Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

07 Ağustos '14

 
Kategori
Biyoloji
 

Cinsel tercih

Cinsel tercih
 

CİNSELLİK


EŞCİNSEL OLMAYI TERCİH ETMEK.

Hülya Avşar hanımın kızı ile ilgili olarak bir dergiye verdiği röportajda, “kızımın cinsel tercihini desteklerim” şeklinde çok takdir edilesi ifadesi üzerinden, ülkemiz toplum kültüründe bu çok dışlanan ve aşağılanan eğilimin bu kadar haksız bir yargıya muhatap olmasının cehaletimizle eşdeger olduğunu ifade etmek istiyorum.

Öncelikle, tam sözcük anlamı ile ‘tercih etmenin’ var olan seçeneklerden birini benimsemek, kabul etmek, beğenmek olduğunu anladığımızda, cinselliğin kişi tarafından irade kullanılarak edinildiğini anlıyoruz. Yani birey var oluşunun bir döneminde kendisine sunulan seçeneklere bakıp benim cinsiyetim bu olsun diyerek seçmiş gibi.

Biyolojik olarak yapısına uyan ya da karşı cinse heves eden, ikisi özelliği birden taşımak isteyen kararı buluğ çağında mı, ondan önceki dönemlerde mi, çok sonraları mı aldığımızı dahi hatırlamadan bir gün bir seçim yapıp erkek, dişi veya eşcinsel olmayı tercih etmiş olduğumuzu sanacağım böyle ifade edilmeye devam ederse.

Hani iş, eş, meslek seçimi gibi bir şey yapmışız neredeyse.

Gerçekten de ortada bir tercıh varsa, kendisine sunulan kadın ve erkek olma seçeneklerini beğenmeden geçip, ben eçcinsel olmak istiyorum gibi bir tercihte bulunmuşsa insan, toplumun yargılama hakkı da tabiki doğal karşılanır. Hayvanlardan hiç farkı olmayan iki cins arasındaki normal eylem şekli dahi ancak türün devamı için gerekli oldugu kabulüne ragmen, gene de diğer tüm yaşamsal faaliyetlerimizden farklı olarak açık seçik, ulu orta karşılanmayan bu dürtünün, üremeye hizmet etmeden sadece biyolojik haz için olanına bir de tercih yapılmışsa, ayıp, günah, ahlaka aykırı yaftası yapıştırılarak dışlanmasını da kabul edebiliriz o zaman.

Sorun bu kimliğin bir tercih, yani isteyerek elde edinilmiş bir seçim olduğu ya da kendi varlık ve kimliğimizi oluşturan hiç bir özelliğimizin bizim irademize bırakılmadan kimi milyarlarca yıl evvelki atalarımızdan, kimi sonradan kazanılmış, soylarımızdan aktarılmış ve reddi miras hakkı tanınmayan yapım hatası olup olmadığını anlamaktır.

İnsanlığın kafasını epeyce meşgul etmiş bu eşcinsel davranış şekline zaman içinde degişen bir çok açıklama getirilmiş ancak bugüne kadar kesin bir yargıya varılmamış olması da sorunun kaynağının gerçekten çok derinlerde olduğunu göstermektedir

Henüz bilmin bizden uzak olduğu zamanlarda, kızların saçını kısa kesip pantalon giydirmekle, erkek çocuklarına etek giydirip saçlarını uzatmakla cinsiyet tayini yapılabildiğine inanılıyordu bir zamanlar ve hala yaygın bir bilgidir bu toplumda. Ancak bu bilimsel yaklaşım (?) insanların dışında tüm canlılarda da eşcinsel eğilimlerin her türlüsünün varolduğu tespit edilince çuvalladı.

Anne, babayı taklit etme ihtiyacı, aile içinde değerli ve saygın kimliğin rolünü kapmak gibi psikolojik olduğu iddia edilen gerekçeler de.

Araştırmalar memelilerden kuşlara, balıklara kadar bugüne kadar gözlemlenebilmiş her canlı türünde, hem de insanlar arasındaki sayısal orana uygun bir eşcinsel ilişki varlığını ifade ediyorsa, pantalon, etek, saç, teorisi ile sorumluluğu ebeveynlere atan tezimiz de çoktan yanlış bilgiler çöplüğümüze gitti.

O halde, sonradan tercihlenmiş olması mümkün olmayan doğaya has bir yanlışın en akla yakın geleni, her türlü yapımızı oluşturan genlerimize kalıtım yoluyla aktarılmış olması ihtimali idi.

Ancak burada da ortaya çıkan sorun kalıtımın ebeveynlerden geçtiği gerçeği ve bu özellikli insan ya da diğer canlılar da üremedikleri için bu yolun kapalı bir kapı olduğuydu. İster dişi, ister erkek genital donanımlı olsun, eşcinsellerin üreme yoluyla soy devamına kapalı oluşları, onların çoktan yer yüzünden silinmiş, ayıklanmış bir cinsiyet türü olarak tarih öncesi devirlerde kalmaları ve belki de modern insanın hiç tanık olmadığı bir zaman diliminde son bulmalarına neden olmalıydı.

