- Kategori
- Felsefe
Deliler ve Dahiler
Bilgi insana farklı şekillerde intikal eder. Bunlardan birisi şiddetli öğrenme isteği sonucunda evrenin bilgi kanallarına ulaşarak onları kullanma yoludur. Bir diğeri öğrenmişlerin ya da öğretilmişlerin öğretmesi yoludur. Başka bir intikal yolu ise yaşama bilgisinin tamamının veya bir kısmının irade dışında insana aktarılması yoludur. Sonuçta hangi yolla gelirse gelsin, gelen şey varlık bilgisinin varlığa nasıl dönüştürüleceğinin bilgisidir
Bilginin intikal şekli gibi, onun muhatabı olan insanın da bilgi cihetinden halleri ve sıfatları vardır. Bilginin muhatabı olan insanlar birbirleriyle ilintili guruplar halinde yaşasalar da kendi gurup aidiyetlerine özel hissiyat ve davranış içerisindedirler. Bu guruplardan birisi bilgi aktarımı için görevlendirilmiş “seçkinler”dir. Bir diğeri, şiddetli ilim öğrenme isteğine sahip olan “bilginler”dir. Çoğunluğu oluşturan grup ise sadece yaşayanlardır. Bunlar yaşam ile bilgi arasındaki bağın farkında olmadıkları halde mevcut bilgi sızmasıyla varlığa tutunanlar yani “cahiller”dir.
Bir de bilginin en ekstrem muhatapları olan “deliler” ve “dâhiler” vardır. Bunlar da bilgiyi işleyen sanatkârlar gibidirler. Örneğin dahi, bilgi lügatindeki kelimeleri çok özel bir şekilde bir araya getirerek harika şiirler yazan bir şair gibidir. Deli ise şiir yazmayı beceremeyen ama çok güzel şiir okuyan birisi gibidir. Deli şiir okurken sizi mest eder, dahi ise siz onun şiirini okurken mest olursunuz. Deli ve dahi kavramları, insana intikal eden varlık bilgisi ve kozmik tecrübeden doğan salınımı ifade ederler. Dâhinin yazmış olduğu şiir delinin dilinden en anlamlı haliyle dışa vurulur.
Toplumlarda genel olarak “dahi”, kendisinde insanüstü bilgi kapasitesi bulunan ve istediğinde bunu kullanabilen insan olarak düşünülür. Bu doğru değildir. Hatta “çok zeki” ve “dahi” kelimelerinin de aynı şeyi ifade ettiği düşünülür ki; bu da doğru değildir. Çünkü zekâ, bilgiye karşı verilen doğru refleksin hızını tarif eder. Deha ise bilginin içselleştirilmesindeki algı yüksekliğidir. Bu durum farklı şekilde delide de mevcuttur. Dahi tanımlayan, deli ise tanımlı olanı zaten yaşayandır.
Yine toplumlarda “deli” genel anlamda “şuursuz, bilgi ile yaşamı örtüştürme kabiliyetine sahip olamayan” şeklinde düşünülmektedir ki; bu da doğru değildir. Delilik, bilginin yaşama dönüşmesinden doğan “telaş ve sahiplik” hissiyatını törpüleyen ve “ego”yu yok sayan bir duruşun tarifidir.
Ben, delilerin ve dâhilerin kötülük yapabilme yetileri olmadığına inanıyorum. Ama aptallar, kötülük yapmayı meziyet sanacak kadar aptallaşabilirler. Zekiler ise kötülük soğukkanlılığına sahip olabilirler. İşte tam bu noktada “akıllılar” kavramı devreye girmektedir. Akıllılar, zekâyı belirli bir formatta kullanabilen insanlardır. Akıl, zekâ taşkınlıklarını törpüleyen bir program gibidir. Bu program, kötülük soğukkanlılığının dip noktaları ile iyilik yapabilme iştiyakının pik noktalarını normalize etmeye yarayan bir programdır. Bu nedenle, akıllılar dâhilerin ve delilerin varlık izdüşümlerini irdeleyebilirler. Dâhilik ve delilik bilginin batıni yönünü, zekâ ve aptallık ise bilginin zahiri yönünü temsil eder. Akıl ise bu iki form arasındaki geçiş kanallarını oluşturur.
Bir insana aynı anda hem deli hem de dahi diyebilirsiniz. Fakat bir insana aynı anda hem zeki hem de aptal diyemezsiniz. Çünkü deli ve dâhinin kazançla işi yoktur. Zekiler ve aptallar ise bu unvanlarını “bilgi-kazanç” düzlemindeki kazanımlarıyla elde ederler. Aptallar “tüketim”, zekiler ise “kazanım” tarafında konumludur.
“Deliler” ve “dâhiler” toplumun en yalnız insanlarıdır. Sadece “zekiler” ve “aptallar” birbirleriyle iç içe yaşarlar. Çünkü aptallar, onları yaşamda tutan bilginin farkında olacak algıya sahip olmadıkları için sürekli tüketirler. Zekiler ise bu tüketilen yaşamlar üzerinden çıkar elde etme yetisine ve bilgiye karşı yüksek refleks hızına sahiptirler. Deli ve dâhiler ise bunların her ikisinin de yaşamsal izdüşümlerini çok kolay deşifre edebilecek düzeyde oldukları için sürekli dışlanırlar. Bu sebeple delilerin varlığı, dâhilerinse düşünceleri hep rahatsız edici olmuştur.
Şahin KABAKUŞ
"POSTACI" kitabından