Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

Demokrasinin yeni adı

Demokrasinin yeni adı
 

uyanishaber.com


Gözlemlerimiz, ya da yaşadıklarımız veya bize öğretilenler, demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu söyler; halkın eşit, katılımcı bir sistem içinde kendini ifade edebildiği dolayısıyla da başka bir yönetim biçiminin günümüz dünyasında alternatif olamayacağı düşünülür. Gerçekten de demokrasi en iyi yönetim biçimi midir? Daha doğrusu, demokrasi nedir? Şimdi Aristoteles’e kulak verelim. Aristoteles Politika adlı eserinde anayasaları şöyle tanımlar: “(1) ortak iyiliği amaçlayan bir kişinin yönetimi –Krallık, (2) bir kişiden çoğunun, ama bir azlığın yönetimi –Aristokrasi, (3) bütün topluluğun iyiliği için yurttaşların hepsinin uyguladığı yönetim –Siyasal Yönetim” (Kitap III, Bölüm 8, s.81).

Bu belirlemelerden yola çıkan Aristoteles sapmaları da şu şekilde belirler:

“Krallıktan tiranlık, aristokrasiden oligarşi, siyasal yönetim ya da çokluğun anayasal egemenliğinden demokrasi. Çünkü tiranlık tek yöneticinin çıkarı için tek’in yönetimidir, oligarşi varlıklı adamların çıkarı için, demokrasi yoksulların çıkarı için. Üçünden hiçbiri bütün topluluğun yararını amaçlamaz”

(Kitap III, Bölüm 8, s.81).

Gerçek doğalarını da şu sözlerinde buluruz: “Tiranlık devlet dediğimiz siyasal birlik üstünde despotça yürütülen monarşi biçimidir; egemen erk mülkiyet sahiplerinin ellerinde bulununca oligarşi olur; birikmiş bir serveti bulunmayanların, varlıksızların ellerinde olunca da demokrasi” (Kitap III, Bölüm 8, s.81-82).

Hadi hep beraber en zor eylem süreçlerinden birine başlayalım, yani düşünelim. Düşünmek bu halkın nedense pek tercih ettiği bir eylem değildir. Belki de düşünenleri hep içeri tıktığımız içindir, kim bilir?

Bu ülkede uygulanan sistem nedir? Demokrasi mi? Ya da demokrasitımrak bir şeyler mi? Örneğin hak ve adalet kavramlarının demokrasinin ayrılmaz unsurları olduğu düşünülür. Bu bağlamda, terör suçundan yatan birinin demokratik seçimler sonucunda milletvekili seçilerek mazbatasını alması ve hapishaneden tahliye edilmesi bir hak ve adalet uygulaması olarak kabul edilebilir. Peki, hakkında halen kesinleşmiş bir suç bulunmayan, tedbir olarak tutuklananlar aynı şekilde milletvekili seçilip mazbatalarını alırlarken, nedense bu kişilerin tahliyesine savcılarca itiraz edilmektedir. Bu noktada demokrasinin temel unsurları olarak kabul ettiğimiz hak ve adalet aynı şekilde uygulanmamakta, başka bir deyişle eşitlik tek taraflı olarak bozulmaktadır. Bunun bir sonucu da bu insanlara inanarak oy vermiş milyonlarca kişinin, yine demokraside olmazsa olmaz, seçme hakkının bir gaspıdır.

Düşünmeye devam edelim; siyasi erkin karşısında yer almış –ki bu siyasi erk laiklik karşıtı eylemlerin merkezi olduğu konusunda ceza almış- tüm yargı mensupları her nedense pasif görevlere atanmakta, tayin sırasında ya da isteğinde bulunmamalarına rağmen, acımasızca yer değişikliğine tabi tutulmaktalar. Bu da mı demokrasinin bir uygulaması mıdır? Yoksa kendilerince, zamanında çağdışı yaklaşım ve tercihleri dikkate alınmadığı için, bir nevi hesaplaşma ve intikam mıdır? Bir silahlı gücün görevdeki yaklaşık 50–55 general ve amiralinden 32 tanesinin hapishaneye atılması neyin intikamı ya da hesabıdır? Bir de şu pencereden bakalım: Tüm bu yüksek rütbedeki subayların gerçekten darbe peşinde olduğunu ve bunun planlamasını yaptıklarını düşünelim. Acaba bu insanlar 2003’den beri bunu gerçekleştiremezler miydi? Sakın bana darbe ortamını oluşturamadılar, bu nedenle başarısız oldular demeyin. Diğer yandan, 28 Şubat ya da başka bir ifadeyle post-modern darbeyi gerçekleştirenlerden hiç kimse içeride değil, hatta haklarında bir iddianame bile yok. Eğer bu söylendiği gibi bir darbe ise, 12 Eylül 1980, yani bundan tam 31 yıl önce darbe yapmış kişilere yargı yolu açılabiliyorsa, bu kişilere neden herhangi bir yaptırımda bulunulmuyor? Görüyorsunuz ya, düşündükçe işler daha da çetrefilleşiyor.

Hadi düşünmekten vazgeçelim ve diyelim ki, demokrasi yolunda tüm ülke olarak hesaplaşmalarımızı yapalım, bazılarının dediği gibi Anayasanın ilk üç maddesini değiştirelim, Türk ve Türkçeyi devre dışı bırakalım, laikliği de rafa kaldıralım, hatta başkanlık sistemine geçip, özerk eyaletleri kuralım, AB yerine İslam birliği kuruluşuna katkıda bulunarak daimi ve vazgeçilmez üye olalım. Peki sonra? Yeni bir ad bulalım şu demokrasiye: Molikrasi! Olur mu dersiniz?

Not: Yazıyı yayımladıktan sonra YSK tarafından Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürüldüğünü öğrendim. Bu durumda molikrasi kelimesi daha da bir anlam kazandı. madem Anayasanın 76. maddesi böyle adayların milletvekili olması önünde bir engel, o zaman neden seçime katılmasına izin verildi?

 
Toplam blog
: 116
: 1883
Kayıt tarihi
: 24.10.06
 
 

Emekli Deniz Öğretmen Subayım. Felsefe ve yabancı dil eğitimi üzerine çalışmaktayım. Yazmak ise b..