- Kategori
- Öykü
Derinden gelen aydınlık - 4
Muhtar Ali, Hüsnü Ziya Bey'en kendisine adeta ezberlettiği savunmasını, aylardan beri tekrar edip duruyordu. Bazen aklına takılan bölümleri, tekrar Hüsnü Ziya Bey'e soruyordu. Bu arada, savanmanın bir bölümü, karşılıklı tartışmalar ile değeştirilmişti. Bu değişiklikleri de Muhtar Ali adeta yutmuştu. Bu savunma, gelecekteki yaşamını belirleyecekti. O nedenle çok önemliydi!..
Bir gün sabah; Gardiyan Veliş'in Turgut gezici Hakim Ali Osman Bey'den haber geldiğini, tamamen iyileştiğini ve yakında kasabaya gelerek, biriken dosyaları inceleyip karara bağlayacağını söyledi. Muhtar Ali'nin heyacanı bir kat daha artmıştı. Nasıl artmasın ki. Hayatının ileriki dönemleri bu yargılanmaya bağlı olacaktı.
Hüsnü Ziya Bey; Muhtar Ali'ye seni 1.3.1926 tarihinde kabul edilen ve 13.3.1926 tarih ve 320 sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğü giren 6123 sayılı Türk Ceza Kanunun 46-47-48. maddelerine göre yargılatabilirsek, ( bu maddeler, akli dengesinin yerinde olmadığı gibi konuları içerir) o zaman hemen çıkarsın. Yok 49-50-51. maddelere göre yargılanırsan, işin çok zor, bu maddelere göre yargılanıp, 51. maddeyi uygulatabilirsek, cezanda indirimler olabilir diyordu.
Gerçe bu anlatılanlardan, cezaevinde kimse bir şey anlamıyordu. Hatta Jandarma Uzman Çavuş Aziz bile anlamıyordu. Onun işi Ceza Kanunun maddelerini öğrenmek değil, işlenen suça göre, suçluyu yakalamak ve Cumhuriyet Savcısına teslim etmekti. Onun dışında olanlarla fazla ilgilenmiyordu.
Hüsnü Ziya Bey'in Muhtar Ali'ye verdiği Türk Ceza Kanunu ve 1924 Anayasasını, Muhtar Ali didik didik ediyordu. Ancak ne Ceza Kanunundan nede Anayasa'dan hiç bir şey anlamıyordu. Çoğu kelime eski türkçe ile yazılmıştı. Muhtar Ali, Hüsnü Ziya Bey'den yeni türkçeyi öğrenmiş, hemde çok iyi öğrenmişti. Ceza Kanunu ve Anayasa'dan anlamadıklarını bir kağıda not edip, Hüsnü Ziya Bey'e soruyordu. Hüsnü Ziya Bey de bildiği kadarı ile cevaplıyordu!..
Bir gün Duraliler köyünden Mıstık, Muhtar Ali'nin kardeşi Hasan'a aha şu karşı dağların arasındaki Kuzgunca köyünde bir şıhın olduğunu çok güçlü bir nefesinin olduğunu, okuyup, üfürmesi ve yazdığı muskaların çok etkili olduğunu, bir çok kişiyi cezadan kurtardığını, Muhtar Ali'ye de bir muska yazdırma ve okutmanın faydalı olacağını söyledi. Hasan hemen ağabeyisi Muhtar Ali'nin yanına giderek, olayı anlattı. Muhtar Ali her yerden bir ümit peşinde koşuyordu. Ancak Hüsnü Ziya Bey'e söylerse, karşı çıkacağını biliyordu. O nedenle sessizce; hemen yengenide al git. Ne gerekiyorsa, gereğini yaptır dedi. Çünkü Hacı Veliler köyünden Süleğin Osman'ın şaka yollu söylediği, seni asarlar, sen iki kişiyi vurdun demesi, Muhtar Ali'yi çok korkutmuştu. "Düşen yılana sarılır" misali, her yerden, her söylenenden, kendisine birşeyler çıkartmaya çalışıyordu.
