Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '11

 
Kategori
Eğitim
 

Dağ çiçeklerim

DAĞ ÇİÇEKLERİM

Yazarı: Sıdıka Avar 

Bolu’dan Elazığ’a 

“Bolu’yu seviyorum ama bir ülkü uğruna buradan gitmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Kilometrelerin ötesine o yalnız kalmış bölgelerin insanlarına el vermek, gönül vermek için gidiyorum, ” diyen Sıdıka Avar, eğitime gönlünü vermiş bir sevgi kahramanıdır. 

Sıdıka Avar soğuk, zifiri karanlık bir Şubat gecesinde yağmurla birlikte Elazığ istasyonuna girer. Bin bir zorlukla tayin edildiği okulun yurduna ulaşır. Karşılaşılan manzara çok farklıdır. Elektrik, mum ışığı kadar bile aydınlatmaz, okulsa buz gibidir. Sabah öğrencilerle tanışmak için sınıfa girer. Güler yüzle ve “Günaydın çocuklar!” diyerek başlar tanışmasına. Bu sıcaklığa alışkın değildir çocuklar. Ama şikayetçi de olmamışlardır. “Günaydın!”, demiştir onlara Avar, nasıl olduklarını sormuştur. Bunun şaşkınlığını gizleyememiştir hiçbiri. Kendi aralarında kaynaşarak: 

-“Günaydın” dedi kız, lafı arkaya doğru dalgalanır. Çünkü küçücük de olsa gördükleri ilk ilgi kırıntısıdır bu. 

Burada bulunan öğrencilerin tamamı çevre köylerden toplanmış yatılı öğrencilerdir. Bunun yanında yatılı öğrencilerden ayrı pansiyonlu talebeler de bulunmaktadır. Yurtta banyo vardır ama suyu bulunmadığı için kullanılmamaktadır. Banyo için hamama gidilir. Elektriklerse saat 11.00’de kesilmektedir. 

Onlar Üşümez, Şehir Çocuğu Değil ki 

Kalkma ziliyle uyanır Avar. Etraf bağırtılı, gürültülüdür. Dört çocuk çömelmiş koridor siliyor başlarındaki hademeler ise emir veriyordur. Avar çok şaşırır, anlam veremez bu duruma. Nasıl olur da eğitim için getirilen öğrencilere iş yaptırılır. Hava çok soğuktur, su soğuk, çocukların elleri morarmış, parmakları şiş, üzerlerinde ince giysiler... Eğilip bir öğrencinin açılan düğmelerini iliklemek ister. Fakat çocuk vuracak düşüncesiyle kendini geri çeker. Çünkü onlar bu zamana kadar kendilerine uzanan bir anne eli görmemişlerdir. Bunun içindir ki uzanan her elden korkar olmuşlardır. Biraz önce çekinen çocuk, Avar’ın bu tavrı karşısında şaşırır ve tebessüm ederek, açılan düğmesini iliklemesine izin verir. Orada bulanan bir hademenin tavrı ise çok ilginçtir: 

-Zahmet çekme hoca hanım, onlar üşümez. Şehir çocuğu değiller ki, dağ ayısı hepsi. 

Sıdıka Avar çok üzülür bu duruma çok da sinirlenir. Onların hepsi insan yavrusu, diyerek azarlar hademeyi. 

Saat 08.05’ten sonra Enstitüler gelir. Yatılılar onların hizmetçileri durumundadırlar. Çantalarına kadar yatılılar taşır. 

Okul binası hastane binası olarak yapılmış, iki katlı bir binadır. Bodrum kat, mutfak, yemekhane, erzak ambarı, kömürlük ve iki kat merdiven altından ibarettir. Okulun iki katında 13 tane atölye ve sınıf olabilecek genişlikte, 14 tane küçük ve çok küçük oda vardır. Avar birkaç gün sonra yemekhaneye iner. İnşaat tezgâhından yapılmış, üzeri kazan karası olmuş iki masa görür. Bunlar üzerine muşamba serilerek yemek yeniyor. Karanlık, kara bir mutfak, küçücük bir yemek sobası... Kısaca mutfağın hali perişandır. Yurtta ise kullanılamaz dolaplar vardır ve bir yatakta iki öğrenci yatmaktadır. Öğrenci başına bir dolap düşmez bile. Çocuklara battaniyeyi az verdikleri için birbirlerinden battaniye kaçırırlar. Öğrencilerin battaniyeleri gece yere düşmektedir. Bunu önlemeyi aklına koyan Avar her gece öğrencileri dolaşarak üzerlerini örtmektedir. 

Avar‘ın gittiği okulda yatılı kısım üç yıla bölünmüş, özel bir müfredatla öğretim görmektedir. Haftada kırk dört saat ders yapılmakta, daha çok Türkçeye, daha sonra da Tarih Bilgisi, Yurt Bilgisi, Matematik, Sağlık Bilgisi, Çocuk Bakımı gibi dersler verilmektedir. Ev İdaresi, Yemek, basit dikiş ve nakış gibi sanat dersleri de verilmektedir. 

Atatürk, bu dar köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş ve bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. 

Avar, çocukların üzerlerinin eski olmasından ve ayaklarında ayakkabı olmamasından şikâyetçidir. Müdüre Hanıma çocuklarının çıplaklığından bahsederek bu şikâyetini dile getirir. Müdüre Hanımın verdiği cevapsa, açık ve nettir: 

-Tahsilât yok! Cevabını verir. 

Dağ Çocuğu 

Bir Pazar günüdür. Çocuklar telaşlı, çünkü banyo için hamama gidecekler. Öğrencilere verilen giysiler ise bir Amerikan gömlek bir de don. Büyüklere ayrıca bir de peştamal verilmektedir. Pansiyonluların ve hademelerin bohçalarını dahi yatılılar taşımaktadır. Avar’ı, “Bu soğukta, bu çıplak çocuklar sıcak hamamdan nasıl dönecekler?” diye bir telaş almıştır. Öğleye doğru öğrenciler birer ikişer gelmektedir. Hepsinin soğuktan kızaran burunları ve buzlanan saçları... Avar hepsini sıcak bir odaya alır. Girenlerin saçlarını yoklamak için elini uzattığında siper alıyorlardır. Demek ki çocuklarda dayak korkusu vardır. Orada bulunan hademeye; 

-Ya bunlar zatürree olurlarsa? Diye sorduğunda aldığı cevap yine yürekleri donduruyordur: 

-Onlar dağ çocuğu... Senin gibi nazik şehir çocuğu değil, cevabını alır. 

Avar‘ın ilk derse girişi muhteşemdir. Dersi Türkçedir. Sınıfa gülümseyerek girer. Çocuklar rap diye ayağa kalkarlar. Başlar yukarıda, vücutlar dik... Avar çocuklara, “Günaydın!” der. Çocukların hepsi birden “Sağ ol!” cevabını verir. Bu durum Avar‘ı güldürür. “Onları bir askerlik oyunu oynarken buldum sanki” der. Fakat bu selam, bizzat Paşa tarafından öğretilmiş bir selamdır. Kızlarla tanışır. Kız çocuklarına verilen isimler dikkatini çeker. Fincan, Fintas, Sisan, Kumru, Gazel, Anik, Saray... Öğrencilere komik hikâyeler anlatır. Onlara gülmenin ayıp olmadığını öğretir. Çünkü çocuklar o zamana kadar gülmeyi ayıp olarak görmektedir. Çocuklar Avar’ı çok severler ve derslere hep onun gelmesini isterler. 

Yine bir sabah Avar nöbetçidir. Kalktığında öğrencilerin kimini odun taşırken, kimini temizlik yaparken bulur. Bu duruma karşı çıktığında, hademelerden almış olduğu cevapsa yine aynıdır: 

-Elbet yapacaklar onlar isyan eden Kürtlerin dölleridir. 

Avar yemekhaneye iner. Aşçı yanında çalışan öğrenciler vardır. Bu durumdan da çok rahatsız olur Avar. Çünkü aşçı genç bir delikanlıdır. Kahvaltıda pansiyonlu öğrencilere on beş yirmişer zeytin verilirken, yatılılara üçer verilmektedir. Bu durumun nedenini sorunca hademeler hep bir ağızdan; 

“Onlar zeytin yemezler. Hatta zeytinyağlı zeytinyağlı yemek de yemezler. Onlar köylerinde görmemişlerdir. Onlar bulgur pilavı ve yoğurt yerler, ” diye dalga geçerler. Yatılılarla pansiyonluların yemekleri bile ayrı tencerelerde yapılır. Tatlılar, yatılılara ikişer, pansiyonlulara dörder verilmektedir. Hademeler ise çocuklara vermedikleri tatlıları, kendi evlerine götürmektedirler. Akşam evlerine giderken de yurttan torbalarla ayrılırlar. Yani yurtta adaletsizlik üzerine kurulmuş bir düzen mevcuttur. Avar’ın düşüncesi ise kurulu olan bu düzene adalet kisvesini giydirmektir. 

Aradan beş ay geçmiş. Yurtta adaletsizlik almış başını gidiyorken, bunun üzerine bir de cezalar eklenmiştir. O kadar ki çocuklar artık, banyo musluğunu kırdıkları için bile ceza alır olmuşlardır. Yirmi dört saatlik açlık cezası... Avar’ın gönlü buna dayanamaz. Verilen cezaya karşı çıkar fakat kendisine yardımcı olacak tek taraftar bile yoktur. Öğretmenlerin tümü öğrencileri haksız görür. Avar öğretmenlere, Yönetmelikte böyle bir cezalandırmanın olmadığını söyleyerek, bu kararlarından vaz geçirir onları. Çocukların da, öğretmenlerinden özür dilemelerini isteyerek, öğretmenleri tarafından affedilmelerini sağlar. 

