Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '08

 
Kategori
Öykü
 

Derinden gelen aydınlık - 5

Derinden gelen aydınlık - 5
 

Kasaba hapishanesinde Muhtar Ali tuz yumurtlamaya devam ediyordu. İkide bir Gardiyan Veliş’in Turgut’u kasabayı gelen var mı? Çık bir bak, belki kardeşim Hasan ve Karım Fadime’den bir haber getirmişlerdir diyordu. Sağ olsun Gardiyan Turgut da köylüsünü kırmıyor ve Camiinin avlusundan dışarı çıkıp, Pazar yerinin öbür ucundaki kahvehaneye kadar gidip geliyordu. Köylülerinden kahvede olan vardı ama Fadime gelin ve Hasan’dan haberleri yoktu. Muhtar Ali bu haberi alınca, dikenli telle çevrili, ahşap iki katlı hapishanenin önündeki dar uzunca boşlukta, bir aşağı bir yukarı volta atmaya devam ediyordu.

Muhtar Ali’nin bu halini gören Hüsnü Ziya Bey çok üzülüyor, onunla birlikte volta atmaya o da devam ediyordu. Muhtar gel sana bir hikâye anlatayım. Gel şuraya otur hele bir diye tahta sandalyeyi gösterdi.

Muhtar Ali ve Hüsnü Ziya Bey karşılıklı sandalyelere oturdular. Hüsnü Ziya Bey, Hacı veliler köyünden Süleğin Osman’a seslenip, kendilerine soğuk havada iyi geleceğini düşündüğü iki tane büyük bardakla dallı (ada çayı) yapmasını istedi. Osman da Hüsnü Ziya Bey’i kırmadı. Biraz sonra elinde iki büyük bardakla, içinde adaçayı ile geldi. Hüsnü Ziya Bey teşekkür edip, gel Osman sende otur. Anlatacağım hikâyeden belki sende ders alırsın diyerek, Osman’ı da oturttu.

Başladı Hüsnü Ziya Bey anlatmaya: Gerçi burada Muhtar Ali’den başka benim Erzincanlı olduğumu bilen yoktur. Bu vesile ile Osman Sende öğrendin. Biliyorsunuz bizim oralar kışları çok soğuk olur. İşte böyle soğuk bir kış gününde, dışarısı kar, buz. Dışarı adımını atanın burnu, kulakları donuyor. Çok yakında olan Kızılca dağ tarafı tipiden gözükmüyor. Köyde kala, kala kalmış 25 bilemedin 30 kişi. Diğerleri Ermeni zulümlünden kaçmış veya Ermeni çetelerince öldürülmüş. Kalanlarda, çevredeki yüksek dağlardaki mağaralara sığınarak kurtulmuşlar. Cumhuriyet Kurulunca da tekrar gelip köylerine yerleşmişler. Ancak geldiklerinde, tüm evlerin yakılmış olduğunu, eşyalarının yağmalandığını görmüşler.

İşte benim köyüm böyle bir yer. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ben daha küçüğüm, yani 12-13 yaşlarındayım. Kar, kış kıyamet almış başını gidiyor. Babam, hayvanlara meşe dalı kesmemiz lazım. Yoksa ahırdaki hayvan yemimiz bir ay bile gitmez. Biran önce gidip, karşı dağdan Meşe pıynar gibi ağaçların yapraklarından keserek getirip hayvanlara yedirmemiz lazım diyerek, yanına anemide alarak, mavzerini, kurşunlarından da bolca alarak çıktılar. Bende onlarla gitmek istedim. Babam sen ailemizin başında kal diyerek beni götürmedi. Aile olarak ta dedem Ermeni Komitacılarınca öldürülmüş, yaşlı bir babaannem, bir ablam ve bir de en küçüğümüz Esma var. Sözde ben ailemizin başında bekliyorum.

