Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Demokrasilerde ayrıcalık mı yoksa açılım mı olur?

Demokrasilerde ayrıcalık mı yoksa açılım mı olur?
 

I.

Milliyet Blog yazarlarından emekli öğretmen Ali SARAYKÖYLÜ de pek çok yurttaşımız gibi kimi konulardan dolayı oldukça dertli. Belli ki o da son otuz yıldan bu yana gelen sorunlu gelişmelere bakarak: Ayrıcalıklı bir sınıf olmak istiyorlar, başlıklı bir yazı yazmış: ''Televizyonlara çıkan bir kısım konuşmacılar son zamanlarda değişik bir söylem kullanıyorlar. “Eğer Kürtlerin yazgısı üzerinde karar veriliyorsa ve bu sorunun çözümü Kürtlerin milli varlığının tanımı ise sürecin başında önce onları tanımak gerekir…” Ben böyle karmaşık lafları anlamakta zorluk çekiyorum. Bu sözlerin sahibi ''Kürt sorunu''nun çözümü için aşırı milliyetçilikten uzak durulmasını söylüyor ama her sözünde de buram buram Kürt milliyetçiliği özlemi var'' diyor Ali SARAYKÖYLÜ.

Yazısını ''Her sözünün başında demokratik tartışma hakkından söz eden bu kişiler Kürt vatandaşlarımızın iradelerini nasıl ölçmüşlerdir acaba, söyleyebilirler mi?'' sorusunu sorduktan sonra şu tespitlerde bulunuyor:

‘’Türkiye'nin şu anda yaşadığı süreci Osmanlı'nın son dönemlerine benzetiyorum. Herkes bir hak hukuk lafıdır tutturmuş gidiyor. Benim sahip olduğum ve başkalarının sahip olamadığı hakların neler olduğunu gerçekten bilmek istiyorum. Yok böyle bir ayrıcalık. Ama sanırım asıl istenen, benim sahip olamadığım ve olamayacağım bazı ayrıcalıkları terörü silah olarak kullanarak, benden zorla almaya çalışmaktır. Bazıları bu ülkenin onurlu ve eşit haklara sahip yurttaşları olmakla yetinmek istemiyorlar. Onlar özel hak ve ayrıcalıklara sahip imtiyazlı bir sınıf olmak istiyorlar ve bunu da silah gücüyle, terörle bize dayatıyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil.''

Bana göre de öyle bir durum olamaz! Dünyanın hangi ülkesinde görülmüş ve kayıt altına alınmıştır bu? Demokrasilerde böyle birşey olabilir mi? Bunu derken, kesinlikle bizdeki ''kör topal sözümona demokrasi, hukuk ve adalet cambazlıklarından yana'' olduğum anlaşılmasın! Bu konudaki s u ç dünden bugüne bu ülkeyi yönetenler ile Yasa Koyucu makamlarında oturanlarındır. Bu nedenle bu ülkede ne Hukuk Devleti ne de adalet adlı görkemli bir terazi vardır! Bu süreçte ''açık aramak'' ya da ''açık kapatmak'' gibi ince hesaplar ile demokratiklik söylemleri arasında ''bulanık suda balık avlandığı'' çok iyi bilinmektedir. Batı'nın bin yılda erişmiş olduğu zenginliğe, konfora ve demokratik oluşumlara sen öyle birden balıklama atlamak istersen( ki aynı gemide olduğumuz için istersek de denebilir buna) başına çok işler gelir arkadaş!

Sen hem terörden yana ol; en olmadık anlarda ve yerlerde benim yurttaşlarımın vurulmasına ses çıkartma hem de ''ayrıcalık'' gibi içi boş isteklerde bulun öyle mi? Bir de çoğunluğun dert yanmasına rağmen sen terörü lânetlemeyen ''demokratik''ya da ''demokrasi'' yaftalı partileşmeler ile arz-ı endam eyle orda burada! İşte ben bu gibi tavırlar ile dolaşan düşünce biçiminin içinde yeşermekte olan KİŞİLİKLER'den şikâyetçiyim. Bu kapsamda günden güne gelişen ''iki yüzlülükler'' ile ''gizli gizli silahlanma'' konusunu da Devlet düşünsün bence.