İki erkek ya da iki kadın ilişkisinden soy üremeyeceğine göre, kalıtım yolunun da kapalı olması gerektiğini paylaştığım ve sorguladığım bilimsel bir internet sitesinde, tarafıma geri dönen cevapta, bilmin bu konuda geldiği son nokta da, ortada ne bir seçim ne bir tercih ne de bir kişisel iradenin var olmasının mümkün olmadığı yönünde.

Bu konuda Köln Üniversitesi Genetik Bölümü’nde görevli bir uzman olan Mehmet Saltür şu açıklamayı yapmaktadır:

Erkek embriyo Y kromozonundaki üç adet Gen Anti-müller hormonu şifreler…

Anne de buna karşı Histocombatibliyt antikoru oluşturur…

Annenin her erkek çocuğa hamileliğinde vücudundaki Histocombatibilyt Antikorunun konsantrasyonu artar…

Annenin oluşturduğu Antikor erkek çocuk embrosunun beyninin erkekleşmesini engeller.

Genital olarak erkektir ama beyinsel olarak erkekleşemez…

Bu onların diğer erkeklerden hoşlanmasını, kadınlara karşı ilgisiz kalmasını sağlar…”

Daha önce eşcinsellik geni diye bir gen olduğu öne sürülmüşse de bunun doğru olmadığı ama buna rağmen eşcinselliğin prenatal ve genetik bir kökene dayanabileceği ortaya çıkmıştır.

Nitekim genetik olarak annenin koruyucu amaçla salgıladığı Antikor’un konsantrasyon oranının artması durumunda erkek çocuk embriyosunun erkekleşmesinin engellendiği söyleniyor.

Sizin de vurguladığınız gibi eşcinselliğe her toplumda ve her kesimde rastlanıldığı gibi özenme sonucuyla oluşmaz ve “kimi toplumlarda çok, kimilerinde az görünür olması, aslında sadece toplumun eşcinselliğe toleransı ile ilgili bir durumdur.

Saygılar..

Iste burada, çağdaş bilim, cinselliğin ilgili hormonlarınin miktarı ve faaliyetine bağlı olarak geliştiğini ve bu hormonların etkinliğinin henüz nedeni tam bilinmeyen bir şekilde bazen bu beklentiyi gerçekleştiremediğini açıklamaktadır.

Ne bir tercih, ne bir psikolojik sorun ne de bir kalıtım aktarımı olan bu durum, aslında her insanda farklı miktar aktif hormonların varlığı ile de bariz bir şekilde normal addedilen cinsel ve ya farklı davranış kalıplarının da sebebidir açık seçik bir şekilde.

Nitekim, ne sıradan erkeklerin karşı cinse tutkuları aynıdır ne de kadınların. Cinsel dürtüyü çok yoğun yaşayan, hatta bu dürtü etkisi altında, kurmuş olduğu sorunsuz aile ve yuvayı, mesleği, maddi olanakları, toplumsal statüsünü dahi riske ederek o yoğun cinsel istek tatmini için göz ardı eden milyonlarca kadın ve erkeğin varlığı ile cinsel isteksizlik ve soğukluğa kadar varan çeşitlenmenin, esasen bahsettiğimiz hormonal farklılıklardan dolayı olduğunu da anlıyoruz bu durumda.

Dünyanın en saygın koltuğundaki adamın iki dakikalık asansör kaçamağı, bu yargıya en yadsınmaz destek olarak hala hafızalarımdaki yerini korurken, tek örnek olmadığını da unutmamalıyız

Bu nedenlerle, canlı doğasının en güçlü, soy devamı için öncelikli, sahip olduğumuz üst aklın dahi üzerinde baskın olamadığı, üreme emrini oluşturan yapısal kimyamızı seçmek ve tercih etmekte bir etkinliğimiz olmadığını görüp, eşcinsel boyutlara da varan tüm farklılıkları bizim dışımızda, doğanın bir eylemi olarak kabul etmeliyiz.. Görme, işitme, konuşma ya da yapısal vücut bozuklukları olan insanlar toplumda nasıl kabul görüyorsa sadece cinsel yapıları nedeniyle bireylerin sosyal toplumda kendilerini ifade hakları ve özgürlük alanlarını kısıtlamak, bilimin bize sunduğu bu çağın bilgileri ışığında insanca (!) bir davranış olmaktan çok uzak kalacaktır.

Neticede, göz ve ten rengimiz, boyumuz ve bunlara benzer bir çok özelliğimiz gibi cinselliğin hiç bir türü de seçim sonuncu yapılmış bir TERCİH değildir ve bu şekilde tanımlamanın insanlara çok haksız bir yakıştırma olduğunu ve özellikle bu sözle ifade etmenin yanlışlığı bir yana, yapılmamış bir eylemle suçlamayı çağrıştırdığını fark ederek ısrarla, kullanmaktan vazgeçmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Hülya hanımın da kızının cınsel tercihine değil cinsel kimliğine saygı duymasını beklerim

Çünkü ortada bir irade varsa bu ancak yaratıcının iradesidir.

Saygılar.

 
Toplam blog
: 88
: 265
Kayıt tarihi
: 14.10.11
 
 

İstanbul 1946 doğumlu, gazetecilik yüksek okulu eğitimliyim. Müzik ve her türlü spor aktivitesi y..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara