunda bekliyor olsun.


23 Temmuz 2000



 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..