Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '11

 
Kategori
Blog
 

Dayanamadım, bir-iki kelam da ben şeyttireyim dedim!

Dayanamadım, bir-iki kelam da ben şeyttireyim dedim!
 

Kaynak:İnternet


Kaç kereler, farklı konularda, parmaklarımı zor zapdettim; yazsam da olurdu ya, “com.tr yazarı oldu, ukalalık ediyor” denecekmiş gibi geldi, ne yalan! 

Mesela, yeni katılan arkadaşlara “Dur bakalım, sen yenisin!” denmesine acayip tav olmuştum.

Keza, Filiz Hanım’a kaç kere “Ayy ne olur, tekrar tekrar farklı cümlelerle aynı konuyu anlatıp da, okuyucuya izandan yoksunmuş muamelesi yapmayın…” diyesim geldi; demedim…

Kadri Bey’e “Lütfen, zorlamayın artık! Zorladıkça antipatik oluyorsunuz; niyetiniz iyi dahi olsa”!...

Yılmaz Bey’in özellikle son okuduğum davet yazısına yorum yazmak istedim fena halde, parmaklarımı zapdettim sanıyordum ama, iki günlükmüş meğer…

“MB Beta’yı tartışalım Ekim ayında” diyordu, “Ayol neyini tartışacaksınız?” demek isteyip de vazgeçmiştim, kısmet bu güneymiş ki; zaten o arada MB Beta oldu size yalnızca MB!

******

Üç gün sonra beşinci yıla gireceğim burada, geldiğimden beri paylaşılamayan bir tarafı var Milliyet Blog’un; ille birşeyleri değiştirmek istiyor insanlar, aslında, kendinden bir şeyler katmak, kendi ile özdeşleşecek bir şeyler yapmak istiyor.

Kendini bir şekilde ifade etmek yetmiyor bir yerden sonra demek ki; ille de daha fazlasını istiyor!

Çok insanca…

******

Lakin, insanoğlunun, maalesef, hep kaçırdığı bir gerçek var: Buldukça daha fazlasını isteme!

Burada da gayet insanca bir olgu var ama incecik bir çizgi de var ki: Neydim, neyi istemiştim, ne buldum, ne yaptım, amacım ne?

******

Kayıtların söylemesine gerek yok, zaman-zaman ben de çok bunaldım!

Kimi zaman gereksiz tartışmaların gereksiz anlamda büyüyüp de, dal budak sarması acayip itti; Ne yani, böyle bir ortamda mı kalem savuruyorum? “Lanet olsun!” raddesine geldim.

En sinir olduğum şeydi: “Gidiyorum buralardan…” diye başlayan yazılar; gün geldi benzerini yaptım mı, yaptım!

Öyle bunalmıştım ki, süresiz ara veriyorum demiştim, diyenler gibi asla olmam derken “İlle de derdimi anlatmam gerek!” ihtiyacım basıp da geçmişti beni!

******

Yıllarca çalışma hayatım oldu; en mutlu, en başarılı çalıştığım zamanlar İtalyan ve Yunanlılarla olan zamanlardı; Türk yöneticilerin tarzı, ne hikmetse, benle asla uyuşmuyordu!

Yalnızca işimi yapmak istiyordum, bacak bacak üstüne atsam ayıp olur mu, atmasam özgüvensiz mi zannedilirim, efendime söyleyeyim, bir taltif verildiğinde “Oleyyy” desem mi, “Ne gereği vardı, estağfurullah mı desem?”, eteğim fazla mı mini oldu, espirim yanlış mı kaçtı?

******

İtalyan genel müdür geliyor, çok ciddi bir konuyu danışıyor, ben masamın üstüne tünemiş vaziyetteyim, işin ciddiyetine bağlı olarak tırnaklarımı kemirip, çok ciddi bir şeyi açıklamak üzereyken, tüff diye dişlediğim tırnağımı yan tarafa tükürmekteyim.

Bir Türk genel müdüre asla “Bu iş bu şekilde olmaz!” denilemez, İtalyan olanına deniliyor mübarek!

Neden diyor, açıklıyorsun, teşekkür ediyor.

******

Bunca şeyi niye yazdım; Acayip bir format problemi var bu ülkenin!

İlle herşey olageldiğince olacak.

İlle bir saygınlık, bir rütbe aranacak…

Neden?

******

Neden biliyor musunuz, ne kendimizi tam olarak anlatabiliyoruz, ne de tam olarak algılanabiliyoruz!

Tam olarak bu nedenle, ille de, bir yerlerde varlığımızı tescillemek istiyoruz!

Varlığımız kabul görsün istiyoruz; en çok da en nazımızın geçtiği yerlere, kişilere yapıyoruz; içgüdüsel olarak…

******

Sonuç itibariyle: Milliyet Blog için binbir öneri yazılmış çizilmişti, mesela “Güvenilir Üyelik” çok tartışılmıştı; “Site yüzü eski kaldı” diyenler de olmuştu.

Kadri Bey ve Yılmaz Bey’lerin MB’yi kurtarma önerilerini de es geçmemek gerek!

******

Eeee, yeni bir yapılanma var, nedendir bunca celal?

Elli yaşıma dayandım, kolay değil elbet yeni teknolojik sistemlere şıp diye uyum sağlamak; ama var ya: Komşum seksen iki yaşında ve bilgisayar kullanmasını öğrendi! (Allah sağlıklı nice yıllar bahşetsin!), üç-beş tarafını karıştırıyorsun altı-üstü, bu kadar mı zor?

******

Form altı-üstü, formlara bu kadar düşkün olmak yakışmıyor bence yazan-çizen insanlara; yani ne bileyim, amaç dert anlatmaksa… Bir-kaç kişinin ufkunu açmak, kendini ifade etmekse…

Ya da “İlle de köşe yazarı olmalıyım” gibi hayalleriniz varsa, mesela benim vardı, formlarla neden uğraşılır ki?

Bir istektir yazmak, bir emektir, değerlendirilsin ister insan, ne yalan!

Bir çok forma, formaliteye karşı yazılar yazarken, bir format değişikliğine bu kadar tepki verilmesine, hakikaten de, bir anlam veremiyorum!

Araç ve amaç karışabiliyor çoğu kere, “amaç”ı esas tutmak lazım, bence…

Amaçlarınıza erişmeniz dileğimle…

 

gulgun_2006@hotmail.com

 http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..