Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '20

 
Kategori
Dünya
 

Değişken Zamanların Dengesi

“Adam gazeteciymiş, haber müdürlüğü yapmış, çeşitli gazetelerde çalışmış, en sonunda herkesin başına gelebilen sonuç vuku bulmuş ve işsiz kalmış ve unutulmuş bir köşede. Adam da habere göre; babasından kalan marangoz atölyesinde çalışmaya başlamış. Bu hikâyeyi dramatik hale getirense adamın kendini asarak intihar etmiş olması. Adamın çalıştığı yerlere ve mevkilere bakınca kariyerinin öyle hiç de yabana atılacak cinsten olmadığı görülmesine rağmen, umudunu yitirip intihara sürükleyen hazin bir sonla biten bir yaşam anlatılıyor. Sıradan insanların asla erişemeyeceği, birçoklarının randevu talep ederek görüşebildikleri bir adamı bu dramatik sona iten neden her neyse bu durum hemen herkesin başına gelebilecek bir durum olabilir. Ne oldum değil, ne olacağım demek lazımdır, doğal olarak zirveden paldır küldür yuvarlanmak işten bile değil.”

Her durum geçicidir. Gece ve gündüz mevsimler ve getirip götürdüğü iklimler gibi değişkenlik gösterir. Dolayısıyla öncelikle insan olarak bu durumu iyi değerlendirmek gerekir. 

Bir nevi çalışma, dinlenme ve plan yapma halidir bu durum. Ancak sürecin doğru ve planlı olarak yürütülmesi gerekir.

Bu gerçek bir hikâyeden alıntı, yaşanmış bir haber en azından doğruluğunu içeriğini tam olarak bilmesek de bu şekilde lansmanı, sunumu yapılmış, bize lanse edilen haliyle aşağı yukarı böyle bir yazı. Tabi ben de anladığımı yazdım, ne kadar objektif yazdım o da ayrı bir tartışma konusudur. Objektif olduğunu iddia edenlerin iddiaları sübjektifken her bilgi zerresi süzülerek kabul edilmelidir ama bu kesinlikle kolay bir şey değildir.

Burada ortaya çıkan şey; daha önce beyniyle, kalemiyle, soyut bir iş yapan kişi gözden düşünce ya da şartlar değişince olağan şey olmuş ve yeni sistem ve konjonktür  onu içine almamış, ya da o istenilen şartlarda çalışmayı reddetmiş de olabilir,  elbette ayrıntılarını bizim tam olarak bilmemiz mümkün değil. Sonuç itibariyle her ne olduysa olmuş ve adam yıllardır yaptığı gazeteciliğin şartları gereği kendisi de üçüncü sayfada yerini almış. Kim bilir kaç yıl boyunca kendisi planlama yaparken, bu detaya dikkat etmiş miydi bilmemiz mümkün değil ama intihar hali umudun son bulma halidir. İnsan artık kendini gereksiz hisseder, yaşama sevincini ve umudunu kaybeder ve dışa yansıtamadığı şiddeti kendisine yöneltir. Bu açıdan bakıldığında bu kişiler farklı bakış açılarına göre daha insani, korkak, edilgen, zayıf, hatta tembel olarak nitelendirilebilir. İntihar bir çözüm yolu olarak seçilmişse elbette bu durum kişinin seçimidir. Dinen günahtır ayrıca da ama insanlar günlük hayatlarında dinen yasak olan ne kadar çok şey yapıyorlar. İçki içiyorlar, haram yiyorlar, hile yapıyorlar, hırsızlık yapıyorlar, zina ediyorlar, dedikodu yapıyorlar, yalan söylüyorlar, hemen her an kul hakkına giriyor hatta bunu gayet olağan bir şekilde yapıyorlar ki, intihar da bir tür günahtır ve başkasının hakkına giren diğer günahlara nazaran intihar başkasına en az zarar verilecek günah diye düşünülebilir. Hatta insan bedeni diğer canlılar için bir gübre vazifesi yapıyorsa ya da bir yiyecekse en azından diğer canlıları daha fazla bekletmemiş oluyorlar. Yine de bu onların zayıf olmasını engellemiyor. Genel olarak çözüm bulamayan kişi son çare olarak bunu seçebilir ve seçeneği kalmadığı için böyle bir çözüm yoluna gidebilir. Hayata bir anlam katamıyor veya bu uğurdaki düşüncelerini kaybetmiş bile olabilirler.