Yeni görevim 

Nurettin Boyman Avar’a yeni bir görev vermiştir. Artık Avar’ın işi, Türk misyonerliği yapmaktır. Yatılıları özümseyecek, öğrencilerle o ilgilenecektir. Bakanlık, Yatılı Akşam Kız Sanatı’nın amirliğini artık ona vermiştir. Şimdiye kadar Avar’a karşı olan ve onu hiç sevmeyen hademelerin ağzını ise bıçak açmıyordur. Herkesin düşüncesi şudur: Yatılılar artık sırtlarını dayayacak insanı bulmuştur. 

Yeni görevine temizlikle başlar Avar. Köylerden gelen çocuklarda bit bulunur. Bunun için Avar Küçüklerin saçlarını tarar, güzel bir şekilde keser, yıkar, temizler. Bir anneden farksızdır Avar onlar için. Belki de annelerinden görmedikleri ilgiyi, sevgiyi onda buluyorlardır. Çünkü o öğrencilerin Avar analarıdır. Akşama doğru onlara Alibaba oyununu öğretir. Türküler öğretir, şarkılar söyletir. 

Yine bir sabah gürültüyle uyanır Avar. Koridorda altı kız elleri bağlı, hademelerden dayak yemektedir. Suçları ise yurdun iki ateşli ütüsünü kazayla kırmış olmalarıdır. Hademelerin elinden sopaları alarak onları azarlar Avar. Bu soruna da çareler aramaya koyulur. 

Yeni görevini büyük bir aşkla yerine getiren Avar, hamam günü öğrencilerine sabunla iyice temizlenmelerini, bitlerinden arınmalarını iyice tembihler. Fakat içi rahat etmez yine de öğrencilerini hamamda kontrol etmeyi ister. Hamama bir girer ki işler düşündüğü gibi yürümemektedir. Kurnaları hademeler işgal etmiş, yatılılar onlara hizmet etmektedir. Bu duruma çok kızar Avar. Hademelere uyarılarını yapar. Dışarı çıkar. Hamam sahipleri ile soyunma odası sorununu halleder. Sonra da Müdüre hanımın yanına çakarak, artık hamam günlerinin kontrolünü almak istediğini söyler. Öğrenciler kendilerine analık yapan bu kutsal kadını velilerine tanıtırlar. 

Çamaşır günüdür. Her leğende, bir hademe ile üç kız çamaşır yıkamaktadır. Yatılılara leğenlere su koydurur ve çoraplarını yıkatır, eskilerini diktirir. Çocukların topukları kapanır, çorapları temizlenir. Sınıfa yayılan o pis koku da kaybolur. 

Okula paşa gelecektir. Okulda müthiş bir heyecan... Paşanın çok sinirli olduğu söylemleri ortalıkta dolaşmakta ve herkes paşadan çok korkmaktadır. Korkmaktadırlar, çünkü paşanın görevden alma yetkisi bile vardır. Fakat Avar Paşayı çok sever. Onun sert mizacının altında babacan bir kişiliğin yattığının farkındadır. Paşa da Avar’ın eğitim aşkına, savunduğu dava uğrundaki fedakârlığına hayran kalır. Batılı bir insanın özellikle Doğuyu seçmesi, “bu dava benim davam, bu vatan benim vatanım, ” deyip rahatını bir an bile düşünmemesi, paşayı duygulandırmıştır. 

Avar çocuklarını 20 Mayıs’tan itibaren tatil için köylerine gönderir. Onlara giderken kendilerine iyi bakmalarını, hasta olmamalarını, evlerini ve kendilerini temiz tutmalarını, bitlenmeden gelmelerini tembihlemiştir. 

Elif İle Fincan 

Elif ile Fincan 13 yaşlarında iki kız çocuğudur. Aynı köyden Fincan Şahin, Elif’in yanından hiç ayrılmaz ve ona verilen işleri hemen yetişip o yapar. Elif ona karşı baskıcıdır. Fincan ise sanki onun emir eridir. Avar Elif’i uyarır ve Fincan’a karşı böyle davranmamasını söyler. Fincan ile Elif arasındaki ilişkiyi anlamakta çok zorlanmıştır. Fakat bu durumun sebebini yıllar sonra öğrenir. Edindiği bilgiye göre Elif’in dedesinin büyük bir ağa olduğunu, amca ve babasının kırk iki köy sahibi büyük bir ağa olduklarını, Fincan’ın babasının da bu ağaya düşen yanaşmalardan biri olduğunu öğrenir. Dolayısıyla bu zavallı kulların çocukları da ağanın malı sayılır ve Fincan da Elif’in emri altında olan bir yanaşmadır. 

İlk Önlemler 

Avar’ın okuldaki tatil yaşantısı, müdire hanımla yaklaşmasını, anlaşmasını sağlamıştır. Müdire hanım ona eğitimde geniş yetki vermiştir ve öğrenciler hakkında aldıkları tedbirler vardır. Kısaca bunlar; 

1- Yatılıların saçları kesilmeyecek, temizliklerini Avar üstlenecek,  

2- Hademe tahakkümünden çocuklar kurtarılacaktır,  

3- Yatılıların okul içinde temizliğinde ıslahatlar yapılacaktır,  

4- Aşçı yanına yardımcı öğrenci gönderilmeyecektir,  

5- Sebze ayıklamak için öğrenciler etütlerden alınmayacaktır,  

6- Hademeler öğrencilerden sonra yemek yiyecektir,  

7- Giyimde çocuklar düşünülecek, hamam havlusu tedarik edilecektir,  

8- Hamam sıkı kontrol altına alınacaktır,  

9- Enstitü ile yatılıları kaynaştırma politikası uygulanacaktır. 

Bunun ardından Avar hademelerle konuşarak, takınacakları tutumları şöyle açıklamıştır. 

1- Öğrenciye kötü söz söylenmeyecek, küfür hiç edilmeyecek, dayak asla olmayacaktır. Temizliği hademeler yapacaktır. 

2- Bütün sobaları erkek hademeler yakacaktır. 

3- Hamama giden hademeler, ilk öğrencileri yıkayacaktır, sonra kendileri yıkanacaktır. 

4- Akşamları evlerine giden hademeler nöbetçi öğretmenin kontrolünden geçecektir. 

Okulun ilk Mezunları 

1939-1940 yılında okuldan on üç mezun verilmiştir. Verilen bu mezunlardan bir tanesi Ankara Çocuk Yuvasına, Çocuk Bakıcısı olarak yerleştirilmiştir. Biri hariç diğerlerinin hepsi evlenmiştir. Hüsniye Köy Enstitüsü’ne girmiştir. Ata’nın söylediği gibi eğitim evlere, Avar’ın mezun edilen kızları ile yani ana ile girmiştir. 

Avar yeni gelen öğrencilerin saç temizliği ile de ilgilenmiştir. Hademeler kolay taransın diye çocukların saçlarını yıkamalarına izin vermiyorlar, yağlanıp bitlendiğinse ise kınıyorlardır. Avar, gelen her öğrencinin saçlarını kendi elleriyle temizlemiş, tertemiz çocuklar yetiştirmiştir. 

Öğrenci Toplamaya Gidiş 

Temmuz ayında Müdire Hanımla, Paşanın yanına giderler. Jandarmanın çocukları korkuttuğunu, ailelerin çocuklarını kimin okutacağını görmelerinin, aileleri rahatlatacağı düşüncesiyle, Paşadan öğrenci toplamaya kendisinin gitmek istediğini söyler. Paşanın: 

-“Kızım kelleni koltuğuna alıyorsun farkında mısın?” demesine karşı; “Eğer bu kelle, bu koltuktan düşerse, kızıma sahip çıkar mısınız?” diye, sorar. Paşa duygulanarak, “Evet” cevabını verir. Avar da selam verip çıkar. Hediyelerle köye ulaşırlar. Kişiler tarafından hoş karşılanırlar. Birçok zorluklarla karşılaşırlar. Araba yolunun olmadığı köyler vardır. Sorpiyana diye bir köye geldiklerinde hiç hoş karşılanmazlar. Onları evlerine dahi misafir etmezler. O soğuk dondurucu havada, kızıyla birlikte geceyi Karakolun bahçesindeki ağacın altında geçirirler. Sabah kendilerini donmuş bir halde bulurlar. Köylülerden ücretini ödeyerek ekmek almak istemişler, fakat ona bile olumsuz yanıt almışlardır. İşte bu köyde Avar: 

-“Bu köyden birçok öğrenci almalıyım!” diye düşünür. 

Avar’ın donsuz gelinleri, Elifleri, Fincanları vardır. Onlar Sıdıka Avar analarının, sevgi çeşmesinden yudumlayan kardelenlerdir. İşte Avar yeni kardelenlere su vermek için düşmüştür bu yollara. Bu kardelenlerden ikisi de dağdan indirilen Geyik ve Hayriye’dir. Saçlarının bitini, sırtlarının kurtlu yaralarını temizleyen ve onlara edebi, adabı, temizliği, sevgiyi, saygıyı, bilgiyi, sonsuz sabrı, aşkıyla aşılayan Sıdıka Avar’dır. Onlar için gelen Fethi Atalay gibi yazarlardan kitaplar istemiş, eğitim adına tırnaklarıyla savaşmaya yılmadan devam etmiştir. 

