Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '22

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

DAVRANIŞLARIMIZ

 
Birbirimize karşı olan yaklaşımlarımızda insanî kemâlât var ki bu çok önemli... Böyle bir yaklaşım/davranış modeli pek sık görülen bir düşünce tarzı değil.
 
Ancak ona biraz paralel gitmek ve uygun şekillerde bir yaklaşım yapmak doğru olacaktır diye düşünüyorum.
 
Bir İNSANSInın yani ‘evrimleşen’ bir insanın en üst noktası olan üstün ‘insan/evcil insan’ konumundaki bir insanın davranışları; evcil olmayan, hayvani duygulara sahip, ortalığı şiddetle kasıp kavuran ve insanlara yaşam alanı bırakmayan, ‘prefrontal kortex’ içindeki bir darlık alanında yaşamını devam ettiren bir olayı meydana getiriyor. Bu şartlarda bizim yaşadığımızı düşündüğümüzde, VAHDET anlayışıyla devam eden bir hayatı takip etmektense, HAKİKAT hükmüne aday olmak üzere yaşantımızı düzenlediğimiz takdirde; insansının İNSAN kemalatına uygun bir şekilde var olacağını kabul ettiğimiz ‘evcil insan’ konumundaki davranışlar mutlak bir şuur içinde olmalı, dengeli ve ölçülü gerçekleşmeli.
 
Hayat şartları içinde çok inişler çıkışlar olabilir; bunların oluşumu sırasında kendini dengede tutabilmeyi bilmeli, sabretmeyi büyük ölçüde sağlamalı. Anında verilen bir tepki, sonuç olarak çok büyük hatalara neden olabilir.
 
Başta değil ama sonra sonuçları görülüyor! 
 
Özellikle eşler konusundaki yaklaşımların toplumsal yaşamda büyük bir zafiyet oluşturduğu ve büyük ölçüde cinayetlere neden olduğunu düşündüğümüzde, onları artık evcil insan konumunda (ormanlık alan içinde) bırakıp, orayı mütalaa etmek pek işimize yaramayacaktır ama; Comfort Zone’dan çıkıp belli bir noktaya gelmiş olan, yani ‘delaletten HİDAYETe’ doğru bir adım atmış olabilen insanlarda bu türdeki bir yaklaşım soğuk kanlı, olaylarda tepki vermeden, astrolojik tesirlerin etkisinde kalmadan, ya da maruz kaldığı etkilerin sonuç olarak düzelebileceğini düşünerek, yaşanan bir takım olayların, kırılganlıklarının zamanla düzelebileceğini dikkate alarak, bir husumet beslemeden insanlık görevimizi yapmakta fayda var.
 
Bunları dikkate aldığımız zaman; pek tabiidir  ki toplum içinde nadiren de olsa bu tip insanlar çok muteber bir yere adım atıyorlar ve EMİN kişi olarak tanımlanıyorlar.
 
Ama EMİN kişi olmak yeterli değil. Kendisinden beklenen bir takım özellikleri ortaya koyan, herşeye boyun eğen bir insan modeli olarak bunların varlığı söz konusu  ama  sonuç olarak ‘Eşref-i Mahluk’ düzeyinde, hakikaten değerli olan yapıların, ancak yaradılış itibariyle bu şekilde yaşamlarına devam etmeleri pek de HALİFE özelliğine sahip olan insanlar açısından uygun görülmüyor.
 
Dolayısıyla; HALİFE İNSANın esas davranış modelinin özellikle bir emsal olarak ön plana alınması, yaradılış prensibi olarak değerlendirilmesi anlamına gelen bir yaklaşımı kabul etmemiz gerekir.
 
YARADILIŞ dediğimiz zaman emsal olarak alınan bu insanların pozisyonları, çok sıradan bir şekilde ortalıkta pek gözükmüyor, bunu da söylemekte fayda var.
 
Yaratılmıştan ziyade ‘meydana gelmiş’ şekliyle var olan bu olayda, yaratma pozisyonu pek de dikkate alınmaması gereken bir fiil olarak karşımıza çıkar.
 