Babam ve annem çıkalı epey oldu. Ancak bir türlü gelmezler. Hepimizi bir korku adlımı. Evden çıkıp, yakın komşularımız Murtaza Emmiye kadar gidip, durumu anlattım ve Annem ile Babamın halen gelmediklerini söyledim. O da biraz daha bekleyelim, gelmeyecek olurlarsa o zaman gereğini yaparız oğlum dedi. Bekleriz gelmez, akşam hava karardı. Yok, gelmezler, birde havada dolunay çıkmaz mı? Ninem başladı. Gittiler, oğlum ve gelinimi kurtlar yiyecek, bu dolunay iyiye işaret değil diye ağlamaya, biz üç çocuk ne yapacağımızı şaşırdık. Ablam Miray benden bir yaş büyük. Ben tekrar Murtaza Emmi’ye gidip, ne yapacağız Murtaza Emmi. Bak hala gelmediler, dedim. O da oğlum, şu anda yapacak bir şeyimiz yok. Sadece bekleyeceğiz, deyip, o da benimle birlikte bizim eve geldi. Murtaza Emme gelince, ninemin sesi biraz daha fazla çıkmaya başladı.

Uzaktan, uzaktan kurt sesleri köye kadar gelmeye başlamıştı. Gerçi biz kurt sesine alışıktık. Kışın çok soğuk havalarda kurtlar bizim köye kadar gelir, bazen ahırlardaki koyunlara bile saldırmaya cesaret ederlerdi. O zamanda köyümüzün erkekleri mavzerlerini çeker, kurt avına çıkarlardı. Birkaç kere de ben gitmiştim. Bu avlarda öldürülen kurtların derisini yüzer, etini de köpeklere parça, parça verirdik.

Birden uzaktan silah sesleri duyulmaya başladı. Murtaza Emmi oğlum Hüsnü koş bizim eve benim mavzerimi getir. Kurşunda almayı unutma dedi. Ben de bir koşu gidip, mavzeri aldım ve geldim. Murtaza Emmi ve birkaç köylümüz ile birlikte silah seslerinin geldiği istikamete doğru koştuk. Silah sesi hala devam ediyordu. Murtaza Emmi, babama

Ahmet dayan geldik. Koyuverme kendini diye sesleniyordu. Babamın duyup duymadığını tabi bilmiyoruz. Ama biz öyle hızlı koşuyorduk ki kısa zamanda silah seslerinin geldiği yere vardık. Annem ve babam at ve katıra yükledikleri meşe ve pıynar dallarını kendilerine siper etmişler, çevrelerinde 8-10 kadar kurt. Kurtlar annem ve babamın çevresinde bir daire gibi 25-30m. Kadar mesafede saldırmaya hazır vaziyette bekleyip, uluyorlar. Yerde de baya bir kurt ölüsü yatıyor. Murtaza Emmi, komşularımıza aman ha Ahmet ve Zeyno kızımızın bulunduğu yere ateş etmeyin. Herkes yandan bir kutra nişan alsın ve ateş etsin dedi. Bizde ateşe başlayınca kurtların bir kısmı öldü. Geri kalanı da kaçarak canını kurtardı. Murtaza Emmi babamın yanına koşarak, oğlum Ahmet herhangi bir şeyiniz var mı? Diye sordu. Babam yok Murtaza amca, Allaha şükür iyiyiz dedi. Beni görünce Hüsnü oğlum sende mi geldin? Diyerek boynuma sarıldı.

Hep birlikte gece yarısı köye döndük ve sabahleyin babamın ve bizlerin öldürdüğü kurtların derilerini yüzmeye gittik. Hüsnü Ziya Bey başını kaldırıp, baktığında tüm mahkûmlar, Gardiyan Turgut, nöbetçi Jandarma erleri Ayhan ve Necmi de kendisini büyük bir dikkatle dinliyor. Hiç çevresine bakmamış gibi, anlatmayla devam edip, Muhtar Ali’yi oyalamaya çalışıyordu. Bu ve benzeri bir sürü hikâye anlattı ve hikâyeler gittikçe uzuyordu. Muhtar Ali bir an olsun eşi Fadime ve kardeşi Hasan’ı unutup, Hüsnü Ziya Bey’i dinlemeye dalmıştı. Hüsnü Ziya Bey amacına ulaşıp, muhtar Ali’yi derin düşünce ve heyecandan bir nebze olsun kurtarmıştı.