1940-1941 Ders yılı 

Bu ders yılında okula gelmesi şüpheli olanlar bile gelmiştir. Yeni gelenlerle ilgilenmeleri için eski öğrencilerinden 3. sınıfı teşkilatlandırmıştır. Yeni gelen öğrencilere onları abla tayin etmiş ve “hangi kardeş düzgün değilse, onun ablasının notu kırılacak, ” demiştir. Avar’ın bu tutumu onları idarecilerle çalışmaya ve kendilerini idare etmeye alıştıracaktır. Aynı yıl sıtma hastası diye getirilen bir öğrenci hamile çıkmıştır. Avar’ın peşini zorluklar bırakmamıştır, fakat o zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır. Emanetini bırakmak için geleni boş çevirmemiş, elinden gelen yardımı sarf etmiştir. 

Bilim adamları Elazığ’a gelmişlerdir. Gelen bu fedakâr insanlar gidene kadar ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışmışlardır. Doktorlar hastalara şifa dağıtırken, sular temizlenmiş, herkes elinden gelenin fazlasını yapma gayreti göstermiştir. 

Yeni ders yılında yirmi bir kayıt yapılmıştır. Ondört yaşından yukarı öğrenci yoktur ve çoğu bitsiz ve temizdir. 

Tokat Bir Bağ İçinde 

Yeni bir tayin var. Kuruluşu gecikmiş Kız Enstitüsü kurulacak, öğretime başlatılacaktır. Kızlarından çok zor ayrılmıştır ve “her ayrılışın, biraz da ölüm olduğu” anlayışındadır. Tokat’a ulaştıklarında bir veli ile tanışıp anlaşır. Avar bir hademe ile kalacak, gece onunla çalışıp, gündüzleri ev ev öğrenci toplayacaktır. Kayıt işi yapmadığı dönemlerde okulun perdelerini falan dikecektir. Bu arada da öğrencilerinden çanta dolusu mektuplar alır. Ondokuz günde okulun açılışını yapmışlardır. Bu kadar kısa bir sürede açılış yaptıkları için İnönü ve Maarif Vekili H. Ali Yücel’den tebrik telgrafları almışlardır. 

Sonra tekrar tayinini Elazığ’a aldırmıştır, fakat karşılaştığı sahne yine çok vahimdir. Çocukların ayakları yalındır. Su deposunu genişletmeye ve hamam sorununa çareler aramaya başlamıştır Avar. Öğrencilerin dolap, giyim kuşam gibi eksiklerini gidermeye çalışmıştır. 

Elazığ’da sulardaki garip koku ve değişik tat üzerine su depolarını temizlemeye başlamışlardır. Depolardan kuyruklu mantar zannettikleri şişmiş fareler çıkmıştır. Avar bu kuyuları yedi defa sabunlayıp, yirmi defa durulama yapar. Böylece suları da temizlenir. Temizlik işlerinden sonra Avar öğrenciler için yılbaşı eğlencesi tertipler. Burada 23 Nisan, Cumhuriyet Bayramından sonra kutlanan ikinci kutlamadır. 

Avar‘ın bin bir özenle yetiştirmiş olduğu kardelenlerinden, güzel yerlere gelenler de vardır. Mezun olan öğrencilerini, Akçadağ’daki Köy Enstitüsüne yerleştirir. Avar’ın, köyde okul açıp ders veren öğrencileri yanında, ağayla evlendirilmek istendiği için intihar eden kardelenleri de vardır. 

Düşem Yollara Yollara… 

1944-1945 ders yılında köy kızlarının toplamı yetmiş beşe çıkmıştır. Kadroyu doldurmak için otuz üç öğrenci daha lazımdır. Tunceli merkezleri ile Hozat, Pülümür köylerine girmek gerekmektedir. O tarihlerde otel yoktur, evlere misafir olunmaktadır. Fakat dağ köylerinde yol bile yoktur. Fakat Hozat köylerinde çok iyi karşılanıyorlar. Çünkü burada öğrencileri bulunmaktadır. 

1944 öğretim yılında İnönü Avar’ı ziyarete gelir ve yapılan her şeyi çok beğenir. Öğrencilerin Türkçeyi ana dili gibi kullandıklarını görünce çok mutlu olur. 

Avar yeni nesil öğretmenlerin doğuda görev yapmak istememesinden şikayetçidir. Ona göre bu mesleği zorla yapan değil, doğusunu batısını ayırt etmeden vatanı, milleti uğruna canla başla bir şeyler yapmaya çalışan, mesleğine emellerini bağlamış öğretmenler lazımdır. 

Yeni Pabucumu Nenem Görsün Diye Gittim 

Yurttan iki çocuk kaybolur. Aramalara rağmen bulunamaz. Birkaç gün sonra çıkagelirler. Amaçları köylerine gidip Avar’ın dağıtmış olduğu ayakkabıları nenelerine gösterip gelmekmiş. Fakat gelene kadar ayakkabıları tekrar eskimiştir. 