Muhtar Ali'nin; Kaymakam ve Kambur İsmail Ağa'yı vurarak öldürmesinin üzerinden 8 aydan biraz fazla zaman geçmişti. Halen gezici Hakim Ali Osman Bey gelmemişti. Bir yandan hakimin gelmemesi iyi olmuş, yeni deliller bulunmuş, bir yandan da sonunun ne olacağını bilmemek, Muhtar Ali'yi yiyip bitiriyordu. Bir daha eşini, çocuklarını, anasını, babasını, kardeşlerini, göremezsem diye çok korkuyordu. Bu korkularını hiç kimseye anlatamıyordu. Nasıl anlatsın ki. O zaman işlediği cinayetin, çevrede büyük bir iş yapmış gibi dolaşmasının bir anlamı kalmıyacaktı.
Hüsnü Ziya Bey, Muhtar Ali'nin bu korkularının farkındaydı. Bir gün bir kenara çekip, "bak Ali, korkunun ecele faydası yok, sen büyük bir haksızlığa uğradın ve kendini savunmak zorunda kaldın. Bu korkuları bir kenara at. Eğer korktuğunu hakim anlayacak olursa, hep üzerine gelir ve soruları ile seni sıkıştırır. En fazla cezayı verir" diyerek, yatıştırmaya çalıştıysa da pek başarılı olamadı.
Muhtar Ali, ilk yazdan beri cezaevinde yargılanmayı beklerken, kışın ortasına gelinmişti. Böyle soğuk bir kış günü Muhtar Ali'nin kardeşi Hasan ve Muhtar'ın eşi Fadime gelin; Boz Katır ve siyah Karakaçan'a(eşek) binip, Şıh Nurettin için hazırladıkları hediyeleri, heybelere koyup, yolda yatacakları keçeleride yanlarına alarak, heybe ve keçeleri Katır ve Eşeğin üzerine yükleyerek, üzerlerini sağlamca giyinip, sabahın erken saatlerinde yola çıktılar. Gittiklerinden kimsenin haberi olmadı. Katır ve Eşeği hızlı sürüyorlardı. At ve Katır üzerinde iki gün yol gideceklerdi. Belli süreler ile Katır ve Eşeği dinlendirmek gerekiyordu. Hava çok soğuktu. Öğle doğru dağlara tırmanmaya başladılar. Dağlara tırmandıkça, kar yağmaya başladı. Öğleden hemen sonra ilk molalarını verdiler. Şirlek mevkiindeki çeşmenin başında oturup, kar, tipi altında yanlarına aldıkları azıklarından, yediler. Hasan Katır ve Eşeğe saman ve arpa verdi. Burada en azından bir saat hayvanları dinlendirmeleri gerekiyordu. O nedenle Hasan hemen bir ateş yakıp, ateşin kenarına oturdular.
Köyde Fadime gelin ve Hasan'ın Şıh Nurettin'e gittikleri duyulmuştu. Ormancı Mehmet Ali ve İmam Sıddık Efendi de duymuştu. Ormancı Mehmet Ali, bunlar delimi? Bu kışta kıyamette, Şıh Nurettin'in köyüne kadar nasıl gidecekler. Her taraf karla kaplı. Yolda belde bir sürü yırtıcı hayvan var. Kar altındadaki topraklarda yaşayan kurtlar aç dolaşıyor. Ya kurtlar'ın saldırısına uğrarlarsa, yanlarına tüfek bari alsalardı, diye hayıflandı. İmam Sıddık Efendi, daha sert tepki gösteriyordu. Bu Şıh Nurettin şarlatanın teki. Okumayla, üfürmeyle, muska yazmayla bir insanının alacağı ceza azalırmı? Cezanın azalması için deliller önemlidir. İşte Gazi Mustafa Kemal; bu yüzden Tekke ve Zaviyeleri kapattı. Üfrükçülük ve muska yazmayı onun için yasakladı. İşte böyle; iki dağ arasında kalan köylerde, ulaşımın az olduğu, gelip geçenin uğrayamadığı yerleşim yerlerinde, kendilerini şıh, derin hoca diye yutturanlar, hala milletin dini duygularını sömürerek, kendilerine menfaat sağlıyorlar. Şimdi bu çocuklardan, ne kadar para hediye isteyecek kimbilir. Birde bu karda, kışta katettikleri onca yola değmeyecek. Bu şıh denilen şarlatan, benden daha mı iyi biliyormuş diyerek, söylenip duruyordu.