‘Meydana gelme’ özellikleriyle var olan, HALAKA değil de CEALE özellikleriyle var olan bu insandaki davranış modeli kesinlikle ‘duygusal olmayan’ bir şekilde hayata devam etmesini sağlar.
 
Hayata devam ettiği sürece beklentileri de bir insansı gibi ya da evcil, vahşi insan gibi değildir, beklentileri törpülenmiştir.
 
Dolayısıyla beklentileri olmayan ve bir şeyleri de umut etmeyen, beklemeyen; zorda kalacak olan biri değildir ki umutla bir şeyleri beklesin!  Zaten bir insanın hayal ettiği şeyler kolay kolay gerçekleşemez bunu kabul etmek lazım.
 
Ama varsayım olarak kabul ettiğimizi düşünelim, bugün kabul edilen gerçeklerin oluşması sonuç olarak insanlarda çok fazla değişim yapmıyor. Yani bir insan daima mutlu olamaz, daima üzüntülü ve sıkıntılı da olamaz. Üzüntülü ve sıkıntılı durumları bir şekilde geçer gider, yerini  mutlulukları alır. 
 
Mutluluklar da devamlı değildir, gelip geçicidir; yerini sıkıntılı günlere terk edecektir.
 
Bununla ilgili bir Kudsi Hadis var:
 
“Eğer günah işlemeyen kavimler olsaydı, biz onları zorla günaha sevk eder sonra da tövbe ettirirdik.”
 
Dinde zorlama diye bir şey yok ama zorlama lafzını özellikle kullanarak; zorlamadan ziyade hayat trafiğinin yükselmesiyle alçalması bakımından böyle gerçekleşeceğine işaret eden bir açıklamayı ortaya koymuştur.
 
İnsan birden bire sinirlenebilir, karşısındakinin kalbini kırabilir. Veya dargınlığa sebep verecek şekilde hareketlerde bulunabilir. Bunun sonuçları baya ağır olur. Hem kendisi için, hem etrafı, hem beyin yapısı için bir tür dengeyi de oluşturmaz. 
 
Yani böyle bir harekete giriştiği zaman insanın, gerek TEVHİD EHLİ olsun gerek VAHDET EHLİ olsun kendini kolay kolay toparlaması mümkün değildir.
 
Beyin mütemadiyen o hareketlerle kendisini alaşağı eder, YAKAR.
 
Yanması da zaten o insanın kendi yaptığı davranışlardan ötürü cehennem boyutunda yanmasıyla alakalıdır. Bunların telafi edilmesi bu noktalar açısından bakıldığında mümkün değildir.
 
Eğer kendini bir üst noktaya boyutsal sıçrama yaparak, ŞUURSAL noktaya geçerek, yani İNSAN katmanında yerini alırsa o zaman davranış modelleri yerini ‘sakinliğe’ bırakır, tepkiler aşağı yukarı 0’a ulaşır.
 
Tepki oluşturulacak herhangi bir olay karşısında dahi sükunetini hiçbir zaman bozmaz.
 
Öyle ki o insanlarda bir takım manevi açılımlar da olabilir. Mesela KEŞİF veya FETİH dediğimiz özellikler de olabilir.
 
Keşfen bir takım şeyleri almış olduğunu düşünürsek; kesinlikle ‘bireysel’ olarak bir yaşama sahip olmadıklarından ötürü hayat çizgilerinde hiçbir zaman değişiklik olmaz.
 
En yakın akrabalarının öleceğini bilse veya kendi evlatlarının geleceği ona söylense, hiç bir şekilde çapraz bir olay olarak kabul etmeyip, onların karşısında madur da olmaz, mazuriyeti de olmaz.
 
BAKARLAR ve SEYREDERLER …
 
Zaten o İNSANlarda var olan şey; yaşam tespiti yapıp, SEYRETMEK denen olayı gerçekleştirmektir. Gerçekleştirebildiği kadar İNSANdır, aksi takdirde insansılardan farkı da kalmaz.
 