Diğer yandan bazı gazeteciler duruma göre pozisyon almayı biliyorlar. Güçlünün yanına geçerek yaşam konforlarını artırıyorlar.

Bu tip yazarlar bir şekilde zekâlarından ötürü alkışlanmalı mıdır? Fikirlerine güvenilmese de hayatta kalma azimleri alkışlanabilir. Saygı duymalı mıyız? Bence onların da samimi saygıdan yana bir tercihleri, istekleri olduğunu düşünmüyorum, “bir kralın soytarısı ne kadar saygı görüyorsa o kadar saygı görmeliler” diye düşünmekteyim. Ne yazık ki baskının en yüksek olduğu dönemlerde krallara şiirler yazan binlerce şair vardır ve dünya medeniyeti bir şekilde bunların enerjileriyle şekillenmiştir. Misal Kristof Kolomb’u ele alalım, bu kâşif elbette fethettiği yerlerde yerli halklara sayısız işkence, soykırım faaliyetlerinde bulunmuştur. Aynı adam İspanya Kralı ve kraliçesini razı ederek maddi destek sağladığı gezilerinde keşfettiği yerlerdeki altın, gümüş ve baharatı kısacası Batı’nın talep ettiği her şeyi gemilere doldurarak onlarca yıl boyunca İspanya’ya taşımıştır. Sonuçta dünyanın en fazla konuşulan dillerinden birisi İspanyolca ise bunda Kristof Kolomb ve ardıllarının önemli bir rolü olduğu unutulmamalıdır. Yine Güney Amerika kıtası bugün Hıristiyan ise bunda aynı şekilde rolleri vardır. Francisco Pizarro (1471-1541)  ise Peru’daki İnka topraklarını ele geçirmiş ve bir şekilde Güney Amerika’nın İspanyalılaşmasını temin etmişlerdir. Kullandıkları yeteneklerinin tamamı günah adına kutsal kitaplarda ne varsa hepsini kat be kat işleyen bu kimseler ve daha niceleri dünya medeniyetinin bugünkü şeklini almasında esas rol sahibi kişileri olmuştur. Burada yalan ve hileyi günahkârlığı savunmuyorum ama dünya tarihi bu gibi kişilerle hatta neredeyse tamamıyla bu gibi kişilerle doludur.

Kabul etmek gerekir ki; dünya medeniyetinde işler bizim anladığımız gibi olmuyor. Organize birlikler organize olmayan azınlıkları daima yönetiyor. Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar İmparatorların borusu ötüyorken, Birinci Dünya Savaşı imparatorları dünya haritasından silmiş ve sermayelerle işbirliği yapmaya itmiştir. Buna dini kurumlar, kiliseler, camiler, havralar da dâhildir. Arap Yarımadasında bugünün krallarının babalarına verilen rüşvetleri tarihçiler bugünlerde artık daha korkusuzca yazabiliyorlarsa para gücünün kişiye etkisi, neticede güçlünün yanında pozisyon alma yeteneklerinden ötürü onları ne yazık ki gayri ihtiyari İslam Dininin temsilcileri konumuna yükseltmiştir ki burada maddi gücün önemli bir payı olduğu bilinir. Öte yandan en son Şii lider Humeyni’nin şartlar olgunlaşınca Paris’ten uçağına atlayıp İran’a gelmesini de Paris’ten yapılan bir atama yapıldığı inancı özenle gizlense de gerçek ortada kabak gibi durmaktadır.

O halde neye tam olarak inanmalıyız? Kendimizi teslim etmeliyiz? Güçlü olanlar diğerlerini her zaman emirleri altına almıştır. Bugün hemen herkes kabul ediyor ki Avrupa Ortaçağda kilisenin tahakkümü altındaydı ve son derece de bağnazdı. Hatta İspanya tamamen Müslümanlarca fethedilirken Avrupa İslam diye bir dinden haberdar değildi. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi isimli eserine bakılabilir.

