- Kategori
- Eğitim
Çöken Eğitim Sistemi
Cumhuriyetin ilk yıllarında, (hatta 70’lere kadar) “okumak” belirli bir statüye sahip aile çocuklarının hakkı gibiydi. ÖSYM’nin tarihi bile bizde çok yenidir. (1974) Günümüzde, “iyi” üniversiteleri kazanmak için gençler “balatayı sıyırma” noktasına gelirken 1974’e kadar lise mezunları, o üniversitelere, üniversitelerin kendi içlerinde açtıkları sınavlarla giriyorlardı. Bunda o yıllardaki arz talep ilişkisinin de rolü vardı elbette. Ama bunun yanında herkesin üniversite bitirmek gibi bir kaygısı yoktu. Çünkü, meselâ Endüstri Meslek Lisesi’ni bitiren biri, çeşitli fabrikalarda kolayca (hem de dolgun maaşla) iş bulabiliyordu.
O zamanlar okullaşma oranı bugünkü seviyede değildi. Düşünsenize birçok ilçede bir elin parmakları sayısınca ilkokul, bir klâsik lise(içinde orta okulu da olan) bir Kız Meslek Lisesi ve bir de Endüstri Meslek Lisesi vardı 1970’lerde. Ne köylerin maddî durumu iyi aile çocuklarının “kasaba”ya akını vardı ne de taşımalı sistem.
Üniversitelere Anadolu Çocuklarının Akın Edişinin Milâdı : 1974
Üniversitelere Anadolu çocuklarının akın edişinin milâdı 1974’tür. O güne kadar, Anadolu çocuklarının okumaya meraklı gençler, tek parti rejimine sâdık insan yetiştirme projesi olan Köy Enstitüleri ve 1950’de siyâsî kalıp değiştiren İlköğretmen Okulları’nda “istihdam” ediliyordu. (Ki bu istihdamda da çok net görünen bir sakatlık vardı: Yaş sınırı göz ardı edildiğinden dolayı 11 yaşındaki bir çocukla 15 yaşındaki bir çocuk aynı sınıfta olabiliyordu.) Bu gençlerden daha başarılı olanları da “diğer “parasız yatılı” okullara giriyorlardı sınavla.
1980’ler ve Sonrası
1980 sonrası pek hesaba alınmasa da öğretmen ve öğrenci doku değişikliğinin tarihi biraz daha ileri tarihlerdedir. 90 sonları bir milât olabilir belki. Bir kere şu âşikâr: Artan nüfusla birlikte; 8 yıl mecburiyeti, kesin sınav sistemlerinin getirilmesi, ulaşımın kolaylaşması, taşımalı sistem, barınma imkânları, … gibi sâiklerle “okullaşma”da bir patlama yaşandı. Böyle bir dönüşüm çok hızlı yaşandığından dolayı da ister istemez fizikî yapıdan öğrenciye; öğretmenden, idarecilere kadar problemlerle dolu bir eğitim sistemi ortaya çıktı.
Geldiğimizi noktaya bakarsak:
-Aile değişti. “Büyükler”in zaaf ve hoşgörüsü (disiplinsiz bir hoşgörü) yüzünden aile içindeki “büyükler otoritesi” önce çatırdadı sonra da yıkıldı. “Çocuk, ilk eğitimini aileden alır.” cümlesi pedagoji kitaplarında kaldı. Eğitimdeki sacayağı (aile, çevre, okul) işlemez hâle geldi.
-Aileler (çalışma ortamı ve temposu, yüklenen sorumlulukların artması… sebebiyle) çocuklarını eğitemez hâle geldi. “Saldım çayıra, Mevlâm kayıra” mantığı asıl bu zamanda başladı. Çocuk psikolojisinden zerre kadar anlamayan, sadece çocuğun ilkel ihtiyaçlarını karşılayabilen çocuk “bekçileri” ve/veya çocukları susturmayı ilk amaç bilen, o sebeple teknolojik araçlardan destekle işi kotarmaya çalışan okul öncesi yetiştiricileri elinde çocuklar, istenilen fizikî ve ruhî gelişmeye ulaşamadı. Hoplayan, zıplayan, ağlayan, sınır tanımaz, hemen itiraz eden, karşısındakini dinlemeyen … “casper çocuklar” çoğaldı.
-Aileler (biraz da parayla sağladıklarını sandıkları “statü” ile) eğitimden hiç anlamadıkları hâlde eğitime burunlarını soktu. Çocuğun okulla (öğretmen ve/veya arkadaşı ile) ilgili en küçük meselesinde okula taşınır oldu aileler. Çocuğuyla ilgilenmek, meseleyi çözmek adına güzel görünen bu tavır, ailelerin (“Çocuğum kusursuz ve mâsumdur. Ben çocuğumu bilmez miyim!”) peşin hükmüyle hareket etmesinden dolayı, meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirdi. Hele hele çocuğunun aldığı düşük notlar yüzünden meseleyi öğretmenle didişmeye (Ki haklı olsalar da yöntem bu değildir.) vardıran ebeveynler aslında çocuklarına (istemeden de olsa cesaret vererek) zarar verdiğini kavrayamaz oldu. Velilerin bu tavrı ilerleyen zamanlarda “okul” üzerinde “tahakküm” kurmaya kadar gitti. (İyi gözlemlendiğinde ilçede bile bazı okullardaki “veli tahakkümü” rahatlıkla görülebilir. Bir tek öğrenci için, bir okulda C sınıfı açtırıldığını bile bilirim ben yahu!)
-Çocukların herhangi bir programı kalmadı. Öncelikler listesi alt üst oldu. Zaman kavramını unuttu çocuklar. At çantayı ayakkabılığın yanına, yırtarcasına çıkar formayı/ceketi, doğru odaya, bilgisayar başına. Sınırlama getirilmeyen ve/veya getirilemeyen çocuk ne yapar sanıyorsunuz okuldan geldiği gibi bilgisayar başına geçince? Kocaman bir hiç. Sorsanız, söyleyeceği “Ödevimi internetten araştırmam lâzım.” sözü iki ayak üstünde söylenmiş büyük bir yalandır. Oysa ya kanlı bir bilgisayar oyununun interaktif oyuncusudur ya da daha biraz önce vedâlaştığı okul / sınıf / sıra arkadaşı ile telefonda, MSN’de, facebook’ta “geyik”tedir.
Son söz: Çöken eğitim sistemi için, buyurun, aşk ile el Fatiha!