II.

Bu öyle bir kişilik ki; zannımca hiçbir klinik tedavi bile bunun üstesinden gelemez. Bugün yaygınlaştırılmaya çalışılan etnik ırkçılık özlü ''ayrılıkçılık'' teranelerine karşı eğitimde, kültürde, tarihte, arkeolojide, dil bilimde, etimolojide ve siyasette kim ne yapıyor? Bu alanlarda da tam bir suskunluk ve teslimiyetçilik var. Hukuk Devleti'nin olmadığı, adaletin sağlanamadığı yerlerde nice haksızlıklar gibi TERÖR de AYRILIKÇILIK da kol gezer. Hepsinin özünde KÜLTÜRSÜZLÜK ve DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞI vardır. Umarım AK Parti Hükümet'in savunmakta olduğu ve bir türlü içi doldurulamayan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi pek çok konudaki açmazlarımızı giderecek ve terörü önleyecektir.

Ali Beyin özlü değerlendirmelerine bir toplum bilimci olarak şunları da eklemek isterim: Ülkemizde ne yazık ki ne ABD ne de AB ülkelerinin azınlık, göç, ayrımcılık, halklar ve etnik diller konularındaki hukuki ve ahlaki yaklaşımları bilinebiliyor. Çünkü ülkemizde yıllardan beri MARKSİS-LENİNİST(ki bütün hatalarına rağmen onlara kurban olsun bu terör baronları!) özlü olduğu söylenen silahlı eylemlere dayalı olarak geliştirilen ''etnik ırkçı ayrılıkçı'' bir akım var. Oysa ne Doğu ne de Güneydoğu baştan sona KÜRT doludur. 1960'larda başlatılan ayrılıkçı propagandalar ile yöre halkları üzerinde ısrarla işlenen ''Kürt olmak'' baskısı ne arkeolojik ne de tarihi gerçekleri değiştirebilir.

Bir yurttaşımız elbette ''Ben Kürdüm ne var!'' diyebilir. Ne ki onunla bir süre konuştuktan sonra anlarsınız ki kendisi öz be ya KIRMANÇ'tır ya SORANİ'dir ya ZAZA'dır ya MOĞOL'dur ya Türkmen ya da Arap kökenli bir aşiretin üyesidir. Yıllardan beri yapılan ayrılıkçı propagandaya rağmen bu ülkede ne ahlâki ne de hukuki anlamda ''ayrılıkçılık'' yaşanmamıştır. Bu açıdan herkes işinde gücünde dostça, kardeşçe yaşamakta; karşılıklı evlilikler kurulmakta, eğitimde, ticarette ve sanayide hiçbir sıfat ayrımı yapılmadan yaşanılmaktadır. Oysa kimi propagandistler yaşanmış olan üç beş olumsuz durumu genelleyerek içeriğini bilmeden ve elbette kasıtlı olarak ya ''ayrımcılık'' yapıldığını ya da yine bir genelleme yaparak ''Kürtlerin asimilasyona tâbi tutulduğundan'' dem vurmaktadırlar. Peki bu yanlış gidiş kimin işine yarıyor?

Geçenler bir terör elebaşı konuşmuş Almanya'da: “Olan halka oluyor. Ezilen hep toplum oluyor. Silah baronları ise ceplerini dolduruyor. O zaman sürece halk el koymalıdır. Bölge halkı PKK'ya, ‘yeter artık' demek zorundadır’’ diyor. Kısaca otuz yılını doldurmak üzere olan bu silahlı mücadele silah tüccarlarına yaradı! Devlet neden bu Silah Ticaretini önleyemedi otuz yıldan bu yana? Bu durumda ne diyecek ol propagandistler ile onların ağzından bazı sözler ile kimi kavramları kapmakta olan yazarlar? El insaf be!

