- Kategori
- Edebiyat
Cennet Bilek - Yazar
Cennet Bilek
Eskişehir doğumlu. İlkokul, lise ve yüksek öğrenimini Eskişehir’de bitirdi. Anadolu Üniversitesi Felsefe bölümünde öğrenciliği devam ediyor. Edebiyatla tanışması 1990’lı yıllarda çalıştığı Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde yaşadığı trajik olayları yazmasıyla başladı. Yazar dünyanın Doğu’sundan Batı’sına yaptığı yolculuklarda savaşların insanlar üzerinde yarattığı yıkımı ve bu yıkımı örtmek için yaratılan sanal kültürlerin ve mimarinin izini sürüyor. Yıkımın yarattığı gölgelerle kimi zaman Almanya’daki Bahnhof’larda, kimi zaman da Anadolu’da yüzleşerek “Barış’ın felsefe”sini ve barışı sorguluyor. Yazdığı denemeler, “Esmer”, “Evrensel Kültür”, “Damar”, “Deliler Teknesi”, “İle”, “Mavi Ada”, “Paspatur”, “Akköy”, “Lacivert”, “Hekim Postası” “Ekin sanat” “Kar” gibi edebiyat ve sanat dergilerinde yayımlandı. İnsan Hakları Derneği ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir. Hangi Toprak Uğrunda Ölünecek Kadar Değerli/Cennet Bilek “Ben vatanseverim ama, önce insanım. Her ikisinin bir arada yürümediği yerde daima insana hak veririm."
Herman Hesse Nedense kişi olmak, eylemlerinin sorumluluğunu tek başına taşımak bazılarına zor gelir. Bu tipler eleştirilerden kurtulmak için yapıp ettiklerini tarafı oldukları egemen anlayışın ortak iradesine dayandırır ve böyle yaparak işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Bu tipler için devlet kurmak topraklarına yeni toprak katmak için verilen mücadelede öldürmek ve ölmek doğaldır. Çünkü karşılıklı bir savaş vardır ve bu savaşta yumurtalar tokuşur. Doğa yasası gereği de güçlü olan ayakta kalır.
Doğrusunu isterseniz insanları yumurta gibi görmek ve ölümü böyle basit açıklamak aklımın almadığı bir durum, doğa yasası hayvanların dünyasında geçerli bir yasa olsa da vicdan sahibi insanların bu yasaya sığınıp onun sözcüsü olmaları onların sadece o hayvanlarla aynı düzeyde olduklarının bir göstergesi olabilir. Çünkü erdemler “İnsanı insanın kurdu” olma durumundan kurtarmıştır, bu pratik yaşamda olanaklı olmasa da ideal alanda olanaklı olmuştur. Bu durumda da silahların gölgesinden kurtulamayan egemen anlayışların doğa yasasını mutlak görmeleri sadece onların vicdanlarının sesini duymadıklarının göstergesi olabilir sadece. Eminim ki şiddet dilinin kurduğu tahakküm karşısında olup-bitenleri böyle açıklayanları uğruna savaştıkları toprak da affetmeyecektir. Hem insan üzerinde yaşayamadığı bir toprak için niye ölür ki? Toprak ve ölümün iyi bir ikili olduğundan şüphem yok elbet. Ama bu ikilinin zamanın ruhunda eriyerek birbirlerine kavuşmasını tercih ederim ve elbette ölüm toprağa sahip olmak için değil ona ait olduğu için onun ruhunda erimeli. Bu coğrafyada kendimi bildim bileli ölüm ve toprak böyle bir ikili olmadı. Sokağa her çıktığımda karşımda her an eylem olacakmış gibi bekleyen tedirgin polis yüzü, her resmi kurumun önünde nöbet tutan güvenlik görevlileri ve korumak istedikleri toprak, oysa bunların hiçbiri toprağın umurunda bile değil keşke dili olsaydı da gelseydi dile toprak. Sosyal sözleşme ile bunlara devrettiğim haklarımı korumak elbette bunların görevi ama bu haklarımı korumak için insanları öldürmek bunların görevi değil. Çünkü benim sosyal sözleşmemde böyle bir hak yok. Eğer örtük olarak varsa da o sözleşmeyi tek taraflı bozuyorum artık ve günlük hayata normal düzenlerde olduğu gibi katılmak istiyorum.
