Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Cinayet Masalı

Cinayet Masalı
 

(Öykü 'Jay-Jay Johanson & Alone Again' eşliğinde yazılmıştır. Okurken dinlenesidir... Öykü 'yarı kurgu' niteliğindedir. Olaylar & kişiler 'tamamen' hayal ürünüdür.)

Ardıma baktım; adımlarım, binlerce adım önde senden…
Ruhuma dönüp baktım, ardından…
Ruhum, hiç bilmediği bi’ coğrafyada hangi yolun kendi için sonsuzlaştığını bil(e)meyen; içinde, çocuksu korkuların dirildiği tükenmiş bir yabancı gibiydi. Ve…  Yığıldı birden, olduğu yere. Etrafına bi’ sürü anı üşüştü, sana ve bana dair; üstünü örttüler ruhumun, hüzün parçalarıyla… Müdahale ettim, hemen. Ölmedi ruhum, dedim çığlık çığlığa; ben bile duy(a)madım sesimi…
Bi’ panik hali sardı içimi. Kızdım ‘anılar’a. Nasıl izin verirsiniz buna, dedim. Başladık tartışmaya… Hepsi üstüme geldi, yakınlaştıkça devleşti. Sessizce bağırıyorlardı.
Çerçevedeki anı gülümsüyor; kâğıttaki güzel sözler, ‘yok olan’ aşkını haykırıyordu. Bi’ diğer anı ‘sen’ kokuyordu; masanın üstünde duran kupa, senden bi’ sürprizdi.
Gözlerim şöyle bi’ göz attı çevreme. Her yer ‘biz’ kaplıydı. Sağdan soldan hamlelere devam ediyordu, ‘anılar’. Öyle sanıyorum ki, ruhumu da onlar öldürdü. Ah, bi’ yanına gidebilseydim ruhumun. Belki de ölmemişti. Ağır bi’ hüzün krizi geçiriyordu, yüksek ihtimal; geri dönebilirdi, hayata. İzin vermediler ki…
Öfke, gözyaşı birbirine karıştı. İçimden taştı, acı; alevler teslim aldı içimi, kuruttu bütün gözyaşımı.
Saldırmaya başladım ‘anılar’a; intikam mıydı, ruh kaybının acısı mıydı, bilemedim nedenini. Umurumda da değildi, açıkçası… Her şeyi yok etmekti, tüm amacım.
Önce gülen anıyı çerçevesiyle parçaladım, kâğıttakini yırttım attım. ‘Sen kokan anı’ tamamen yok olmalıydı, yaktım. Kupa mı? Fırlattım duvara, tuzla buzdu artık…
Çöktüm olduğum yere. İçimdeki alev gücünü kaybetmeye başladı, gözyaşlarım dirildi hemen. Süzüldüler ve buluştular ahşap zeminle, pıt pıt!
Eve, sokağa, caddeye sığmayan bi’ ses yükseldi içimden, aniden. Ve, kapattım ağzımı ellerimle. Şişşşt, her şey senle senin aranda dedim, kendime.
Tamam, dedim gözlerimle kendime. Çektim ellerimi ağzımdan, gülümsedim gizlice; şişşşt sessiz, dedim kendime. Başını sallayarak onayladı kendim, kendimi. Düşünmeye başladım, sakince.
Ve…
Diğerlerine döndürdüm, yüzümü. Madem ruhumu aldınız, siz de yaşamayacaksınız, dedim. Doğruldum, sendeledim hafif. Ee, kolay değildi ruhun yok oluşunu kabullenmek… Ama güçlüydüm, kararımı vermiştim. Sonun başlangıcını başlatacaktım.

~

Tam başlayacaktım ki duraksadım. Sesler… Yok edişin sesleri duyulmamalıydı. Son ses müzik, suç ortağım oldu.
Silahım, yarı sakat sandalyenin bi’ bacağı oldu. O da ölecekti nasılsa, acımaya gerek yoktu.
Başladım evin her köşesinde gezinmeye… Yüzleri tedirgindi ‘anılar’ın. Kaçamazlardı; birbirlerinin arkasına saklanmaya kalksalar, yok oluşları gecikirdi sadece… Ben onların yerinde olsam kaçmazdım.
O dakikaların tadını çıkarmaya başladım. Sevimsiz bi’ tebessüm yerleştirdim yüzüme, ses tonumu yüzüme uygun ayarladım.
Kahkahalarla konuşmaya başladım. Neyse ki, müzik eve hapsetti sesimi. Her şeyin sonunda, müzik ve kırık bacak bilecekti, her şeyi; bi’ de ben bilecektim, tabi ki… İz bırakmadan bitecekti bu iş ve zevki dünyaya bedeldi.
Ağır ağır adımlarımı gezdiriyordum evde. Nasıl öldürdünüz ruhumu, diye sordum. Cevap yok, tabi… Yine bi’ soru sordum, hanginizden başlayayım, diye. Yok… Yanıt yok, yine!
İstedim ki, adil bi’ ölüm olsun. Onlara benzemek istemedim.
Ruhumu yok etmeseler, affedebilirdim onları ama… Ama, artık namümkündü. Zira kurtarılacak hiçbir şey kalmamıştı hayatta…
Bi’ katliam rotası çizdim. ‘Anılar’ın etkisi belirledi, katletme sırasını. Böylece, tüm evi aynı anda saracaktı korku! O kadar dağınıklardı ki…
Her şey hazırdı artık.
Ve… Başladı katliam!

