- Kategori
- Gündelik Yaşam
Çiçek kokuları damıtacağım(!)

Kurtuluşu yok:)
Bin yıllık hayalim… Güzel kokuları kendim damıtmak istiyorum. Bu istek her bahar nükseder, sonra bir aksilik olur ve başaramam.
Bu bahar elimden kaçamayacak gibi. Birkaç can alıcı kokuyu yine kaçırdım farkındayım, ama distilasyon makinemiz (!) kusursuz çalışır çalışmaz, bahar kovalayan arıcılar gibi, ben de buralardan geçip giden o kokuların peşine düşeceğim, ta Erzurum’a kadar yolu var nasılsa(!)
Distilasyon makinesi eşittir, damıtma makinesi.
Nasıl çalışır? Bakınız google(!)
Ben artık bakmaktan ve incelemekten “öğ” durumunda olduğum için fazla üstünde durmayacağım. Kısaca; istediğiniz çiçeğin özelliğine göre, (ısınma- yoğuşma-ayrışma süreçleri ile) distile ediyor ve hem yağını hem de suyunu elde edebiliyorsunuz. Gereken imbikleme işleminin yapılabilmesi için çeşitli prensiplerle çalışan sanayi tipi makineler var. Git bunlardan bir tane al ve kur, değil mi? Değil işte! Sorun zaten sanayi tipi olmalarında. Ben ev tipi basit bir araç istiyorum.
Sonunda, benim bin yıllık mızıldanmamdan yorulmuş olan Mizah Yaşar’la oturup, konuyu bir güzel etüt ettik. Ve kendimiz yapmaya karar verdik(!) Çiçeklerin bulunacağı kap için düdüklü tencere uygundur dedik.
Uygun da.
Çünkü basınçlı bir kap gerekiyor. Düdüklü tencerenin tepesindeki düdük kısmı sökülecek. Oraya bakır bir boru monte edilip; boru sarmal şeklinde bükülecek ve o sarmal oluşturan kısmı soğutma kabından geçecek. Borunun ucu bir başka kabın içine bakacak. Yani üç kap olacak.
Düdüklü tencere ateşte belirli ısıda çiçek özlerini kaynatırken, su buharı soğutma kabı içindeki borularda yoğuşacak, borunun ucundan da benim elde etmek istediğim çiçek özü yağ olarak çıkacak. Mantık bundan ibaret. (Şimdilik)
“İstediğin şekil ve ebatta düdüklü tencere bende var canım” dedim. “Olmadı yenisini alırız.”
“Gerek yok, önce sendekileri bir haşat edelim, gerekirse yenisini alırız” diyerek şaka yaptı. Eh, Mizah Yaşar bu, ne olacak(!)
Evde düdüklü tencerenin kapağındaki düdük kısmını söktük. Kapağı elimize alıp doğruca bakırcılar çarşısına gittik. İki metre bakır bir boru kestirdik. Kalın. Onu kapaktaki deliğe lehimlemesi için bir usta bulduk.
Komik olan; gittiğimiz her dükkanda “ne olacak abi bu” sorusu ile karşılaşmamız. Mizah Yaşar, bu sorudan ne kadar nefret ettiğini anlatıyor bana: “Yahu sana ne? Ebenin hörekesi olacak. Bu cevabı beğenmediysen daha uygun cevaplarım var, sana monte edeceğiz mesela! Yahu ben ne diyorsam onu yap, sorma, değil mi? Yok ille sorması ve öğrenmesi lazım(!)”
“E, söyleyelim bizde, ne var, ne olacak?”
“Olur mu, benim çatlak ablam, koku damıtacakmış mı diyeyim?”
“Kokuyu kimin damıtacağını söylemek zorunda değilsin canım, alla alla!”
Lehimci de soruyor tabi: “Ne olacak bu?”
Mizah Yaşar’ın kendince uygun bulduğu cevabı belli:
“Çocuğun okul ödevi için lazım!”
Nedense insanlar bu cevabı alır almaz susuyorlar. Yani öğretmenler o kadar acımasız ki; her türlü abzürd ödevi verebilirler. Hele son dört yıldır, (aktif eğitim sistemine geçildi geçileli) sistem; ne öğretmenler ne de idareciler tarafından tam olarak algılanamadığı için, tüm ödevleri velilerin yapıyor olmasından dolayı, artık çarşı esnafı bile normal karşılar olmuş(!) Hasılı, ödevler konusu, benden de manyak boyutta!