İnsanların haince sokak ortasında enselerine kurşun yemelerini istemiyorum, dağlardan ölüm sesleri yerine kaval sesleri duymak istiyorum, ölüm sesleri yaşadığım acıları daha da çoğaltıyor. Onun için normal bir ruh haliyle sokağa çıkmak, savaşta ölen çocuk haberleri almak istemiyorum. Kırk derece sıcaklıkta. Bir saate yakın süren çatışmada ölen çocukların cesetlerini hangi sosyal sözleşme haklı çıkarabilir ki? Annelerinin yaralarını kim dindirebilir ki? Delik deşik edilmiş, yanmış bedenler. Kafalar yine karıştı, bulanık olan siyaset iyice bulanıklaştı. Suçlu aranıyor! Bir olayda ne yazık ki iki suçlu olmuyor. Herkes birbirini suçluyor. Genellikle de güçlü olan her zaman güçsüzün üzerine yürüyor. Kendimi her türlü ulusal duygudan arındırarak bakmak istiyorum dünyaya. Belki diyorum o zaman anlayabilirim ülkemizde yaşanan çatışmaların neden ve sonuçlarını. Diğerlerinin nasıl baktığından çok benim nasıl baktığım ve nasıl yorumladığım önemli yaşadığımız olayları diye düşünüyorum. Çünkü imzaladığım sosyal sözleşmeyi tek taraflı feshettim artık.
Aynı filmi yeniden izlemek ve ya aynı romanı yeniden okumak gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ama ben bu filmi daha önce de seyrettim. Zorla seyrettirdiler bana, size hepimize. Bu filmdeki ölen kahramanlar sevdiklerimizdi. Savaş filmlerinden her zaman nefret ettim. Yine aynı film karşımızda seyredin diyorlar. Seyredin ve sokağa çıkın, birbirinizi boğazlayın diyorlar. Buna müsaade edecek miyiz? Yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimizi düşman mı belleyeceğiz?
Ama bu ülkede her sabah istisnasız her sabah güne uyanırken içim hiç rahat değil. Çünkü benim birçok akrabam şu an asker… Birçok tanıdığım şu an gerilla… Ve ben onların ölüm haberlerini alacağım diye uykularım kaçıyor. Onların sesini duyamayacağımı düşünmek dehşet içinde bırakıyor beni.
Ben inanıyorum ki karşılıklı olarak birbirlerine kurşun sıkanlar kendi eylemlerinin yükünü ait oldukları tarafın iradesine devrettikleri için birbirlerine bunu yapıyorlar. Kim ister ölüme gitmeyi diye sorarsanız buna verilecek cevabım var elbette, bu durum ulusal körlüğün dayattığı kanı topraktan ayrı görmeyen uygulamasıdır.
Bazı durumlar var ki ne yaparsanız yapın o durumda olup bitenleri haklı gösteremezsiniz ve o yaşananların içeriğini hoş gösteremezsiniz. Toprak için ölmek de böyle bir durum. Çünkü insanlar bu dünyaya toprağa sahip olmak için değil ona ait olmak ve o toprakların ona sunduğu hayatı yaşamak için geliyor ve zamanı geldiğinde toprağa kendi isteği ile ona ait olduğu için yürüyor. İşte bunun için hepimiz irademizi devrettiğimiz güçlerin kim olduklarını neyi niçin yaptıklarını iyi bilmek ve ona göre tavır geliştirmek zorundayız. Son olarak artık “vatansever” ve insan olmak arasında bocalamaktan kurtulalım ve yüzümüzü insana çevirelim derim.