- Kategori
- Çalışma Yaşamı
Çok mu çalışmalı, verimli mi çalışmalı?

MUTLULUĞUNUZ ve SAĞLIĞINIZ, ZAMANI DOĞRU KULLANMAKTAN GEÇER...
Çok mu çalışmalı, verimli mi çalışmalı?
Memleketimin (Kayseri) Milletvekili, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız, Türkiye’nin hem fazla çalışmaya hem de enerji tasarrufu sağlamaya ihtiyacı olduğu fikrinden yola çıkarak, Cumartesi günlerinin de “Çalışma günü” olarak düzenlenmesinden yana olduğunu ortaya attı. Bu düşüncesini de “Bakanlar Kurulu”na götüreceğini söyledi…
Allah razı olsun Çalışma Bakanı “Böyle bir düşünce gündemimizde yok” dedi ama kimse pek inanmadı. Zaten gündemde olmadığı da Sayın Taner’in ifadesinden belli, şimdilik “Düşünüyor”muş…
Konu öyle dallandı budaklandı ki bütün basın (Ben dâhil) sanki olmuş gibi üzerine gittik.
Hatta okuyucularımdan biri, bu konu üzerine yazdığım “Allah senden razı olsun sevgili bakanım” başlıklı yazıdaki ifadelerimden dolayı, beni AKP’nin propagandasını yapmakla suçladı.
Oysa ben o yazıda, kendi çapımda “Mizah” yapmıştım, demek ki anlaşılamamışım.
Olaya “Sanki gerçekleşmiş” ya da benim yaptığım gibi “Mizah” açısından bakmak yerine, yeri gelmişken tartışmak gerekir diye düşünüyorum.
Ben bir dönem, çalışanların, bir başka deyimle “İşgörenlerin” eğitimi üzerinde durdum. Kendi işyerimde, kendi çalışma ve disiplin anlayışımı, şirket kültürümü, ön planda tutarak eğitmeye çalıştım. Amacım, mutlu, sağlıklı ve verimli çalışmayı sağlamaktı.
Demirden-kömürden ortaya konulmuş bir makine bile olsa, 365 gün 24 saat durmadan çalıştıramazsınız. Arada bir veya belli aralıklarla durdurup bakım yapmanız gerekir.
Kaldı ki insanın hem “Fiziken” hem de “Ruhen” çalışma aralarında bakıma ihtiyaçları var. Onları 24 içinde durmadan ve fazladan çalıştırmanız mümkün değildir, çünkü verim alamazsınız.
Günlük 8 saat “Fiili” mesainizi göz önüne getirin, hiç durmadan çalışmanız mümkün mü? O 8 saatin içinde bile ara vermek zorundasınız.
İnsan anatomisinin “Fiziksel” ve “Ruhsal” gücü, böylesi bir çalışmaya hiç uygun değildir.
O nedenle çalışma düzenimi kurarken ben, günü üç eşit parçaya bölerim. Başkalarına da, eğitim alanlarıma da bunu hep önermişimdir.
Yoğun iş temposunu “Programlı” hale getiremezseniz, belki siz çok çalışmaktan mutlu olursunuz, ancak etrafınızın mutlu olması mümkün değildir. Ayrıca siz de “Kısa zamanda” telef olursunuz.
En çok “Mutsuz” olan bölüm ise eşler ve özellikle çocuklardır. Çalışan anne ve babaların çocuklarında bu mutsuzluk uç boyuttadır.
Benim önerim (Yazıma ekli şekilde de görüleceği gibi) şu…
Günün ilk 8 saatini “İşinize” ayırın. Program yapın, göreceksiniz gün içinde sizin için artı zaman bile kalacak. Zamanı da eş-dost ile geçirebilir, hobilerinize ayırabilirsiniz.
İkinci 8 saatinizi “ailenize” ayırın. Onlar “Ailenin” birada olmasından mutlu olacakları gibi, özellikle çocuklar üzerinde “Başarılı kişi” olmanın ilk adımları açısından çok önemlidir. Bilinmelidir ki “Aile” toplum yapısının temelidir ve en büyük şiddetteki depreme bile dayanabilmeli. Yoksa zaman içinde, ne zaman ve nerede olacağı belli olmayan “Yıkımlara” yol açar. Bu süreci de “Programlı” geçirdiğinizde göreceksiniz ki, her şeye zaman ayırabilecek, herkesi mutlu edeceksiniz.
Üçüncü 8 saatiniz ise, elbette ki bu hayatı başından sonuna kadar birlikte taşımak zorunda olduğunuz eşiniz olmalı…
Böylelikle hem verimli çalışmış olacaksınız, hem de hep birlikte “Mutlu” olacaksınız. Bunun kazancı da hiç kuşkusuz, hayatta başarıya ulaşmaktır.
Eğer bir insan, bu kadar “Mutlu toplum” içinde hem verimli, hem de mutlu olamıyorsa, o kişinin dönüp kendine bakması gerek.
“Enerji tasarrufu” etmek için çareler bulabilirisiniz.
Anca şunu hiç unutmayın. Size gerekli olan ilk şey “Enerji tasarrufu” değil, yaşamınızdan edeceğiniz tasarruftur, çünkü hayat oldukça kısadır.
Çok çalışmak, hiçbir zaman “Çok verimli olmak” değildir.
Tavuk, stresiz bir ortamda günde bir yumurta yapar, yılda 365 adet eder, fazlasını alamazsınız. Strese girerse, onu da alamazsınız.
Kadın, stressiz ortamda 9 ay 10 günde doğurur, strese girerse onu da doğuramaz. Siz erkeklerin şu veya bu şekilde böbürlendiklerine, yüksekten attıklarına bakmayın. Yukarıda dediğim gibi giderlerse ömürleri uzar, yoksa çok kısa zamanda ceketlerini sırtlarına alır, cami önündeki taşa uzanırlar…
Çoğu da öyle oluyor zaten…
Karar sizin…
Son söz, siz “Tuzu kuru” olanlara bakmayın, kendiniz olun, mutlu ve sağlıklı olun. Çünkü hayat sizin…
15 EKİM 2011
İBRAHİM PEKBAY