Güç satın alır, yok etme gücüne sahiptir, dönüştürür, hatta aslını bozma gücüne sahiptir. Bu gücünden ötürü Hansel ve Gratel masalında olduğu gibi izleri özenle silebilir ve sahte bir takım yollar icat edebilir. O yolun yolcuları ise asla hakikate ulaşamazlar. Bugün Ortaçağda Avrupa’yı kasıp kavuran vebanın temel nedeninin hayatlarında bir kez yıkanma gibi günümüzde saçma görünen bir inanışın Avrupa kıtasında nasıl papazlarca kanunun haline getirildiğini günümüzde daha iyi anlaşılabilir. Bu konuda da ayrıntılı bilgi için İbrahim Okur’un “Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi” adlı eseri kaynak kitap olarak tavsiye edilebilir. Şimdi son derece saçma görünen şeyler o zamanlar kanun haline getirilmişti ta ki Haçlı Seferleri Avrupalıların ile Avrupa’nın Anadolu ve Müslümanlarda vebaya rastlanmaması temizlik kültürü arasındaki farktan kaynaklandığını keşfetmeleri uzun sürmemiştir. Sonuç papazların onları yıllarca aldattıkları gerçeğini ortaya çıkarmıştı ama bu kilisenin otoritesini sona erdirememişti halen de erdirememiş, şu anda en fazla mensubu olan din hüviyetindedir ki bu din ortaçağda insana yıkanmayı yasaklama maharetini göstermiş ve bunu da tüm Avrupa’ya kabul ettirmişti.

Aynı şeyin İslam’ın da başına geleceğine kuşku yok. Şu anda modern hayata dair kullanılan ne varsa neredeyse hepsini başkaları onlara sunuyor. Araba, elektronik sanayi, uçak, silah, teknoloji ve tıbba dair ne varsa ne tür bir makine varsa bunu başkaları onlar için sağlıyor ve hepsi bir araya gelseler bir nükleer santral inşa etmek kabiliyetinde olsalar dahi gücünde değiller. Bugün sorgulanmayan nedenler nereye kadar sürecek bilinmez ama günün birinde bunlar alenen tartışılacak ve belki de kanlı iç savaşlara bir tanesi de bu konuda eklenecektir. Bunu yapabilen ve bilimi seçen, özgür düşünceyi seçen ve kazanan toplum yeni bir liderlik kurabilirse İslam Dünyasındaki sömürü o zaman duracaktır. İslam Dünyası 16. Yüzyılın Amerika kıtası gibi insan kaynaklarından tutun da tüm doğal kaynakları sömürülen iç savaşlarla özünde birbiriyle bir sorunu olmayan insanların birbirleriyle patronlarının silahlarıyla savaştırılmasıyla mümkün olmaktadır.

Hayatta kalmak çoğu zaman onurlu yaşamak manasına gelmemektedir. İntihar da bir çözüm olarak insanın kendine yönelttiği bir şiddet türü olarak açığa çıksa da bu durum sadece intihar eden kişinin ve yakınlarının sevenlerinin canını acıtan sığ bir çözümdür. Öte yandan kalemini kiralayan, kendini kiralayan insanı da anlamak lazım. En nihayetinde dünya kirasını ödediğiniz sürece kullanabileceğiniz bir sürü aracı barındırıyor. Buna insan da dâhil demek ki deyip geçmek lazım; burada tartışılması gereken kiralık bir araca gerçek rolü vermek ve fikrini aynen doğruymuş gibi kabul etme yanılgısıdır ve bu da bize çoğu zaman popüler, ünlü namlı ne varsa tekrar sorgulanmasını gerekli kılmalıdır ki aksi halde kiralık araçları kiralayanlar değiştiğinde aracın yönünün değiştiğini hayretle izlemek zorunda kalabiliriz. Esas ile araçları birbirinden ayırmak için çok seçici olmak yetmez, ciddi bir tecrübe ve yaşanmışlık gerekir ki bu da ne yazık ki herkesin bu tuzağa farkında olmaksızın defalarca düşmesine nedendir…

Sahibinden başka hiçbir şey sonsuz değildir. İnsanlar ve kurdukları üstünlük ve sistemlerin geçici bir durum olduğuna kanaat getirip,çok fazla büyütmemek ve olası hayal kırıklığını yenik ruh haline indirip bedenlerden önce ruhları köleleştirmekten kaçınmalıyız.

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..