- Kategori
- Haber
Cumartesi annelerinin eylemleri tekrar başladı

Yargılanmasını veya yargılanmalarını istemek!
Bu kavramlar insanın yüreğini burkuyor.
Kimden neyi istiyoruz?
Kim kimi yargılayacak?
1995’li yıllarda henüz Antalya’ya yeni yerleştiğim dönemlerdi ve sık sık İstanbul’a giderdim.
Beyoğlu sahaflarda üniversite yıllarından bir arkadaşımın sahaf dükkânı vardı ve ilk kez bir Cumartesi öğlen saatlerinde o arkadaşımın dükkânına giderken görmüştüm “Cumartesi Annelerini”.
Galatasaray Lisesinin önünde eylemlerini yapıyorlardı ve gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini araştırıyorlardı.
Annelerin yüzünde hüznün her halini görebilmek mümkündü.
Bir süre izledim eylemlerini ve sonrasında dağıldılar.
İşte o annelerin birçok şey yapacağından korkan İstanbul Emniyeti Çevik Kuvvet polislerini eylemin yapıldığı alana yığmıştı.
Sayıları ancak ve ancak yüz kişi olan annelerin başında onlarca çevik kuvvet polisi duruyordu.
Haftalarca sürdü bu eylem ve ben ilk kez kayıp yakınlarının derdinin ne denli içinden çıkılmaz bir hal olduğunu dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye ulaşmakta gösterdikleri çabayı gördüğümde fark ettim.
Henüz o yıllarda 23 yaşındaydım ve o yaşlarda birçok şeyin net bir şekilde farkında olamıyorsunuz.
1993 veya 1994 senesiydi yanılmıyorsam.
Bakırköy’e bağlı olan Bağcılar, Güngören ve Bahçelievler ilçe olmuştu, ara yerel seçimler yapılacaktı.
Bu sebeple dönemin Başbakan Yardımcısı ve SHP Genel Başkanı rahmetli Erdal İnönü Haznedar Meydanında halka hitaben konuşma yapacaktı.
Dinlemeye gitmiştik konuşmasını ve kayıp yakınları konuşmanın yapılacağı seçim otobüsünün hemen önünde pankart açmışlardı.
Seslerini Erdal İnönü’ye duyurmaya çalışıyorlardı.
Ve dönemin Başbakan Yardımcısı ve SHP Genel Başkanı Erdal İnönü kayıp yakınlarına şu dehşet içeren yanıtı vermişti.
“Çocuklarınız terör örgütlerine girerken bana mı sordular. Nereden bileyim çocuklarınız nerede.”
Yanıt buydu ve bu yanıt her şeyin bittiği anın ta kendisiydi.
Ben hayatım boyunca bu yanıtı unutmamıştım.
Unutamadım bu yanıtı ve aradan geçen birkaç yıl içersinde kayıp anneleri
Galatasaray Lisesi’nin önünü mesken tuttular.
Yıllarca bıkmadan usanmadan eylemlerini sürdürdüler ve kamuoyunun dikkatini çektiler.
Kamuoyunun dikkatini çektiler de ne oldu?
Kaybolanlar kaybolduğu ile kaldı.
1990’lı yıllara bu gerçek damgasını vurdu.
Bir gün veya bir gece birleri tarafından alınıp bir yerlere götürülüyorsunuz ve bir daha haber alınması diye bir şey söz konusu dahi olmuyor.
Kim götürdü, neden götürdü, nereye götürdü?
Yıllarca bilinmedi bu yaşanan dramlar.
Kayıp yakınları o yıllarda sürekli olarak birilerinin isimlerini veriyordu ve bu isimlerin kayıplarda önemli rolleri olduklarına dair kanıları mevcuttu.
Aradan geçen onca yıl sonra kayıp yakınlarının vermiş oldukları birçok ismi
Ergenekon hadisesinin tam da göbeğinde görüyoruz.
General Levent Ersöz, Albay Levent Göktaş, Albay Cemal Temizöz, Albay Arif Doğan gibi isimler yıllarca kayıp yakınlarının kayıplardan sorumlu olarak işaret ettikleri kimi isimlerden bazılarıydı.
Bu isimleri şimdi yargılanırken görüyoruz.
İşte bu sebeple 13 Mart 1999 tarihinde son verdikleri eylemlerine tekrar başladı Cumartesi Anneleri.
Aradan on yıl geçmiş.
Peki sonuç ne olur?
Daha öncede birçok defa bahsettiğimiz gibi Ergenekon hadisesi başlı başına bir güç savaşıdır ve bu güç savaşında şu veya bu şekilde mutabakatlar sağlanmıştır.
Bu işlere bulaşmış ve isimleri kamuoyunca yakından bilinen kimi isimlerin bir anlamda tasfiyesini içermektedir.
Dolayısı ile kayıplardan sorumlu tutulan isimler bir şekilde bu işlerden de sıyrılarak çıkar ve kayıp yakınları bir kez daha hüzünlü geleceklere doğru kulaç atmaya devam ederler.
İşte bu ülkenin realitesi budur.
Gözaltında kayıplar.