Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çocukluğum Ve C.S.Tarancı

Çocukluğum Ve C.S.Tarancı
 

Ara Güler


 

Dün gece çocukluğumu özledim. Dedim ki kendime; bu google her şeyi çok biliyor. “Çocukluğum” diye yazsam, 10 yaşındaki görüntülerim belki bir videodan çıkar gelir, bende 10 yaşındaki ben'i gülümseyerek belki de kızarak izlerim. Bıraktım bütün çocukluğumu baştan sona izlemeyi, 15 dakikalık bir videoya da razıyım.

Google a “Çocukluğum” yazdım. Ekrana, Cahit Sıtkı Tarancı'nın “Çocukluğum” şiiri geldi. Affan Dede'ye para saymış ve o da ona çocukluğunu satmış hani. Eee Affan Dede harbi adammış, verdiği sözü tutmuş. Google için, her ay para sayıyoruz da, ne çocukluğumuzu izletiyor, ne bi şey. Ancak “bunu mu demek istiyorsunuz” diye ukalıklar yapmaktan başka bi şey yaptığı yok.

Sıkıldım ben de Cahit Sıtkı'nın şiirilerini okumaya başladım. Cahit Sıtkı çocukluğu ile karşılaşınca, bugünü unutmuş, tabii düne de gidememiş tam anlamıyla. Artık ne yaşım var ne de adım; Arafta bi yerde. Belki de en güzeli bu arafta olma halidir. Bilinçli bir bilinçsizlik durumu. Bilmiyorum kim olduğumu, Hiçbir şey sorulmasın benden, Haberim yok olan bitenden. Bu bahar havası, bu bahçe; Havuzda su şırıl şırıldır. Uçurtmam bulutlardan yüce. Zıpzıplarım pırıl pırıldır. Ne güzel dönüyor çemberim; Hiç bitmese horoz şekerim!

Çocukluğu, çocukluk halini bu şiir tanımlamıyor mu? Hem bilinçli olup da, hiçbir şeyi bilmemek halidir çocukluk. Herşeyi göründüğü gibi algılama, bilmeme saflığıdır çoğu zaman. Neyin iyi, neyin kötü olmadığını bilmediğinden sonuna kadar yalansız ve riyasız olma durumudur.

Benim çocukluk dönemim tv ile tanışsa da, sadece Trt kanalı söz konusu olduğundan, bugünkü çocuklar gibi değildik. Çocuk saflığımızı çok daha uzun süre koruyabildik.

Çocukluğun güzel olma hallerinden biri de, zamanın çok yavaş akmasıdır. İlkokul ikinci sınıf halinize, beşinci sınıfın penceresinden bakınca aradan çok uzun yıllar geçmiş gibi bakar; aradaki üç yıl sizi hızla büyütürdü. O üç yılı, otuz yıl gibi algılardınız. Hele ki bebeklik fotoğraflarınıza bakınca “bir yüzyıl evirmişsiniz gibi gelirdi.” Ahh bir on sekiz yaşına gelsem diye hayıflanır durur, bir an önce büyümek için can atardık. Bu bile çocuk saflığının en güzel örneğidir. Zamanı donmuş gibi algılar, sizden büyüklerin tanıdığınız bildiğiniz yaşlarda var olduklarını sanır, ölümün ne demek olduğunu bilmezdiniz. Bilseniz de algılayamazdınız.

Cahit Sıtkı Tarancı “Çocukluğum” şiirini, kaç yaşındayken yazdı acaba? Ama insan yaşlanmaya yüz tuttuğunda çocukluğunu özlüyor galiba. Bende yaşlandığımı hissediyorum artık. Aslında bu tam anlamıyla ah vah edip yaşlanmak durumu da değil. Yaşsız olma durumu. Kadınlara yaşı sorulmaz derler fakat benim ruh halim uzun süredir yaşsızlık konumunda. Biri yaşımı sorduğumda gerçekten de kaç yaşında olduğumu unutuyorum. Önce kendime “ben kaç yaşındayım?” sorusunu soruyorum. Belli bir yaştan sonra çocukluğun tersi olarak, zaman o kadar hızla ilerliyor ki, anlamak mümkün değil. Yapacak çok şey olduğunu hissedip, zamanın kısaldığını da hissediyorsunuz. Aslında sürenin kimin için ne kadar olduğunu bilemeyiz ve bu da herşey gibi yaşanmışlıklarla orantılı olarak görecelidir.

