Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '08

 
Kategori
Blog
 

Çooook gecikmiş bir tanışma

Çooook gecikmiş bir tanışma
 

Bloğa geçtiğimiz yılın Ocak ayında girdim. Sayfama ne isim, ne özgeçmiş, ne kariyer kendimle ilgili hiçbir şey yazmadım. Çünkü bana göre burada sadece yazacaklarımızla var olmalıydık. Tanışması gereken düşüncelerimizdi. Öyle de oldu. Buradaki arkadaşlarımızla önce duygu ve düşüncelerimizle tanıştık. Sonra da sanal alemden gerçek hayata dokundu arkadaşlıklarımız. Ankara'daki blog toplantısı benim için bu anlama geliyordu.
...
Bloğun bana göre en çılgın ama o kadar da tatlı kalemi Sabiş yaptığı birbirinden güzel ropörtajlarla bizi bize tanıtmaya başladı. Onun ropörtajlarıyla blog arkadaşlarımızı daha yakından tanıma imkanı buluyoruz. Sabiş'in ropörtaj programında gördüğüm kadarıyla uzuuuun bir kuyruk oluşmuş. Ben de gireceğim o kuyruğa tabii ki. Sıramızı da bekleyeceğiz. Ama ondan öncesinde de bu blogda size kendi hayatımı özetlemeye çalışacağım.
...
Yazma serüvenime ilkokula giderken Milliyet Çocuk Dergisi'nde başladım. Derginin çok sıkı bir okuyucusuydum. Yaşar Kemal'in İnce Memed'ini, Jules Verne'in nefis romanlarını hep Milliyet Çocuk'tan okudum. Bu arada Milliyet Çocuk sayesinde karikatür çizmeyi de öğrendim. İlk çizdiğim karikatür de Red Kit idi. Dergide uygulamalı olarak Red Kit çizimi öğretiliyordu. O derginin okur köşesine küçük yazılar gönderirdim daha çok derginin içeriğiyle ilgili. Adımla birlikte iki satır yazım yayınlanınca da dünyalar benim olurdu.
...
Ardından Hey Dergisi'nin okuru oldum. Doğan Şener'in yönetimindeki Hey Dergisi yine Milliyet'in bir yayınıydı. Orada da yine okur sayfasında yazılarımız yayınlanırdı. Cem Karaca, Ajda Pekkan, Nilüfer, Sezen Aksu, Ersen ve Dadaşlar, Barış Manço gibi efsanelerin rüzgar gibi estiği günler. İnternetin, cep telefonunun olmadığı günlerdi. Mektup arkadaşlığı sayfasından arkadaş bulur yazışırdık. Mektup arkadaşımızdan gelen renkli zarfın içindeki bir mektubun bin mutluluğu aşıp bize dokunduğu günlerdi o günler. Ben hem sevdiğim müzik sanatçıları hem de magazin dünyasını eleştiren yazılar yazardım okur sayfasına. Yayınlandığında yine mutlu olurdum. Beatles ile tanışmam Hey Dergisi sayesinde oldu. Hala deli gibi dinlerim Beatles'ı.

...

Orta okula giderken yazma hevesim zirve yapmıştı. O kadar heyecanlı ve aceleciydim ki yazar olmak için büyümeyi bile beklemeye tahammülüm yoktu. Roman yazmaya karar vermiştim. Elbette bilimkurgu. Uzaylılar tarafından kaçırılan dört dünyalının macerasını okul defterine yazmaya başladım. Tam romanın yarısına gelmiştim ki annem defteri yakaladı. Yırttı. Çünkü o günlerde ortaikiye gidiyordum ve sınıfta kalmak üzereydim. İlk roman denemem yayınevlerine ulaşamadan hayatımın vazgeçilmez editörü olan annem tarafından yırtılmıştı. Sonra da niye Türkiye'de romancı yetişmiyor derler. Tövbe tövbe.
...
Efendim bendeniz yirmibir yaşımda iken yazdığım herşeyi annem yırttığı için edebiyatı bırakıp sinemaya geçiş yaptım. Artık senaryo yazmaya karar vermiştim. Bu arada çok sıkı bir sinema tutkunu olduğumu da itiraf edeyim. John Wayne, Grogery Peck, Susan Howard, Hamprey Bogard ve aşık olduğum kadın Audrey Hepburn benim çocukluğumun yıldızlarıydı.

...

Efendim yirmibir yaşımda Ankara'da kulakları çınlasın ablamın verdiği bir haberle heyecanlandım. Kültür Bakanlığı tarihinde ilk kez Türkiye çapında bir senaryo yarışması açmıştı. O yarışmaya bir komşumuzdan ödünç aldığımız daktiloda yazdığım Cevher adında bir senaryo ile katıldım. Daktilo diyorum malümunuz o yıllarda bilgisayar da yoktu. Sonuçlar televizyondan açıklandığında ödül kazandığımı öğrenince sevinçten ağladım. Türkiye çapında bir ödül kazanmıştım. Hem hatırı sayılır bir para da vermişlerdi. O parayla anneme renkli televizyon aldım. Annem ağlamıştı sevincinden. Hem ağlıyor hem de artık yazacağım hiçbir şeyi yırtmayacağını söylüyordu. Bu arada Kültür Bakanlığı'na davet edildim. Sinema Dairesi Başkanı benimle tanışmak istemişti. Beni karşısında görünce genç olmam onu çok şaşırtmıştı. O zamanlar Varlık Film vardı sinemada. Büyük sermaye ile sinemaya girmişti Varlık Film ve fırtına gibi esiyordu. Kültür Bakanlığı'nın referansı ile Varlık Film'in Genel Müdürü bana randevu vermişti. Bu arada belirteyim Cevher fantastik bir senaryoydu. Adam senaryomu okudu ve bana, "Bu filmi çekemeyiz ama kalemin çok etkileyici. Bu günlerde biraz cinsellik çağrıştıran filmler gidiyor. Bize dört tele kızın hayatını anlatan bir film yaz getir çekelim" dedi. Ben de ona, "Ben hiçbir zaman dört telekızın hayat hikayesini yazmayacağım. Ama bir gün mutlaka benim de duygularım film olacak. O güne kadar pes etmeyeceğim" dedim. Ve çıktım. Hala pes etmedim.
...
Yine aynı yıl o dönemler TRT'nin en çok izlenen programı olan Tele Şov'un yapımcısı ve sunucusu Güneş Tecelli ile tanıştım. Güneş Tecelli şimdilerde emekli oldu. Hıncal Uluç'un köşesinde her pazar 'Tecelli'den Abuzittin'e Mektuplar'ı yazıyor. 1987 yılıydı. Özel kanallar yoktu. Sadece TRT vardı. Tele Şov devletin televizyonunda TRT kalıplarını zorlayan çılgın bir programdı. Ben programın skeçlerini yazıyordum. Yanılmıyorsam ilk profesyonel işimdi. O programda Levent Kırca ve Oya Başar çalışıyordu. O zamanlar ikisi de genç tiyatroculardı. Olacak O Kadar'ın temelini biz o yıllarda Ankara'da Tele Şov'da atmıştık.

...

Bana İstanbul'un ve gazeteciliğin kapılarını ise hiç beklenmedik bir anda aldığım teklif açtı. Yine benim yaşlarımda olanlar bilir bir zamanlar Türkiye'de bir Güneş Gazetesi vardı. Yaşar Kemal'in romanlarının tefrika edildiği, Ahmet Altan, Yalçın Pekşen, İsmail Cem, Kasım Yargıcı, Kürşat Başar ve daha nice ünlü ismin köşe yazarlığı yaptığı efsanevi Güneş Gazetesi. O gazetenin Yazı İşleri Müdürü Altan Aşar, Güneş Tecelli'nin yakın arkadaşı idi. Altan Aşar'ı rahmetle anıyorum bu arada. Altan Aşar bana kalemimin çok iyi olduğunu, gazetenin yazı işlerinde özellikle birinci sayfanın manşetleri konusunda çalışabileceğimi söylemişti. "Sen çok güzel, çarpıcı manşetler bulabilirsin bize. Bizimle çalışır mısın?" demişti. 22 yaşımda İstanbul'a geldim ve İstanbul Üniversitesi'nin tam karşısında Beyazıt Turanlı Sokakta Güneş Gazetesi'nde Yazı İşleri'nde çalışmaya başladım. Burada gazete 1992 yılında kapanana kadar belkide hayatımın en güzel günlerini yaşadım. Kitaplarla dolu tozlu odalarda daktilo başında onuruyla, beyefendiliğiyle, bilgeliğiyle ve mütevazılığıyla ülkesi için yazılar yazan ve şimdi hayatta olmayan bir çok gerçek gazeteci ile tanışma şansına sahip oldum o gencecik yaşlarımda.
...

Güneş Gazetesi kapandıktan sonra yine büyük gazetelerde gazetecilik serüvenimi sürdürdüm. Ama hayatımı daha çok televizyondan kazandım diyebilirim. "Böyle mi Olacaktı", "Çiçek Taksi", "Zehirli Çiçek", "Gurbetçiler", "Olacak O Kadar Televizyonu" v.s. bir çok televizyon yapımında senarist olarak kalem salladım. Hala da takma isimlerle dizi senaryosu yazmaktayım.
...
Sinema tutkumdan hiç vazgeçmedim. 1995 yılında Adana Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Film Öyküsü Ödülü'nü aldım. 1996 yılında yine Adana Altın Koza Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü ve Orhan Kemal Ödülü aldım. 1997 yılında Orhan Arıburnu Ödülü'ne layık görüldüm.
...
Şimdilerde belki de hayatımın amacı olan bir sinema filmi için hem hayal kuruyor hem de planlar yapıyorum. Belki önümüzdeki yıl bilmiyorum. Bir sinema filmi... Ahhh...
...
Yazmak ve sinema tutkusu benim için hep nefes alma nedeni oldu. Milliyet Bloğa gelince. Burası benim için gerçekten bir sığınak. Düşüncelerin, birbirinden güzel yazıların gelip geçtiği müthiş bir sığınak. Sizlerle tanıştığım için ve burayı keşfettiğim için belkide hayatımın en önemli ödülü burası benim için. Burada yazarken çocukluğuma dönüyorum. Milliyet Çocuk Dergisi'ne yazıp da heyecanla beklediğim anlara. Heyecanla yazımın yayınlanmasını bekliyorum.
...
Bu bir tanışma yazısı olduğuna göre kendimi takdim de edeyim size. Ne yazar ne de gazeteciyim. Belki yolcu olarak tanımlayabilirim kendimi. Kendi geleceğine yürüyen biri. Bu yolda sizlerle tanışmış olmaktan mutluyum.

 
Toplam blog
: 179
: 2576
Kayıt tarihi
: 21.01.07
 
 

Barışa ve kardeşliğe inanıyorum. Türkiye'nin yaşadığı tüm sorunların kardeşlikle çözümlenebileceğ..