Köydeki herkes, Hasan ve Fadime gelinin başlarına bir iş gelmeden, geri gelmelerini bekliyordu. Hasan ve Fadime Şirlek mevkiindeki ilk molalarına devam ediyorlardı. Ateşin başında üşümeleri biraz olsun geçmişti.Hasan ateş'in üzerine çevrede biriken karlardan biraz atarak ateşi söndürdü. Katır ve Eşeği bağladıkları yerden çözerek, çeşmenin önündeki su teknesinin yanına getirip, yengesi Fadime gelinin Eşeğe binmesi için yardım etti. Kendisi de Boz Katır'a binerek tekrar yola çıktılar. Hasan yola çıkarken yanına dolma, tekli tüfeği ile bir miktar barut ve kurşunuda almıştı. Tüfek katır'ın semerinin arka kısmındaki heybenin gözünde dikili duruyordu. Arada bir tüfeği eliyle yokluyordu. Yolda, bir çok tehlikenin kendilerini beklediğini biliyordu. Tüfek çok işlerine yarayacaktı.
Hava gittikçe soğuyordu. Akşam olmuştu. hava kararırken, konaklamak için varabilecekleri, ahıra daha varamamışlardı. O nedenle; Hasan Katır'ın hızını arttırdı. Fadime gelinde Eşeğin hızını arttırdı. Kısa sürede başka bir yapının bulunmadığı, tek başına yazları keçilerin kaldığı, çevresinin kapalı, üstünün bir kısmı açık, ahır bozması yere geldiler. Hasan hemen Katır'dan inip, yengesinin de inmesine yardımcı olduktan sonra, Fadime gelin Katır ve Eşeği bağlarken, Hasan ateşi yaktı. Hayvanların saman ve arpasını verdiler. Kendileri de azıklarından akşam yemeğini yediler. Akşam yemekleri; deri peyniri ve yufkaydı. Yemekten sonra, hayvanların üzerine koydukları keçeleri çıkartıp, kar'ın gelemiyeceği bir yere serdiler ve hemen içine girip, yattılar. Yattıktan kısa bir süre sonra, Katır ve Eşek huysuzlanmaya başladı. Uzaktan, uzaktan kurt sesleri duyulmaya başlandı. Gerçi kurtlar, ahır bozmasının içine giremezlerdi. O yönden rahattılar. Eğer kurtlar sürüler halinde gelir ve gitmezlerse, yarın sabah nasıl dışarı çıkıp, yollarına devam edeceklerdi. Fadime gelin ve Hasan'ı en çok bu durum korkutuyordu. Soğuktan korkmuyorlardı. Çünkü keçeleri çok sağlamdı ve çok sıcak tutuyordu.
Kasabanın cezaevinde ise Muhtar Ali, dışarıdaki havaya bakıp, ya başlarına birşey gelirse, ben ne yaparım! Kendi hayatımı kurtarmak için onların hayatını tehlikeye attım. Ya yolda kurtlar saldırırsa, ya tipide donup ölürlerse diye kendi kendini yiyor ve bir türlü uyuyamıyordu. Bir ara dalmıştı. Rüyasında kardeşi Hasan ve karısı Fadime'ye kurtlar saldırıyor ve önce eşi Fadime'yi sonrada kardeşi Hasan'ı parçalayıp yiyorlardı. Daha sonra Boz Katır ve Eşeği de yiyorlardı. Kurt sürüsü o kadar kalabalıktı ki. Birden cezaevine doğru koşmaya başlıyorlardı. Muhtar Ali kaçın, katil kurtlar geliyor diye bağırması ile kendi ve cezaevinde bulunan herkes uyanmıştı. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki. Sesi dışarıda nöbet tutan, Jandarma'lar Ayhan ve Necmi'de duymuştu. Gardiyen Veliş'in Turgut bile ta içeride olmasına rağmen sesi duymuştu.
Hüsnü Ziya Bey, hemen Muhtar Ali'nin yanına geldi. Ne olduğunu, nasıl bir rüya gördüğünü sordu. Muhtar Ali ter içinde kalmıştı. Hemen elini yüzünü yıkattılar. Hüsnü Ziye Bey, anlat bakalım Ali, bu nasıl bir rüya ki, seni uyandırdığı gibi, bizleri çevrede oturan mahalle sakinlerini bile uyandırdı. Muhtar Ali, Hüsnü Ziya Bey'den çekinerek, eşi ve kardeşinin Şıh Nurettin'e gittiğini söylemeden, gördüğü rüyayı anlattı. Hüsnü Ziya Bey, Muhtar; karın ve kardeşini o şıh denilen Şarlatan'a göndermedin değilmi? Diye sordu. Muhtar Ali; kem küm etmeye başlayınca, Hüsnü Ziya Bey neler olduğunu anlayıp, başladı Muhtar Ali'yi haşlamaya; sen nasıl bir adamsın? 8 aydan beri burada anlattıklarımdan hiç bir şey öğrenmedin mi? Bir insanın okuyup, üfürmesi, bir kağıt parçasına birşeyler yazmasının, seni buradan kurtarmkakla ne alakası olabilir!.. Bu karda, kışta, karın ve kardeşinin ta oralarda ne işi var. Senin gördüğün rüya aslında, olayın ta kendisi. Bu karda, kışta elbette yolda kurtlar var. İnşallah Hasan, karını ve kendisini koruyabilir. Sana yazıklar olsun Muhtar. Herkes, Hasan ve Fadime gelin için dua etsin. Belki bir işe yarar dedi.
Fadime gelin ve Hasan'ın kortktukları başlarına gelmişti. Dışarıda ilk önce iki kurt belirdi. Devamlı olarak uluyup, sanki diğer kurtları da çağırıyorlardı. Kurt sayısı her geçen saat dahada artıyordu. Hasan ve Fadime gelinin uyumaları mümkün değildi. Boz Katır ve Eşek devamlı olarak yerleri eşeleyip, anırıyorlar, sanki Hasan ve Fadime gelinden yardım istiyorlardı. Hasan; keçe üzerinde olduğu halde, yaktıkları ateşi güçlendirdi. Artık kurtları daha rahat görebiliyorlardı. sayıları epey artmıştı. Ahırın, damındaki açıklıktan gökyüzündeki Dolunayı hem Hasan, Hem de Fadime gelin gördülür ve içlerine biraz daha korku düştü. Soğuk bir taraftan, kurtların ulumaları bir taraftan, Katır ve Eşeğin tepinmeleri, anırmaları bir taraftan, Hasan ve Fadime gelin korkudan tir tir titremeye başladı. ortalık ışımaya başlarken, kar ve tipi yeniden başladı. Hasan ve Fadime gelinin bulundukları ahır bozmasından dışarı çıkmaları mümkün değildi.
Devamı gelecek bölümde.
Bir gün sabah; Gardiyan Veliş'in Turgut gezici Hakim Ali Osman Bey'den haber geldiğini, tamamen iyileştiğini ve yakında kasabaya gelerek, biriken dosyaları inceleyip karara bağlayacağını söyledi. Muhtar Ali'nin heyacanı bir kat daha artmıştı. Nasıl artmasın ki. Hayatının ileriki dönemleri bu yargılanmaya bağlı olacaktı.
Hüsnü Ziya Bey; Muhtar Ali'ye seni 1.3.1926 tarihinde kabul edilen ve 13.3.1926 tarih ve 320 sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğü giren 6123 sayılı Türk Ceza Kanunun 46-47-48. maddelerine göre yargılatabilirsek, ( bu maddeler, akli dengesinin yerinde olmadığı gibi konuları içerir) o zaman hemen çıkarsın. Yok 49-50-51. maddelere göre yargılanırsan, işin çok zor, bu maddelere göre yargılanıp, 51. maddeyi uygulatabilirsek, cezanda indirimler olabilir diyordu.
Gerçe bu anlatılanlardan, cezaevinde kimse bir şey anlamıyordu. Hatta Jandarma Uzman Çavuş Aziz bile anlamıyordu. Onun işi Ceza Kanunun maddelerini öğrenmek değil, işlenen suça göre, suçluyu yakalamak ve Cumhuriyet Savcısına teslim etmekti. Onun dışında olanlarla fazla ilgilenmiyordu.
Hüsnü Ziya Bey'in Muhtar Ali'ye verdiği Türk Ceza Kanunu ve 1924 Anayasasını, Muhtar Ali didik didik ediyordu. Ancak ne Ceza Kanunundan nede Anayasa'dan hiç bir şey anlamıyordu. Çoğu kelime eski türkçe ile yazılmıştı. Muhtar Ali, Hüsnü Ziya Bey'den yeni türkçeyi öğrenmiş, hemde çok iyi öğrenmişti. Ceza Kanunu ve Anayasa'dan anlamadıklarını bir kağıda not edip, Hüsnü Ziya Bey'e soruyordu. Hüsnü Ziya Bey de bildiği kadarı ile cevaplıyordu!..
Bir gün Duraliler köyünden Mıstık, Muhtar Ali'nin kardeşi Hasan'a aha şu karşı dağların arasındaki Kuzgunca köyünde bir şıhın olduğunu çok güçlü bir nefesinin olduğunu, okuyup, üfürmesi ve yazdığı muskaların çok etkili olduğunu, bir çok kişiyi cezadan kurtardığını, Muhtar Ali'ye de bir muska yazdırma ve okutmanın faydalı olacağını söyledi. Hasan hemen ağabeyisi Muhtar Ali'nin yanına giderek, olayı anlattı. Muhtar Ali her yerden bir ümit peşinde koşuyordu. Ancak Hüsnü Ziya Bey'e söylerse, karşı çıkacağını biliyordu. O nedenle sessizce; hemen yengenide al git. Ne gerekiyorsa, gereğini yaptır dedi. Çünkü Hacı Veliler köyünden Süleğin Osman'ın şaka yollu söylediği, seni asarlar, sen iki kişiyi vurdun demesi, Muhtar Ali'yi çok korkutmuştu. "Düşen yılana sarılır" misali, her yerden, her söylenenden, kendisine birşeyler çıkartmaya çalışıyordu.
Muhtar Ali'nin; Kaymakam ve Kambur İsmail Ağa'yı vurarak öldürmesinin üzerinden 8 aydan biraz fazla zaman geçmişti. Halen gezici Hakim Ali Osman Bey gelmemişti. Bir yandan hakimin gelmemesi iyi olmuş, yeni deliller bulunmuş, bir yandan da sonunun ne olacağını bilmemek, Muhtar Ali'yi yiyip bitiriyordu. Bir daha eşini, çocuklarını, anasını, babasını, kardeşlerini, göremezsem diye çok korkuyordu. Bu korkularını hiç kimseye anlatamıyordu. Nasıl anlatsın ki. O zaman işlediği cinayetin, çevrede büyük bir iş yapmış gibi dolaşmasının bir anlamı kalmıyacaktı.
Hüsnü Ziya Bey, Muhtar Ali'nin bu korkularının farkındaydı. Bir gün bir kenara çekip, "bak Ali, korkunun ecele faydası yok, sen büyük bir haksızlığa uğradın ve kendini savunmak zorunda kaldın. Bu korkuları bir kenara at. Eğer korktuğunu hakim anlayacak olursa, hep üzerine gelir ve soruları ile seni sıkıştırır. En fazla cezayı verir" diyerek, yatıştırmaya çalıştıysa da pek başarılı olamadı.
Muhtar Ali, ilk yazdan beri cezaevinde yargılanmayı beklerken, kışın ortasına gelinmişti. Böyle soğuk bir kış günü Muhtar Ali'nin kardeşi Hasan ve Muhtar'ın eşi Fadime gelin; Boz Katır ve siyah Karakaçan'a(eşek) binip, Şıh Nurettin için hazırladıkları hediyeleri, heybelere koyup, yolda yatacakları keçeleride yanlarına alarak, heybe ve keçeleri Katır ve Eşeğin üzerine yükleyerek, üzerlerini sağlamca giyinip, sabahın erken saatlerinde yola çıktılar. Gittiklerinden kimsenin haberi olmadı. Katır ve Eşeği hızlı sürüyorlardı. At ve Katır üzerinde iki gün yol gideceklerdi. Belli süreler ile Katır ve Eşeği dinlendirmek gerekiyordu. Hava çok soğuktu. Öğle doğru dağlara tırmanmaya başladılar. Dağlara tırmandıkça, kar yağmaya başladı. Öğleden hemen sonra ilk molalarını verdiler. Şirlek mevkiindeki çeşmenin başında oturup, kar, tipi altında yanlarına aldıkları azıklarından, yediler. Hasan Katır ve Eşeğe saman ve arpa verdi. Burada en azından bir saat hayvanları dinlendirmeleri gerekiyordu. O nedenle Hasan hemen bir ateş yakıp, ateşin kenarına oturdular.