~

Yüzümde, o sevimsiz gülümseme ve uygun sesim. Sorguluyordum ‘anılar’ı; öfke saçıyor ve tüm gücümle vuruyordum , ‘anılar’a!
Nasıl yaptınız; siz, nasıl seyirci kaldınız, diye haykırdım onlara. Kimini yok ettim, kimini yaraladım. Oda oda, köşe köşe tarıyordum tüm evi. Parçalar yüzüme, vücuduma sıçrıyordu vurdukça. Bazısı çok ses çıkarıyordu, parçalarken; kızıyordum, daha hızlı vurdum kızgınlıkla. Yine parçalar, her yerde… Of! Çok kızdırdılar beni, çok…

~

Odalar, banyo, mutfak, salon; yatak, ayna, dolaplar, koltuk, tv vs. Yok etmek çok zevkliydi. Daha çok vurdum, haykırırken! Gözyaşlarım da katıldı bu acı dolu zevke; kahkahalarımla karıştı. Yerler, katlettiğim anı parçalarıyla doluydu ve canımı acıtıyorlardı; acı, kana dönüşmüştü. Önemsemedim, tabi ki… Ruhumu kaybetmiştim ben, acıyı ve kanı kim takardı.
Haykırdım ‘anılar’a; hala benimle uğraşıyorsunuz, dedim.
Müziğe döndüm, iyi ki varsın, dedim. Başka hiçbir şey, ondan daha iyi saklayamazdı sesimi…
İçimdeki ses yükseldi ve fısıldadım kendime, sıra ona da gelecek. Şişşşt, dedim sinsice gülerken.

~

‘Anılar’ın çoğunu yok etmiştim, gözüme bi’kaç yaralı çarptı.
Yeni bi’ rota çizmem gerekti. Dakika geçmedi, her şey netleşti.
Yaralıların işini bitirecektim. Sen ve ben kokan diğerlerini de – ölü ya da yaralı – yakacaktım.
İçimden, gözyaşı kaplı bi’ kahkaha koptu. Kan akıyordu, vücudumdan; damlıyordu, yer yer…
Bana ne, dedim kendime ve katledilmiş ‘anılar’ kaplı harabe görünümlü evde gezinmeye başladım tekrar. Soldaki yaralı anıya vurdum; arkamda bi’ anı hissettim, hızla döndüm ve katlettim onu da. Yerde yatıyordu, yokladım ayağımla ve dedim ki, sen kendini ne sanıyorsun!
Hepsi o kadar zavallıydı ki, hallerini görmeliydin!
Tüm evi taradım, katlettim her anıyı. Yalvaranlar oldu, suçunu bilip ölümü suskunca kabullenenler de… Erdemlileri tek hamlede yok ettim; diğerlerinin hakkı işkenceydi, hiçbirinden hakkını esirgemedim.
Beni bilirsin… Haksızlığa dayanamam. Emin ol, hepsine hak ettiğini yaşattım!

~

Sona gelmiştim, artık…
Sıra yakılacak ‘anılar’daydı. Topladım evin ortasına. Kimisi istemedi, sürükledim mecburen. Kimisi benimle yürüdü, taşıdığı anıyla içimi son kez acıtırken…
Kendini olduğu yere bırakanlar da olmuştu, oynat(a)madım onları yerlerinden. Sessizlerdi, durumu kabullenmişlerdi ki zaten olması gereken de buydu.
Kırık bacağın da bi’ anlamı kalmamıştı artık. Kattım kalabalığın arasına onu da. Karşı çıkmadı, kazandı takdirimi.
Bu sefer suç ortaklarım; iç(e)mediğimiz, özel anlarımızı paylaşacağımız şişeler dolusu içki ve nostalji olsun diye edindiğimiz gaz lambası için, neredeyse bi’ ömür yetecek kadar istiflediğimiz enerji. Aa, bi’ de ateş tabi ki… Müzik mi? O devam ediyordu ama ilk alevlerle birlikte yok olmaya başlayacaktı, o da. Notalar seni söylüyordu, katlanamazdım bu anının yaşamasına…
Elimde şişeler gezinmeye başladım evde, ölü ‘anılar’ın üzerine içki damlalarını serpiştirerek… Ara ara, dudaklarımla buluşturdum şişeleri; yudumladım yaşanmamış, eksik kalmış anları!
Müzik son ses, bilmem kaçıncı kez ‘Jay-Jay Johanson&Alone Again’ çalıyordu. Eşlik ettim, haykırarak…
Tükendi şişeler!