Anlaşılan biz çevrelerinin şartları gereğince kimi duygu ve düşüncelere kapılan bazı yurttaşlarımızı Devlet olarak anlayamadığımız ve gerekli maddi ve manevi tedbirleri alamadığımız için ayrılıkçılık yanında terör eylemleri de başlamıştır, kaçınılmaz olarak. Bu süreçte hiç şüphe yoktur ki ulusal ve uluslararası silah tüccarları ile kimi çıkarcı kesimler de devreye girmiştir. Bu konuda ne tür gelişmeler olduğunu, ileride bir gün Devlet arşivleri açıldığında çok daha iyi bir biçimde anlayacağız. Şimdilik her şey boz bulanık akıp gidiyor.

III.

On binlerce eve ateş düştüğünü hepimiz biliyoruz. Terörün maddi yükünün 400 ile 600 milyar dolar olduğu da söyleniyor. Terör ile mücadele adı verilen sarmalın içinde ne yazık ki pek çok ihmal bulunduğu; sorunun yalnızca Güvenlik Güçlerine havale olunduğu gibi bir açmazımızın bulunduğunu da herkesin dilinde. İşte bu aşamada, terörün yeniden tırmanmaya başlaması üzerine Paris'te yaşayan çok değerli bir Ermeni arkadaşım yaklaşık bir ay kadar önce aşağıdaki değerlendirmeyi yazmıştı bana. İbret-i âlem için buraya almakta yarar görüyorum:

''Sevgili kardeşim PKK terör eylemlerini, silahı mutlaka bırakmalıdır. 30 seneden fazladır, silahla birşey yapılmadığını-yapılamayacağını artık görmesi gerekir. Terör oldukça Demokrasi'nin de olmayacağı açıktır. Aynı zamanda bu ülkeyi terör 50 sene geriye götürmüştür. Bu da başka bir gerçektir. TSK ve güvenlik güçlerine terör ile hareket edenler, öldürenler-ölenler, devam ederken, bu akan kanın durması gerekir. Terör devam ettikçe, boşaltılan, yakılan köyler de devam edecektir. Bu da Kürt halkının doğduğu topraklardan uzaklaştırılmasıdır. Bu kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, halkların kardeşliğine de zarar verecektir. TSK'den kimse silahların susmasını beklememelidir. Terör olayları devam ettiği müddetçe, karşılık vereceği açıktır ve beklenen, kendisini koruması en doğal hakkıdır. Ve böyle olması da doğanın bir gerçeğidir. Silaha silahla karşılık verilir. Hulasa başka çıkar yol da yoktur. PKK silahı karşılık beklemeden en kısa zamanda bırakmalıdır. 26 Haziran 2010''

IV.

Kökeni TÜRKÇE olan kutlu KÜRT kelimesinin arkasına sığınılarak nasıl olur da PUSUYA YATILARAK insanları öldürebilir vicdan sahibi birileri? Bu temelden hareketle Kırmanç, Zaza, Sorani, Lori, Luvi, Gorani, Salur, Bayındır, Beydili(Badıllı), Paysan, Pala, Urartu, Komagene, Ermeni, Türkmen, Yörük, Oğuz, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Moğol, Fars ve Arap kökenli yurttaşlarımız ne olacak? Bu yazdıklarımın çok daha ayrıntılı dökümlerini aşağıdaki sanal alanda bulabilirsiniz. (http://www.anadoluasiretleri.com/Page.php?pid=30) Ne olur kimse bulanık suda balık avlamasın. Üstleri başları ya çamur olur ya da masum vatandaşları pusuya düşürerek dökmeye çalıştıkları kan, an be an yüzlerine gözlerine bulaşarak kendilerini kör eder. Ne olur ''kapı bir komşu olmak'' nedir bunun güzelliklerini konuşalım. Kaba bir benzetme de olsa ABD, Fransa, Almanya, Çin, Hollanda, İtalya ve sorunlu da olsa Belçika örnek olsun bize.