Köyde Fadime gelin ve Hasan'ın Şıh Nurettin'e gittikleri duyulmuştu. Ormancı Mehmet Ali ve İmam Sıddık Efendi de duymuştu. Ormancı Mehmet Ali, bunlar delimi? Bu kışta kıyamette, Şıh Nurettin'in köyüne kadar nasıl gidecekler. Her taraf karla kaplı. Yolda belde bir sürü yırtıcı hayvan var. Kar altındadaki topraklarda yaşayan kurtlar aç dolaşıyor. Ya kurtlar'ın saldırısına uğrarlarsa, yanlarına tüfek bari alsalardı, diye hayıflandı. İmam Sıddık Efendi, daha sert tepki gösteriyordu. Bu Şıh Nurettin şarlatanın teki. Okumayla, üfürmeyle, muska yazmayla bir insanının alacağı ceza azalırmı? Cezanın azalması için deliller önemlidir. İşte Gazi Mustafa Kemal; bu yüzden Tekke ve Zaviyeleri kapattı. Üfrükçülük ve muska yazmayı onun için yasakladı. İşte böyle; iki dağ arasında kalan köylerde, ulaşımın az olduğu, gelip geçenin uğrayamadığı yerleşim yerlerinde, kendilerini şıh, derin hoca diye yutturanlar, hala milletin dini duygularını sömürerek, kendilerine menfaat sağlıyorlar. Şimdi bu çocuklardan, ne kadar para hediye isteyecek kimbilir. Birde bu karda, kışta katettikleri onca yola değmeyecek. Bu şıh denilen şarlatan, benden daha mı iyi biliyormuş diyerek, söylenip duruyordu.
Köydeki herkes, Hasan ve Fadime gelinin başlarına bir iş gelmeden, geri gelmelerini bekliyordu. Hasan ve Fadime Şirlek mevkiindeki ilk molalarına devam ediyorlardı. Ateşin başında üşümeleri biraz olsun geçmişti.Hasan ateş'in üzerine çevrede biriken karlardan biraz atarak ateşi söndürdü. Katır ve Eşeği bağladıkları yerden çözerek, çeşmenin önündeki su teknesinin yanına getirip, yengesi Fadime gelinin Eşeğe binmesi için yardım etti. Kendisi de Boz Katır'a binerek tekrar yola çıktılar. Hasan yola çıkarken yanına dolma, tekli tüfeği ile bir miktar barut ve kurşunuda almıştı. Tüfek katır'ın semerinin arka kısmındaki heybenin gözünde dikili duruyordu. Arada bir tüfeği eliyle yokluyordu. Yolda, bir çok tehlikenin kendilerini beklediğini biliyordu. Tüfek çok işlerine yarayacaktı.
Hava gittikçe soğuyordu. Akşam olmuştu. hava kararırken, konaklamak için varabilecekleri, ahıra daha varamamışlardı. O nedenle; Hasan Katır'ın hızını arttırdı. Fadime gelinde Eşeğin hızını arttırdı. Kısa sürede başka bir yapının bulunmadığı, tek başına yazları keçilerin kaldığı, çevresinin kapalı, üstünün bir kısmı açık, ahır bozması yere geldiler. Hasan hemen Katır'dan inip, yengesinin de inmesine yardımcı olduktan sonra, Fadime gelin Katır ve Eşeği bağlarken, Hasan ateşi yaktı. Hayvanların saman ve arpasını verdiler. Kendileri de azıklarından akşam yemeğini yediler. Akşam yemekleri; deri peyniri ve yufkaydı. Yemekten sonra, hayvanların üzerine koydukları keçeleri çıkartıp, kar'ın gelemiyeceği bir yere serdiler ve hemen içine girip, yattılar. Yattıktan kısa bir süre sonra, Katır ve Eşek huysuzlanmaya başladı. Uzaktan, uzaktan kurt sesleri duyulmaya başlandı. Gerçi kurtlar, ahır bozmasının içine giremezlerdi. O yönden rahattılar. Eğer kurtlar sürüler halinde gelir ve gitmezlerse, yarın sabah nasıl dışarı çıkıp, yollarına devam edeceklerdi. Fadime gelin ve Hasan'ı en çok bu durum korkutuyordu. Soğuktan korkmuyorlardı. Çünkü keçeleri çok sağlamdı ve çok sıcak tutuyordu.