Bu dönemde Enstitüye, yirmi beş çocuk da Bingöl’den almak istemektedirler. Avar Kirmanca ve Zazaca bilen iki öğrencisini yanına alarak yola çıkar. Yolda çukurlar, çamurlar, bataklar aşarlar. Yirmi günlük yolculuk ve çekilen bir sürü zorluktan sonra Bingöl’ün Simsör Köyüne ulaşırlar. Bu köyde, “kızları alıp İngiliz’e Rus’a vereceklermiş, Kürtlerin soyunu bozacaklarmış, ” diye bir laf yayılır. Bu yüzden kimse onları hoş karşılamaz. Kovan kovana… Köy muhtarı bile evine almak istemez onları. Vali’nin selamıyla girerler muhtarın evine de. Avar bakar köyde derdini anlatacak insan bulamaz ve camiye gitmeye karar verir. Çünkü o gün günlerden Cuma’dır ve biliyor ki herkes camide toplanacaktır. Camide insanlara açıklamasını yapar: “Kızlarınızı biz emanet alacağız, nasıl almışsak öyle de geri teslim edeceğiz, ” der. Fakat bu köyden öğrenci almak nasip olmaz. 

Gezdiği diğer köylerin çoğunda da aynı hadise ile karşılaşırlar. Hatta Çağan Köyünde “Hükümet gelip çocukları alacak, İngiliz’e Rus’a verecek, ” diye tüm kız çocukları bir gecede evlendirilmiştir. Avar köylerden öğrenci toplarken çok aç kalmıştır. Cebindeki leblebileri öğrencilerine verirken, kendisi açlığını böğürtlen dalları yiyerek bastırmıştır. Yolda karşılaştıkları Derdi ismindeki bir kız çocuğunu ertesi gün almaya gittiklerinde evlendirilmiş olarak bulurlar. Bu durumla çok karşılaşmıştır Avar. Gittiği bazı köylerdeki kadınlar tarafından büyük bir ilgi ve merakla karşılanır. Okuma yazma bilmesine, yazı yazmasına, devletten para almasına şaşırır kadınlar. Çünkü bunlar onlara göre sadece erkeklerin yaptığı şeylerdir. Karşılaştıkları bu durum karşısında kızlarını göndermek isterler aslında hepsi ama çekinirler, önce çıkan dedikodulardan korkarlar. 

Derviş Efendi ve Karıları 

Gittikleri köylerden birinde hatırı sayılan bir derviş bulunmaktadır. Avar bu dervişle görüşmek ister. Çünkü kızını vermede onu ikna edebilirse, tüm köylü kızlarını göndermede ikna olacaktır. Derviş kızını gönderdiğini söyler ama Avar’la görüşmek istemez. Gönderilen elçiyi de kovar. Fakat Avar’ın evine gitmesi ve ona dokunaklı birkaç söz söylemesiyle yumuşar ve Avar’ı kolundan tuttuğu gibi bırakmaz. Derviş Efendi göründüğü gibi bir insan değildir. Evinde eşleri ve çocuklarıyla beraber yemek yiyebilecek kadar medeni bir insandır. Eşleri de oldukça temiz insanlardır. 

Avar gezdiği köylerde çok mükemmel insanlar görür. Hoş karşılanır. Fakat bunun tam tersi olduğu zamanlar da olmuştur. 

Avar’ın köylerden topladığı konuşmayı dahi bilmeyen, temizlik namına hiçbir şey görmemiş çocuklardan, ütüsüz çamaşır giymeyen temizlik abidesi insanlar çıkar. İşte bu çocuklara her türlü eğitimi veren o gönül insanı, öğrencilerinin tabiriyle, “Avar Ana”dır. 

Avar çocuklara gezi düzenler. Onlara görmedikleri yerleri, ülkenin dört bucağını gezdirir. Farklı ve güzel yerler gören öğrenciler Avar’a: 

-“Allah bu kadar güzel yer varken, bizi neden dağa taşa atmış, biz ne yaptık ona?” derler. İşte bu güzel öğrencilerden, köyüne muhtar olan Fatma Demirler çıkar. Avar çeşitli köylerde kurslar açmıştır. Palu’da açtığı kursu da Kovancılara taşımıştır. Bu kursları açarken çok büyük sıkıntılar çekmiştir. Tek gayesi eğitimdir. Susamış gönüllere bir damla da olsa su yetiştirebilmek, uzanan her avuca varını yoğunu koyabilmektir. 

Avar gitmiş olduğu köylerde alışkın olmadığı şeylerle de karşılaşır. İnsanlara derdini anlatmak için gittiği bir köyde kendisini dinleyen kadınların ağızları gözlerine kadar kapalıdır. O, onların rahat etmelerini ister ama açtıramaz hiç birine yüzünü. Köyün birde şeyhi bulunmaktadır. Kadınlar şeyhin sohbetine gittiklerinde, o kapalı yüzleri açılıverir. Bu duruma çok şaşırır Avar. İnsanlara cehaletin yaptıramadığı şey yoktur, diye düşünür. Yine bir gün Hozat’taki kurs eşyalarını Çemişgezek’e naklederken, büyük sıkıntılar çeker. Eşyaları yolun ortasına bırakıp giden şoförle kavga eder. Fakat o eşyaları orada bırakmaz. Başında gece boyunca nöbet tutar. Çünkü onlar eğitim yolunda kullanılacak velinimetlerdir. Bir eğitimci için de vazgeçilmezdir. Kendisine gelen milletvekili olma teklifini kabul etmez. 

Daha sonra Avar, Tevfik İleri’nin iltifatlarına mazhar olur. Aynı yıl içerisinde Amerika’ya davet edilir. Oraya gittiğinde Avar şunları söyler: 

“Mükemmel okulları gördükçe, yavrularım için yüreğim yanıyor. Muazzam imkanlara sahip Home Economics (ev ekonomisi) Enstitüleri ziyaret ettikçe, gözlerimde kıskanç bir arzuyla kızlarım canlanıyor. Yarabbi ne kadar geri, ne kadar fakir bir millet olmuşuz. Acaba kaç senede bu düzeye çıkabiliriz.” 

Gezdiği yerlerde Avar’ın dikkatini en çok çeken şey köy kursları olmuştur. Bunları şöyle anlatmaktadır. 

“Amerika’da bizim bildiğimiz köy olmamakla birlikte, birkaç evin bulunduğu bir yerde hemen bir sosyal faaliyet başlıyor. Kurslar, ihtiyaç beliren yerde açılıyor. Eğitim tam manasıyla serbest. Müfredat programı, eğitim tarzı her eyalette değişiktir. En çok beğendiğim yönü, her okulda zenginler tarafından pavyonlar kurulmuş olmasıdır. Okulda yaş sınırı yoktur. Öğrenciler için mahalleler kurulmuştur.” 

Avar’ın seyahatinde en ilgi çeken şey, dağlı çocuklara ait Berea Okulu olmuştur. Senelik üçyüzelli dolardır, fakat öğrencilerden para alınmaz. Öğrenciler bu parayı çalışarak öderler. Avar, “Elli sene okumuş olsaydım, bu derece istifade edemeyecektim, ” diye anlatır bu gezisini. 

Yalnız İngilizce Anlaşabildiğimiz Azaper Muhtarı 

Avar, sonbaharda öğrenci toplamaya Azaper‘e uğrar. Bu köyde kimse Türkçe bilmez. Buna muhtar da dahildir. Muhtarla İngilizce konuşarak anlaşırlar. Muhtar iki yıl Amerika’da bulunmuş iki kadınla evlenmiştir. Fakat ikisi de işe yaramaz, diye anlatır. Bir çocuğu vardır ama “öyle pis ki, bir gün onu tutup sevemem, ” der. Avar’dan istediği tek şey ise, kızları götürüp onlara temizlik öğretmesidir. Fakat tüm çabalara rağmen bu köyden bir kız öğrenci bile alamazlar. 

İller Kanunu 

Öğretmen okuluna intikal eden Halkevi Kütüphanesi çok zengindir. Bir gün Vali Bey birkaç kişi ile Öğretmen Okuluna gelerek kütüphanedeki dolapları görür, birkaçını şehir kütüphanesine nakletmek istediğini söyler. Sıdıka Avar’sa, o dolapları çok zorluklarla yaptırdıklarını anlatarak, bu görüşe karşı çıkar. Vali ise ona: 

-“Sen İller Kanununu bilmiyor musun?” diyerek, onu Palu‘ya sürmekle tehdit eder. Vali, Celal Yardımcı’ya heyetle gitmiş, Avar’dan bahsederek vilayetten alınmasını istemiştir. Bunun üzerine Avar, Celal Yardımcı’nın yanına gider ve olayı olduğu gibi anlatarak, bulunduğu yerden ayrılmamak istediğini, dile getirir. Herkes seferber olmuştur onun için. Kızları gruplaşıp Valiye gitmeyi bile düşünürler. Fakat bütün çabalara rağmen Avar yolcudur. 

Kız Enstitüsü Müdüresi Sıdıka Gidiyor 

Avar, sürgün sebebiyle Elazığ’dan ayrılıyor. Gazeteler, halk, öğrenciler isyandadır. Avar, öğrencileri üzülmesin diye mesaj bırakıp öyle ayrılır. Fakat peşinden mektup üzerine mektuplar alır. Avar’ın suçlandığı şeyler ise şunlardır: 

Müdüre Sıdıka, Köy Kızları Teşkilatını yemek içmek için kurmuştur. Sonra Avar’ın soruşturmaları biter ve Elazığ’a tekrar döner. Herkes korku içerisindedir. Köylüler bile, “eğer tekrar gideceksen, kızlarımızı vermeyelim, ” demişledir. Çünkü onun kadar hiç kimseye güven duymamışlardır. 

Avar’a ayrılmadan önce öğrencileri bir veda gecesi hazırlarlar. Öğrenci teşkilat başkanı geceyi şu şekilde açar: 

Kıymetli büyüklerim, sevgili arkadaşlarım,

Sizlerle bu salonda pek çok defalar toplanmış, bazen acılarımızı paylaşmış, bazen neşemizi birbirine katmıştık. Oynamış, eğlenmiş veya beraber ağlamıştık. Yine bu salonda ayrılık rüzgarlarının estiği zamanlar olmuş, yine bu salonda hasretimize kavuşmanın heyecanını tatmıştık.

Fakat bu gün hepimizin namı hesabına söyleyebilirim ki, gözlerimiz hiç bu kadar dolmamış, bu kadar ıstıraplı bir ayrılış olmamış, kalplerimiz yine bu kadar yasla çarpmamıştı.

Bugün buraya kıymetli büyüğümüzü, anamızı, kalbimizin bir parçasını aramızdan ayırmanın üzüntüsünü ve heyecanını beraber anmak, bu ayrılığın bize vereceği büyük elemi gözyaşlarımızla akıtmak için toplandık.”

Avar’da bu geceyi şu şekilde aktarmaktadır: 

“Hepimiz ağlıyorduk. Önce ben toparlanıp programın tatbiki için gözümde yaş, dudağımda yalancı gülücükle, içim kan ağlayarak ortaya çıktım. Manzume okuyacak çocuklar hıçkırmaktan devam edemiyorlardı. Üzüntüyü dağıtmak için dans plakları koydum.

Yatılı köy kızlarımızdan bu yıl Enstitü 1-B şubesinde okuyanlar, bu ayrılık için manzume hazırlamışlardı. Birkaç el değiştirdikten sonra ağlayarak okundu ve bana armağan edildi.

Her sınıfta ayrı ayrı resim çekiyorduk. Bu son hatıra resimlerinde birbirimizin üzüntülü yüzlerini değil, güleç yüzlerini yaşatmak için görünüşte gülüyoruz...

Yatılı çocuklarım beni geçirmek için o kadar ısrar ettiler k, i vekalet yapan arkadaş kabule mecbur oldu.

Elazığ’ın loş istasyonu o kadar kalabalık ki, o dertli kafamla kimlere veda ettim, hiç bilemiyorum.

Son çocuklarımla son kucaklaşmaya geldiğimde, kenetlenmiş bir top haline gelmiştik. Ağlayan, hıçkıran bir küme. Nihayet Aile Yönetim Kurulu’ndaki babalar bizi ayırabildiler. Tren hareket ederken eşiğe atladım. Pencereye koştum.

Bütün kalabalık mendil sallayıp “güle güle” derken çocuklarım, trenle koşuşuyorlar. Katar hızlandıkça, koşan kalabalık azalıyor, karanlıklar içinde “Avar!... Avar! ...” sesleri gittikçe zayıflıyor, yerini raylardaki teker gürültüsüne bırakıyor. Kulağıma içerden, vagonun loşluğundan da hıçkırıklar geliyor.

Gecenin karanlığında doya doya ağlıyorum.”

“Ey Mastarlar‘ın, Hazarlar‘ın, Gölcükler‘in, Muratlar‘ın ülkesi Elazığ. Ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Ulu ovalar‘ın evlatları. Ey Tunceli ve Bingöl’ ün göklerle yarışan çetin dağları. Bağrını bin bir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları. Hepinize gönül dolusu selam, sevgi ve saygılar...

 Ey saadetinize sevinç, dertlerinize gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!

 Uğrunuza serdiğim 20 senenin kahırları, dertleri, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!

 Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze Allah’ın rahmeti gibi yağsın ve mesut olun!”

Diyen, Sıdıka Avar 1959’da kendi isteği üzerine İstanbul Sultan Selim Kız Enstitüsüne Edebiyat Öğretmeni olarak atanır. 27 Mayıs 1960 devriminden sonra Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğüne getirilir. Sonra da İstanbul, Nişantaşı, Kız Enstitüsüne Edebiyat Öğretmeni olarak geçer. Oniki yıllık emeklilik hayatından sonra 16 Haziran 1979’da hayata gözlerini yumar. 

Sonuç: 

Sıdıka Avarlar, fiziksel olarak ölürler ama fikren sürekli yaşarlar. Avar'ın anısı önünde eğilmek, saygı değil, bir görev olsa gerek.

 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..