Farkındalık yaratacak bir özelliği olması için özellikle HALAKA üzerinde kurulu bir kompozisyon, bir kurgu vardır. Bununla ilgili o insanların ne şartlarda yaşadığını görmek istiyorsanız fazla uzağa gitmeye gerek yok,  akşam haberlerinde nasıl ve ne şekilde bir yaşam içinde olduklarını görebilirsiniz.
 
Hatta bunun size hiç uymadığını da düşünebilirsiniz. 
 
Bu türdeki düşünceler içinde olan; gayet sakin bir şekilde etrafındaki insanlara nazaran farkındalık yaratan insanları görebilir bundan memnuniyet de duyabilir ama memnuniyet duyması onun belli bir noktaya, belli bir idrak seviyesine gelmiş olması demek değildir. Hoşnut olması başka şeylerle de alakalı olabilir. Yani bir olay illa ki bir meseleden dolayı bir sonuç getirmez.
 
Hoşnut olması gerekiyorsa o olayla ilgili olarak bir mesele olacaktır ki hoşnut olabilsin.
 
(‘İlim maluma, malum ilime tabidir’ konularına artık girmiyorum)
 
İnsansı olarak ifade ettiğimiz bu insanlarda hoş anlar olabildiği gibi, muhataplarında da hoş anların devam etmesi ve bunun akabinde muhataplarından  hiç birşey beklenmeyecek şekilde çok ters şeylerin olması etrafımızda, toplumda, ülkeler arasında sıkça görülen olaylardır. Cinnet getiren, katliama neden olan bir takım insanların davranış modelleri hiç de umut verici yaklaşımlar değil.
 
Geçtiğimiz günlerde ABD’de bir okulun tek bir kişi tarafından basıldığı olayda, polislerin okulu kuşatmasına rağmen, okulu basan tek bir kişi olmasına karşın çok caydırıcı tehditlerle o insanı öldürme teşebbüsünde bulunmadılar. Fakat o arada ufak bir çocuğun bütün polis teşkilatını uyarmasına rağmen, polisler bir türlü etkisiz hale getiremediler. Davranışlarda böyle aksaklıklar da olabiliyor.
 
O aksaklıklar Merkür rötarıyla alakalı da olabilir, ters etkilerle de olabilir. Güncel olayların vorteksi sonucunda da gerçekleşebilir. Sadece tek bir neden yok. Ama bir sürü evlat gitmiştir, çocuk sahibi olanlar onların acılarını çok daha fazla çekiyor.
 
Bizler acıyı duymadığımız zaman sanki hiç yaşamamış gibi kabul ediyoruz. Yaşamış gibi kabul ettiğimizden dolayı belli noktalara geldiğimiz aşamada, o aşamaları da pek yaşamış olarak düşünemiyoruz.
 
Onun için sorulan sorular şu:
 
‘Ben herşeyi biliyorum’ , herşeyi bilmen imkansız…
 
‘Herşeyi biliyorum’ şeklindeki bir düşünce amigdala’nın pasif alanı bloke etmesinden kaynaklanıyor. Aktif alana geçememekten kaynaklanan pasif alan kurgusu bazı etmenleri de oluşturuyor, bunlardan kaynaklanan toplumsal bir yaşam da söz konusu olabilir.
 
Bütün bunları ortaya koyduğumuz zaman; davranış biçimlerimizin çok titiz, incelikle, ön plana çıkmadan, toplumsal yaşamın dikkatlerini ön planda tutarak, ön yargılı olmayarak ve yaşamın istediği felsefeyle değil, insanlara olan davranışlarımızın Resulallah’ın söylediği gibi onların bulunduğu konumun bir üst seviyesinden  hitap etmek suretiyle gerçekleşeceğini ifade ermekte yarar var.
 
Temennim aksi davranışlarda bulunmamanız, tepki verecek, sonradan pişman edecek ve tepki verdiğiniz ölçüler karşılığında bir takım şeylere maruz bırakılacak olaylardan süratle kaçınmanız gerektiğini de ifade edebilirim.
 
 
Ahmed F. Yüksel
 
31.05.2022
 
Bodrum/Milas
 
https://twitter.com/ahmedfyuksel
 
https://www.instagram.com/ahmedfyuksel
 
https://www.facebook.com/ahmedfyuksel
 
 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..