Kasabanın cezaevinde ise Muhtar Ali, dışarıdaki havaya bakıp, ya başlarına birşey gelirse, ben ne yaparım! Kendi hayatımı kurtarmak için onların hayatını tehlikeye attım. Ya yolda kurtlar saldırırsa, ya tipide donup ölürlerse diye kendi kendini yiyor ve bir türlü uyuyamıyordu. Bir ara dalmıştı. Rüyasında kardeşi Hasan ve karısı Fadime'ye kurtlar saldırıyor ve önce eşi Fadime'yi sonrada kardeşi Hasan'ı parçalayıp yiyorlardı. Daha sonra Boz Katır ve Eşeği de yiyorlardı. Kurt sürüsü o kadar kalabalıktı ki. Birden cezaevine doğru koşmaya başlıyorlardı. Muhtar Ali kaçın, katil kurtlar geliyor diye bağırması ile kendi ve cezaevinde bulunan herkes uyanmıştı. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki. Sesi dışarıda nöbet tutan, Jandarma'lar Ayhan ve Necmi'de duymuştu. Gardiyen Veliş'in Turgut bile ta içeride olmasına rağmen sesi duymuştu.
Hüsnü Ziya Bey, hemen Muhtar Ali'nin yanına geldi. Ne olduğunu, nasıl bir rüya gördüğünü sordu. Muhtar Ali ter içinde kalmıştı. Hemen elini yüzünü yıkattılar. Hüsnü Ziye Bey, anlat bakalım Ali, bu nasıl bir rüya ki, seni uyandırdığı gibi, bizleri çevrede oturan mahalle sakinlerini bile uyandırdı. Muhtar Ali, Hüsnü Ziya Bey'den çekinerek, eşi ve kardeşinin Şıh Nurettin'e gittiğini söylemeden, gördüğü rüyayı anlattı. Hüsnü Ziya Bey, Muhtar; karın ve kardeşini o şıh denilen Şarlatan'a göndermedin değilmi? Diye sordu. Muhtar Ali; kem küm etmeye başlayınca, Hüsnü Ziya Bey neler olduğunu anlayıp, başladı Muhtar Ali'yi haşlamaya; sen nasıl bir adamsın? 8 aydan beri burada anlattıklarımdan hiç bir şey öğrenmedin mi? Bir insanın okuyup, üfürmesi, bir kağıt parçasına birşeyler yazmasının, seni buradan kurtarmkakla ne alakası olabilir!.. Bu karda, kışta, karın ve kardeşinin ta oralarda ne işi var. Senin gördüğün rüya aslında, olayın ta kendisi. Bu karda, kışta elbette yolda kurtlar var. İnşallah Hasan, karını ve kendisini koruyabilir. Sana yazıklar olsun Muhtar. Herkes, Hasan ve Fadime gelin için dua etsin. Belki bir işe yarar dedi.
Fadime gelin ve Hasan'ın kortktukları başlarına gelmişti. Dışarıda ilk önce iki kurt belirdi. Devamlı olarak uluyup, sanki diğer kurtları da çağırıyorlardı. Kurt sayısı her geçen saat dahada artıyordu. Hasan ve Fadime gelinin uyumaları mümkün değildi. Boz Katır ve Eşek devamlı olarak yerleri eşeleyip, anırıyorlar, sanki Hasan ve Fadime gelinden yardım istiyorlardı. Hasan; keçe üzerinde olduğu halde, yaktıkları ateşi güçlendirdi. Artık kurtları daha rahat görebiliyorlardı. sayıları epey artmıştı. Ahırın, damındaki açıklıktan gökyüzündeki Dolunayı hem Hasan, Hem de Fadime gelin gördülür ve içlerine biraz daha korku düştü. Soğuk bir taraftan, kurtların ulumaları bir taraftan, Katır ve Eşeğin tepinmeleri, anırmaları bir taraftan, Hasan ve Fadime gelin korkudan tir tir titremeye başladı. ortalık ışımaya başlarken, kar ve tipi yeniden başladı. Hasan ve Fadime gelinin bulundukları ahır bozmasından dışarı çıkmaları mümkün değildi.
Devamı gelecek bölümde.