Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Ağustos '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dedem Hayatın Anlamını Söyledi

Dedem Hayatın Anlamını Söyledi
 

Dedeyle tombalak...


Herkes üzüntülü ve hüzünlüydü.

Nedense dedemin yanına hiç birimiz giremiyorduk. Ben bile…

 Dediklerine göre gördüğü tedavi biraz ağırmış. Verilen ilaçlar vücut direncini düşürüyormuş. Üzerimizdeki bir mikrop dedemi daha da ağır hasta haline getirebilirmiş. Bu yüzden o da, biz de maske takıyorduk. Komik geliyordu bu maskeli hayat.

 Dedem durmaksızın uyuyordu. Arada yemek yiyor, bizlerle bir şeyler konuşurken tekrar uykusu geliyor, olduğu yere kıvrılıp uyuya kalıyordu.

 Uyanık olduğu zamanlar göz göze geliyorduk. Daha doğrusu ben sürekli onun gözlerinin içine baktığım için, başını benden yana çevirdiğinde gözlerimiz buluşuyor ve birbirimize gülümsüyorduk.

 Maske olduğu için gülümsemesini dudaklarından değil, ışığı azalmış gözlerinde bir an yanıp sönen ışıktan ve göz kenarlarındaki kırışıklıktan anlıyordum.

 Gözlerindeki ışık sönüyor, göz kapakları yavaşça kapanmaya başlıyor ve tekrar uyuyordu.

 Uyandığı zaman birimizin yüzünün asık olduğunu hissettiğinde ya da bakışlarımızda acıma ve hüzün hissettiğinde “öldüm de benim mi haberim yok, nedir bu suratlarınız?” diye “gürlemeye” çalışıyordu ama sesi çıkmıyordu.

Evet dedemin sesi kısılmıştı. O dinlemekten zevk aldığım güzel sesi yoktu artık. Buna rağmen zorla çıkan, kısık sesiyle bir şeyler anlatmaya çabalıyordu. Anlatacağı ne çok şey varmış meğerse.

Biliyor musunuz, dedemin sesini çok özledim ben. Tekrar duyabilecek miyim, bilmiyorum.

 Kısılmış olmasına çok kızıyordum ama iyi ki de kısılmış. Hastalığının ağır olduğunu ses kısıklığının nedeni araştırılırken bulunmuştu. Eğer sesi kısılmamış olsaydı her şey için çok geç olabilirmiş. Öyle demiş doktorlar.

Kansermiş dedem. Akciğerinde bir düşman hücre gizliymiş ve çoğalarak dedemin tüm bedenini ele geçirmeye çalışıyormuş. Ama dedem pabuç bırakmaz o hain hücreye. Biliyorum kesinlikle bırakmaz! Zaten dağılamamış bile o şapşal hücre. Dağılamayacak da! Geberteceğiz o anarşisti!

Dedem ilacı aldıktan birkaç gün sonra kendine gelebildi. Daha dinçti. Konuşuyor, gülüyor o meşhur aksiliklerini bile yapıyordu. Sesi kısıktı ama olsun, gözlerinde o ışık yeniden belirmişti, içim aydınlanıyordu bana baktığında.

Misafir bile kabul etmeye başladı… Kendisine “moralini yüksek tut” diyenlere kısık sesiyle bağırdı dün:

 -Yahu moral dediğin ele avucuna gelen bir şey değil ki, neresinden tutup da yükselteyim. Üstelik benim moralim bozuk falan değil, kendi moralinize bakın siz. Ölecekmişim gibi de bakmayın bana, daha çok beklersiniz helvamı yemeyi… Yapacak çok iş var. Kim yapacak onları.

Bana dönüp kaşlarını çatarak sordu: “Öyle değil mi Tombalak?”

Bana sormasına çok sevindim. “Evet dede, çok iş var, hepsini ben yapamam, birlikte yapacağız” diye yanıtladım. Gurur duydum kendimle. Misafirler ise, nedense, zoraki güldüler.

 Giderlerken, bahçe kapısında aralarında konuşurlarken, açık pencereden duydum:

 - Biz ona moral verecekken, o bize veriyor yahu… Tek tek hepimizin derdini dinledi, anlattı, teselli etti.

 - Bir ara, acaba hasta değil mi? Şaka mı yapıyor bize diye düşünmedim değil.

Kendi kendime söylendim: “Tabi hasta değil salaklar! O bir savaşçı. Kötü hücreyle savaşıyor sadece. Hasta olsa savaşabilir mi? Cık cık cık…”  Öyle değil mi ama?

Akşama doğru Öğretmen abla geldi ziyarete. Neşeyle girdi odaya.