Kürtçe konusu ise giderek bir muammaya dönüşmekte; ne açılım ne de ana dille eğitim kapsamında ''geleceğin eğitim öğretim ve bilim dili olarak Kürtçe'' konusunda hiçbir tutarlı çalışma yapıldığı görülmemektedir. Kaldı ki öğrenebildiğim kadarı ile ülkemizde yoğunlukla konuşulmakta olan Kırmançça'nın böyle bir yükü kaldırabileceğini aklım kesmiyor. Sanırım yeniden Ksenfon'un On Binlerin Dönüşü'ndeki ''Karduklar'' ile Yenisey Elegeş'teki Göktürkçe Anıt'taki ''körtel kan Alp Urungu, altunlig kesigin bangtim belde. Elim, tokuz kirk yaşim'' cümlesini irdeleyerek gerçekçi bir çözüme doğru gitmemiz gerekecektir. Bence Türkler ile Kürtler gelenek görenek ve konuşulan dil bakımından neredeyse bir elmanın iki yarısı gibidirler. Bu konulardaki dil bilim ve köken bilim çalışmalarının açıklanması ile çok daha sağlıklı sonuçlara ulaşılacağına inanıyorum. Bir de AB örneği dahil dünyada birlik beraberlik çalışmalarına akılcı bir biçimde hız verilmeye başlanılan çağımızda; bir terör örgütünün Çarlık Rusyası'ndaki gibi ''halklara özgürlük'' propagandası eşiliğinde ''ayrılık, ayrımcılık, bölücülük, özgürlük, azadlık'' gibi kimi iddiaların peşine takılarak hayatımızı daha bir çekilmez durumlara sokmayalım. Artık vicdan merhamet, ne olur!

V.

''İnsanlar yolda giderken gözlerine çöp batar. Kimimiz bu çöpü çıkarır yola devam ederiz, kimimiz de o çöpü kurcalar dururuz'' diyen Milliyet Blog yazarı İstanbullu Hatice ATALAY yaşanan baskılardan dolayı olsa gerek diyor ki: ''Aleviyim, Sünniyim, Yahudiyim, Ataistim, Türküm, Kürdüm, Ermeniyim, Çerkezim, hepimizi seviyorum...''

İşte biz böyle bir gönül genişliğine sahibiz. Kimi ayrılıkçılara seslenmek isterim: Bizim bu gönül zenginliğimize senin o dar görüşlülüğün hiçbir düşünde erişemez!

Geçenler bir üniversite öğencisinin söylediği:‘’Bir Kürt öğrenci ile bir Türk öğrenci aynı statüye tabi ise sorun yoktur. Ha eğer niyetleri başka bir şey ise avuçlarını yalamaları salık verilir’’ sözü ayrımcılığın bu ülkede hiçbir zaman tutmayacağının en güzel kanıtlarından biridir. Buna eğitimde fırsat eşitliği deniliyor. Her kişi aklına, fikrine, çalışkanlığına, edebine ve sınavlardaki başarısına göre bir yerlere gelebilir. Keşke bir de ''torpil'' adlı siyasi baskı araçları birer silah olarak ortalıkta gezinmese imiş! Benzer duygu ve düşünceleri yazan ve konuşan o kadar çok Kürt yurttaşımız var ki onlarla ne kadar gurur duysak azdır.

Şimdi kimi ayrılıkçı ve terörden yana ağırlık koymaya başlayanlar ile gizli gizli silahlananlara soralım: Bu işin sonu nereye varacak? Sanırım bir de şunu sormak gerekiyor: Demokrasilerde silahlı dayatmaları ve iki yüzlülükleri de içeren ayrıcalık istekleri mi yoksa bazı ihtiyaçlarımız için yalnızca hukuki ve eşitlikçi bazı açılımlar mı olur?

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..