Aynaya yöneldim, gaz bidonuyla buluşmadan önce.
Kendime baktım. Saçlarım da bi’ anıydı; tenim de, gözlerim de… Ellerim ellerini tutmuştu, ellerin saçlarımla buluşmuştu. Gözlerim seni görmüş; tenim seni hissetmişti. Üstümdekiler… Onlarda da ‘anılar’ saklıydı. Sen ve sana dair her şey içime ve kalbime işlemişti.
Kendime bakıyordum ama sen beliriyordun aynada; sonra ben, sonra yine sen… Karışmıştık birbirimize.
O an anladım, sen ruhumu da sarmıştın. Ve… Ben öldürmeye ruhumdan başlamıştım.
Ee, anılar… Onlarındı suç, dedim kendime. İçimden bi’ kahkaha yükseldi, tekrar. Hayır, sendin katil; onlar sadece katliamın nedenleriydi, dedi kendim, kendime… Her şeyi anlamıştım artık.

Gözyaşı içinde ayrıldım aynanın önünden, ağır gerçeklerin dayanılmaz yüküyle… Aldım gaz bidonunu ve döktüm tüm ‘anılar’ın üstüne. Suçlu da değillermiş ya –sözde – bi’çok hata yapmıştım. Ama dönüşü de yoktu ve pişman da değildim işin açıkçası.
Tüm ev aleve bürünebilirdi artık.
Birkaç kâğıt ve bir kalem aldım, bi’ de sır sandığımızı. Alevin saracağı son odaya bıraktım.
İlk noktaya gittim, üstümdekileri de yok olacaklara ekledim ve ateşi ‘anılar’ın üstüne bıraktım yavaşça.
Parladı birden alev ve ‘son’un sonu yaşanmaya başlamış oldu.

~

Ben, sevgili…
Şu an, o son noktadayım; bu katliamı kâğıda dökerken…
Gittiğinde, beni saran aşkın ve ‘anılar’ kalmıştı geriye.
Önce, ruhumdan başladım öldürmeye; başlamışım, yani… Kabullenemediğimden olsa gerek ‘anılar’a savaş açtım.
‘Ruhum’u öldürdüm, ‘anılar’ katlettim. Müzik susmak üzere, alevlerin etkisiyle…

Yazmayı bitirmeliyim. Zira tenime vuruyor, yaklaşan sıcaklık!

Sır sandığını bilirsin; içindekini koruyor(muş), yaşayacağı her zorluğa rağmen. Sendendi.
Bu satırlarla kaplı kâğıtlar sandıkta olacak.
Eğer satırların üzerinde geziniyorsa gözlerin, sır sandığı ‘gerçekten de’ koruyormuş her şeyi, her şeye rağmen.

Tutuşmaya başladım, sevgili…

Gittin ve yalnızlığım kaldı bana. Baş edemedim sensizlikle!
Zaman ve yaşam ilerliyordu; ama ruhumda, kalbimde durdu her şey…
Her yer ‘sen’di, benim için… Ev, eşyalar, her şey…
Ve… Tüm yaşamım ‘sen’ olmuştu; ben ‘sen’dim, artık.

Her şey ve her yer yok oldu, yok oluyor. Sıra, bana geliyor.
Anladım ki senin gidişinle değil, benim gidişimle dinecek bu iç acısı.
Ruh yangını, kalp sancısı…

Sır sandığına ‘sevgimiz’i saklasaydık, keşke…
Sonsuz olurduk ‘BİZ’; her şeye ve ‘biz’e rağmen.

‘Ben’ gidiyorum sevgili…
‘Sen’ gitmelerine son verebilirsin!

Ve…
Gittim sevgili!
Hoşçakal…



Başak GÜZEL

 
Toplam blog
: 51
: 488
Kayıt tarihi
: 12.07.11
 
 

Yazan & Okuyan & Sorgulayan   Burç : Başak Yükselen burç : Koç İlk nefes: 22 Eylül 1983, Perşembe..