Lehimcimiz merakını giderip; lehimlemeye başlarken;
“Soğutma kabı sorununu nasıl çözeceğiz?” diye sordum Mizah Yaşar’a.
“O nasıl olsa, olur ya.” dedi önce. Sonra düşündü; “Ama o öyle bir kap olmalı ki; üstten soğuk su dökülüp, ısındıkça alttan açılıp akıtılabilmeli” dedi.
“Yani musluklu bir kap olmalı ha? Hani şu pikniğe götürdüğümüz, soğuk su termoslarındaki gibi mi?”
“Hıhı. Dur bakalım, belki buralardan ayarlarız.”
Etrafa bakınırken, az ileride bakırdan, tenekeden, pirinçten yapılmış, piknik işi semaverler dikkatimizi çekti. Alt kısmı, içine ateş yakılacak bölüm, üst kısmı da suyun kaynayacağı bölüm olmak üzere; iç içe geçmiş şekilde tasarlanmış basit bir gereç. Güzel olan yanı, üst kısmına monte edilmiş bir musluk olması. Sıcak suyu alabilmek için. İdeal. Tam bizim aradığımız. Hemen dükkana girip;
“Bunların, üst kısmı ayrılabiliyor mu?” diye soruyor Mizah Yaşar. Soru hep aynı:
“Ne için lazımdı?” Gözlerimin içine bakıyor, -ebenin hörekesi için- diyemiyor.
“Ya, okul ödevine lazım da..” Geçerli mazeret. Onaylandı, kabul gördü(!) Öğretmenler manyaktır(!)
“Ayrılıyor abi. Bakın”, deyip hemen çıkarıveriyor.
“Peki bunun üst kısmını tamamen kestirmemiz mümkün mü? Yani üst açık olmalı. ”
“Tabi tabi, verin ben kestirip gelivereyim” deyip gidiyor. Böylece soğutma kabımız da hazır.
Lehim işlemi de bitince araç gereçlerimizle geri dönüyoruz.
Yolda Mizah Yaşar;
“E, çiçekleri nereden bulacaksın şimdi sen?” diye soruyor.
“O kolay canım, hangi caminin avlusunda, hangi evin bahçesinde, hangi çiçekler var bir aydır takip ediyorum ben. Orasını bana bırak” diyorum.
“Desene Denizli’nin tüm çiçekleri hapı yuttu!”
“Yok, kokusuz olanlar kurtuldu da, yaseminler paçayı kesin kurtaramayacaklar, hanım elleri de(!)”
“Yakalanma bakalım, çiçek hırsızı!”
“Çiçek hırsızlığından ne kadar yerim?”
“Çiçek hırsızlığı diye bir madde yok kanunda, ama "meskene tecavüz" diye bir madde var ki; seni ben bile kurtaramam!”
“Yapma ya! Peki, yakalanmamaya dikkat ederim. Zaten sabahın köründe kim görecek beni?”
“Nasıl yani?”
“Çiçeklerin en yoğun olarak kokularını saldıkları an sabah tan vakti. İşte o vakit koparacağım ben onları.”
Gülüyor;
“Kim kaldıracak seni o vakitte?”
“Annem! Ona telefon eder, beni sabah dört buçukta kaldırmasını söylerim.”
“Nedenini sorar, ne diyeceksin?”
“İmana geldim, sabah namazı kılacağım, derim. Hem o da sevinmiş olur(!)”
“Pis yalancı!”
“Len o’lum, doğruyu söylesem kaygılanır kadın. Gerek yok.”
Eve geldik, boruları helezon şeklinde büktük, soğutma kabına sığacak şekilde ayarladık. ilkin su ile denedik. Veeee, saf suyu elde ettik(!)
Sırada çiçek damıtma var. Yani parfümün mistik dansı.
Ben birkaç gün olmayacağım ortalıklarda. Bir haftayı geçerse “meskene tecavüzden” tutuklanmışım demektir. Hakkınızı helal edin artık(!)