Fadime Gelin ve Hasan sığındıkları ahır bozmasının içinde, çevrelerini saran kurtlara yem olmamak için devamlı uyanık kalmak ve yanan ateşi söndürmemek zorundaydılar. Bir yandan ateş yanıyor. Bir yandan kurtlar dört bir yanı çevirmiş, hala uluyarak çevrede olan kurtları da çağırıyorlardı. Böyle iki gün iki gece daha geçti. Bu ahır bozmasına Hasan ve Fadime gelin’in gelmelerinin üzerinden üç gece üç gündüz geçmişti. Yiyecekleri bitmek üzereydi. Tamam ateşleri vardı ama, ateşin üzerinde Şıh Nurettin’e götürdükleri Fasulye, Nohut, Bulgur gibi yiyecekleri pişirecek tencereye benzer bir kapları yoktu. Yedikleri sadece yanan ateşte ısıttıkları kuru ekmekti. Peynir ve zeytinleri de bitmişti. Su ihtiyaçlarını kar yalayarak gideriyorlardı. Tuvalet ihtiyaçlarını hemen yanı başlarına karı kazarak içine yapıyorlar. Biri tuvaletini yaparken, öbürü sırtını dönüyordu.

Yine soğuk ve uzun bir gece kendilerini bekliyordu. Hasan yengesine, sen keçenin içine gir de biraz uyu, ben ateşin başında nöbet beklerim dedi. Hasan üç geceden beri hiç uyumamıştı. Gündüzleri birkaç saat uyuyordu. Gündüzleri kurtlar biraz uzaklaşıp, yinede onları görecek şekilde saldırmaya çalışmadan bekliyorlardı. Hasan önünü ateşe verip, eline tek dolma tüfeği alarak, sırtına da keçeyi alıp, beklemeye başladı. Arada bir kendinden geçiveriyor. Kurtların sesi ile kendine gelip, ayağa kalkarak, tüfeği ve kendisini kurtlara bir kere gösteriyordu. Kurtlar Hasan7ı canlı olarak gördüler mi hırlamayı biraz olsun kesiyorlardı.

Ertesi sabah erkenden Fadime gelin uyanıp, Hasan haydi yengem, biraz da sen yat dedi. Hasan, yok yenge şöyle güneş bir çıksın o zaman yatarım diyerek, yengesinin biraz daha yatmasını istedi. Fadime gelin, sağ ol yengem ben uykumu aldım. Ben uykusuzsun diyerek, konuşup, korkularını yeniyorlardı. Gittikçe umutları azalıyordu. Fadime gelin, Hasan7ın şevkini kırmamak için devamlı olarak buradan kurtulacağız, birileri gelip, bizi buradan kurtaracak, ben bunu rüyamda gördüm diyordu. Ancak Hasan’ın kurtulacaklarına dair içinde en ufak bir belirti yoktu.

Ufukta güneş doğup, biraz yükseldikten sonra kurtlar yavaş, yavaş geri çekiliyorlardı. Bunu fırsat bilen Hasan hemen keçenin içine girip, yattı ve Yatması ile birlikte uyuması bir oldu. Çok uykusuzdu. Fadime gelin eline tekli dolma tüfeği alıp, katır ve eşeğe çok az kalan

Yemlerinden azar, azar daha verdi. Artık katır ve eşekte, kar yalayarak susuzluklarını gideriyorlardı. Baştan bakır tabakta su içirmeyi denemişti Fadime gelin, karı eritip veriyordu. Ancak doymuyorlardı. O zaman vermedi. Katır ve eşekte artık bir insan gibi karları yalayıp, susuzluklarını gideriyordu.