Sonra Cahit Sıtkı'nın diğer şiirlerini okudum. Otuz beş yaş şiiri tam da şu dönemde hissettiklerime denk geliyor. Yaş otuzbeş yolun yarısı eder. Şair burada oldukça iyimser başlamış şiire. 70 yaş! Bilinmez. Hele zamanın daha da hızlandığı çağımızda, zamanı hızlandıran araçlar sayesinde bize hastalık olarak eksi değer katıyorken.

Şair şiirine iyimser başlamış başlamasını da, sonra gerçekten hissettiklerini yazmış. Şakaklarına yağan karla birlikte, artık delikanlı çağının bittiğinden dem vurup, bedenin hızla yaşlanmaya doğru evrildiğini, gençliğin o unutulmaz ilk heyecanı olan, ilk aşkın bile hatırasının yabancı geldiğini yazmış. Ayrılmaz denilen dostlarla bile yolların ayrıldığını anlatmış. Cahit Sıtkı şimdi olsaydı o eski dostlarla yeniden facebookta karşılaşılıp, eski günlere özlemle telefonlara sarılınıp, eski günleri yad ettikten sonra, eski dostun paylaştığı videosunda işaret parmağınla “beğen” butonuna basmaktan başka bir şey kalmadığını da görürdü.

Şair bir bir gerçekleri görür olmuş hayatında. İşte bunu insanı gerçekten üzdüğünü, hayat dediğimiz insan ilişkilerinin bu kadar mı kötü olduğunu anladığında daha da yaralanmış.

Hayat gibi olan şiirini, hayatın sonu olan ölümle sonlandırmış. Tüm canlılarınki gibi. Biz insanların ölüm gerçeğini bilip de, kafayı yemeden hayatta kalabildiğimiz, bunu da herkeste olan sadece kendisinden başka herkesin başına gelecek bir olgu gibi kabul edip, ölümle böyle baş etmeye çalıştığımız gerçeğini.

Hayatı sorgulayan; otuz beş yaşın hayatın yarısı iyimserliğinde olan şairin sadece 46 yaşında hayata veda ettiğini okuduğumda üzüldüm. İnsan çoktan ölmüş birinin erken öldüğüne de üzülür. Neden üzülmesin? Hem de genç yaşında kısmi felç geçirip, konuşma yeteneğini kaybettikten sonra bu dünyadan göçmesi hüzünlü geldi. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelip, çok iyi okullarda öğrenim görebilme imkanlarına sahip olsa da, şiirlerinden, çocukluğun insan hayatının en güzel yılları olduğunu anlatan, insanın ancak kim olduğunu, yaşını unuttuğunda, tüm etiketlerinden sıyrıldığında mutlu olabileceğini hâlâ fısıldayan bir adam erken gidince üzülünür: Öldük, ölümden birşeyler umarak. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü, Nasıl hatırlamasın o türküyü, gök parçası, dal demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak. Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok; yok bizi arayan, soran kimsemiz. Öylesine karanlık ki gecemiz; Akarsuda aks'imizden eser yok.

Şair; sen ve diğerleri şimdi kimbilir nerelerdesiniz? Biz sizi hatırlıyoruz. Ama siz bizi görmeyin, görmeyin artık bu dünyanın kötü düzenini. Güçsüzlerin ezildiğini, çirkinlerin baş tacı edildiği dünyayı.

Siz daha iyi yerlerde olun hep...


 

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..