 - Dede bak sana yoğurt yaptım. Süt sarı kızdan, emeği benden! Şifa olsun sana. Bol bol ye. Ayran yapsınlar, iç… Bu savaşta en önemli silahlardan biridir bu. Dede bir de ışgın otu toplayıp getirdim. Bahçeye dikmiştim. Yeni mahsul verdi. Şifadır, her gün ye…

Dedem keyiflendi.

 -Sen sonradan geldin köyümüze ama bizim kızımız oluverdin. Ne iyi etmişsin de, gelmişsin kızım.

 - Evet dede, iyi ki gelmişim.

 - Senin biraz sıkıntıların vardı kızım, ilgilenemedim kusura bakma. Nasıl oldun?

 - Bir de benim derdimle mi ilgilenecektin dede? Benimki geçer gider. Ama biraz hırpaladı beni. Günlerdir hayatın anlamını düşünüp duruyorum. Hayatı sorguluyorum.

Dedem kısık sesiyle güldü.

 - Düşünüp duracağına gelip sorsaydın ya! Ben söyleyiverirdim sana.

 - Sahi mi dede? Söyle o zaman…

Dedem bana da iyi dinle der gibi işaret etti. Kulaklarımı dört açtım. Yeni bir şey öğrenecektim.

 - Birincisi hayatı sorgulayıp durma kızım. Her şeyin karşılığı vardır. Sen hayatı sorgularsan hayat da seni sorgular. Hayat seni sorgulamaya başlayınca hiç acımaz; hatalarını kafana küt küt vurmaya başlar. Sen hatalarını gördükçe kendine öfken büyür. Acı çekersin.

 - Öyle oluyor dede…

 - Oysa sen bu güne geldiysen o hatalarınla geldin. O hataları yapmasaydın bu günkü dünya görüşün olmazdı. Seni sen yapan hatalarındır. Belki biraz paran, birkaç malın mülkün olurdu ama sen, sen olmazdın. Amaç mal, mülk, para biriktirmek değil. Al işte; tarlam var, tabanım var, bağım var, bahçem var. Ne işe yarıyor? Şifa mı veriyor bana? Şifa senin bahçende yetiştirdiğin otta, uyuttuğun yoğurtta… Sorgulayıp durma hayatını, bu gününe şükür et…

 - Doğru dedin dede… Yanlış yapıyorum ve o yüzden acı çekiyorum.

 - İkincisi; hayatın anlamı çok basit kızım. Hayatın anlamı iyilikte ve güzellikte! Kaybettiğin halan için neden üzülüyorsun biliyor musun?

 - Neden?

 - Çünkü onun çok iyiliğini gördün. Onu iyilikleri ve güzellikleriyle anıyor ve bir daha o iyilikleri ve güzellikleri bulamayacağına üzülüyorsun.

 - Öyleydi. Çok iyiydi…

 - Geriye ne bıraktı halan? Sadece iyilik ve güzellik! Onu ömrün boyu unutmayacaksın. Eğer kötülük yapsaydı, çoktan unutmuştun.

 - Çok doğru dede…

 - O halde hayatın anlamı neymiş? Gök kubbenin altında bırakacağın hoş bir seda imiş… İyilik ve güzellikmiş. Gerisi tırı vırı…

  Bir yudum su içti dedem. Gözleri derinlere daldı gitti. Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı:

 - Anladın değil mi Tombalak? İyilikten, güzellikten hiç şaşmayacağız. O zaman ölümsüz oluruz. Bu yüzden iyilik ve güzellik fırsatlarını hiç kaçırmayacağız.

Öğretmen ablaya döndü:

 - Anlaşıldı mı kızım? Gidenler geriye sadece hoş bir seda bıraktıkları zaman değerli olurlar. İyilik ve güzellikleriyle anılırlar. İşte hayatın tek anlamı budur! Gerisi tırı vırı…

 - Dede ben sana güç ve teselli vermeye gelmiştim. Şu halinle sen bana güç verdin. Söylediklerini hiç unutmayacağım.

Öğretmen abla sessizce ağlamaya başladı. Gözlerini silip bana döndü.

 - Hiç unutmayacağız değil mi tombalak? Hayatın tek anlamı var: iyilik ve güzellik…

 - Çiviyle yazdım kafama öğretmenim.

Öğretmen abla izin isteyip, ağlayarak, gitti…

Dedem yatağına kaykılıp, gözlerini kapattı. Uyumuştu.

Hiç rahatsız etmeden yanağından bir öpücük çaldım.

Sonra esas duruşa geçip sessizce bağırdım; hiç unutmayacağım dede. Hayatın tek anlamı var! İyilik ve güzellik… Gerisi tırı vırı…”

 

Lüzum hâsıl etti yazdım…
Not alın, lazım olur…

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara