Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '07

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Datça'da limon rengi bir dolunay altında...

Datça'da limon rengi bir dolunay altında...
 

Datça sevgilim... Sentected bir şarkısında ne diyordu, çevireyim mi? "Al bu aşkı, sevgilim, kalbine bas..." Bakma bu grubun Finlandiyalı olduğuna, yüreği benim gibi ateş içinde.

Nasıl kavuşmuştum sana, kendimden çıkıp, hangi şiirlerle savurmuştum uzun saçlarımı:

Kalbimdeki yaralar mühürlenmeden kabuklarla
derin bir uykudan uyanıyor kalbim,
içime yerleşmiş gök rengi bir fırtına.
Her öpüşmesinde sesimizin, her savruluşunda meltemlerin
tenim esrirken çığlık çığlığa
göğsümü yakarken ellerin
limon rengi bir dolunay altında Datça'da...

İşte öyle bir sabah girmiştim sana... Uçurumlarına dağılmıştı da sesim, geri alamamaıştım. Uykudan uyanışının fotoğraflarını çekmiştim şafak sökerken üstünde, sen dalgalardan battaniyeni üstünden kaldırırken.

Tam da o an düşünmüştüm, bir kıyı kasabasına ne zaman "girilir" diye...

Bir kıyı kasabasına en çok ne zaman girilir?
Türkçe sözcüklerin yetmediği
masmavi koyların şafakla öpüştüğü vakit mi?
Sen sıcak bir ekmeğin sıcaklığıyla
uyurken omzumda
resmini yaptım çırılçıplak uzanan bacaklarının
sevgilimden gizli...

Süt rengi gömleğimde biriken kelebek ölülerini
serpttim sonsuzlukla öpüşen uçurumlara
mavi mavi bir bulutun içinde uyanmadan yaz...

Ağzından öptüm, kıpkırmızı mercan dudaklarından
ne zaman derinliklerine dalsam
tutup ellerimden sürükledin beni kalçalarına kadar.
İzmir'den geldim, saçlarımda imbat esintisi
saatler geçti, rüzgârın koynunda estim durdum öylece
dizginsiz ve dört nala...

Hiç eksik olmuyor Datça'nın rüzgârları... Esiyor da esiyor. Rahatlatıyor da rahatlatıyor, Eski Datça'nın arnuvut kaldırımlı yollarında; Can Yücel'in mezarı başında...

Baba, sen şimdi öldün mü?! Şaka yapıyorsun değil mi bize?! E peki kim sövecek sömüren sisteme, kim dövecek bu boş konuşan şairleri?

Cemal Süreya kızdırınca kim çıkaracak "şeyini" baba, söyle! Kim güldürecek bizi sizin gibi... Cemal ile orada kafayı çekiyorsunuz, bizi bıraktınız burada...

Biz de köy ayranı içiyoruz Datça'da baba, ne yapalım? Senin masana bakıyoruz, kütüphane olan odana, bahçene... Güler Abla'yı rahatsız etmeden, uzaktan uzaktan... Şair, yazar Aydın Şimşek'le...

Sonra Güler Abla, senle karşılaşmıştık da, benim "Limon rengi bir dolunay altında renkler içinde yüzün öpüşlerimiz" adlı bu şiirimi istemiştin hani... Can Baba'ya okudun mu bu şiiri benim için?

Rüzgârla savruluyor uzun saçlarım... Birbirine karıştıyor her şeyi Datça rüzgârları, yaz ile aşkı, şiir ile şarabı, ölüm ile sonsuzluğu...

Eski Datça'lı dedeler diyor ya, "Allah uzun yaşamasını istediği kulunu buraya getirirmiş diye", haklısınız galiba. İnsanın ömrü uzuyor burada gerçekten...

Rüzgar yayıldıkça tohumlar ve çiçek tozları da dağılıyor, denizin eczanesine dönen bir yarımada florası çıkıyor karşımıza. Bibereiyesinden pelinine, üzerlik otundan dağ nanesine, sumağından narpızına... daha nice ot, nice çiçek...

Cebimde eski mevsimlerin albümleri
ve tüm fotoğraflarda, cebimden bir beyaz mendil sarkar.
Can Baba, mezarının başında boş şarap şişeleri
belli, daha doyamamışsın şaraba
geçmedi benim de susuzluğum aşka
yürüyorum uyandırmadan bayırın çimenlerine uzanmış ölüleri
ve hayata karşı fiyakalı bir duruşum var.

Bir kıyı kasabasının mezarlığında fotoğraf çekilir mi?
Şiirle kuşatılmış Eski Datça sokakları
gece büyüdükçe büyüyor gözlerin
hangi kapıyı çalsam üstünde ünlü şairlerin ismi...

Fotoğraf çektirdim ya mezarının başında... "Niye?" diye sormadan edemedim! "Niye bir mezarın başında fotoğraf çekilir?..."

O hangi oteldi Can Baba, hani senin evinin dibinde, kapılarında ünlü ressamların ve şairlerin adı vardı...?

Ben hangi kapıyı çalsam bir şair çıkıyor, birkaç dize söylüyordu hani...

Işıklarla yıkanan bir yaz kasabasındayım
avucunun içinde boy atan bir menekşe gibi
limana nişanlı teknelerle sözleştik, açılıyoruz birazdan
belki Knidos olur, belki Akvaryum, belki Afrodit heykeli...

Mavi bir şafak vakti uyandırıp içimdeki gülleri
koştum sahiline uykulu adımlarla
elimde geceye tanık yastıklar
görünmeden aydınlığın yüzü
izledim çarşaflardan sarkan güzel bacaklarını.

Anladım, Datça'da olmak, limon rengi bir dolunayla
portakal rengi bir güneşin öpüşmesi...


Şiir: Ersan Erçelik, 3 Ağustos 2003, 2007.
 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..