Hasan öğleden sonraya kadar uyudu. Kurtlar yine az uzakta bekleşiyorlar, iki insan, bir katır birde eşekten oluşan, gelecekteki yemeklerini büyük bir sabır ve iştahla, ağızlarının suyu akarak bekliyorlardı. Hala arada gelen ve beklemeye katılan kurtlar vardı. Hasan öğleden sonra uyanıp, elini yüzünü kara sürterek yıkadı. Ne o yenge, gelip giden yok mu? Diye yengesine takıldı. Yoktu. Ümitleri gittikçe azalıyordu. Yiyecek olarak iki dürüm yufkaları kalmıştı. Eşek ve katırında bir torba dolusu samanları kalmıştı. Yine akşam oluyordu. Bir taraftan da hava bozmuş, ufaktan, ufaktan kar yağmaya başlamıştı.Hasan Dur Aliler köyünden Mıstık’ a içinden lanet yağdırıyor. Kendisi ve Şıh Nurettin denilen şarlatanın yüzünden pisi, pisine ölüp gideceklerine yanıyordu. Ancak Fadime geline belli etmiyordu. Hasan’ın içinde kopan fırtınayı sanki Fadime gelin bilmiyormuş gibi davranıyordu.

Akşam oldu. Fadime gelin ve Hasan kalan yemeklerinden dürüm yufkasından birini daha çıkartıp, ateşin üzerinde ısıtarak, hafif gevretip, büyük bir iştahla(!) yediler. Kalan samanın bir kısmını daha katır ve eşeğe akşam yemeği olarak verdiler. Fadime gelin yine keçenin içine girip yattı. Hasanda dört geceden beri yaptığı gibi ateşin başında, elinde tekli dolma tüfeği, sırtında keçesi nöbete başladı. Gece yarısına doğru kar ve tipi iyice arttı. Ahır bozmasının tavan kısmındaki açık olan yerden, ahırın içine kar geliyordu. Hasan kendi, kendine gelsin, gelsin. Taze kar yiyelim biraz da diye oyalanıyordu.

Sabahın nasıl olduğunu Hasan hiç anlamamıştı. Hala hava karanlık gibi ama kurtlar geri çekiliyordu. Fadime gelinde kalkmış, yüzünü karla yıkayıp, Hasan’ın yanına gelmişti. Hasan, yenge ekmeği öğleye doğru yiyelim. Belki bu zamana kadar bir gelen olurdu. Şu nalet hayvanları çevremizden kovarlar, derken, uzaktan köpek sesleri duyulmaya başladı. Fadime gelin ve Hasan pür dikkat köpek seslerini dinliyorlar ve köpek seslerinin geldiği istikamete bakıyorlardı. Hasan köpek sesinin bu kadar güzel olduğunu o zamana kadar hiç anlamamıştı. Hele Fadime gelin. Köpeklerden nefret ederken, şimdi ne kadar yarlı birer hayvan olduklarını söylüyor ve gülüyordu. Bir taraftan da Hasan’a takılıyordu. Hasan ben sana dememiş miydim, ben bu gelen köpekleri bile rüyamda gördüm ve sana anlattım diyordu. Her ikisinin de kulakları ağzına gelecek derecede mutlulukla gülüyorlardı. Nasıl gülmesinler ki. Tam öldük bittik derken uzaktan kurtarıcıları görünmüştü. Kurtlar arkasına bile bakmadan, kendilerine doğrultulan tüfeklerden kaçmaya çalışıyorlardı. Hasan tekli dolmasını kurtlara doğrultup ateş etmeye başlamıştı.

Evet kurtlar büyük bir süratle kaçarken, bir kısmı açılan ateş sonucu ölmüştü. Hasan hemen ahır bozmasının dışına çıkıp, gelenleri karşıladı. Gelenler Ormancı Mehmet Ali, İmam Sıddık Efendi, Yanıkların Ahmet ve Dur Aliler köyünden Mıstıktı. Hasan ve Fadime gelin büyük bir sevinçle ahır bozmasından dışarı çıkıp, kurtarıcılarının boynuna sarıldılar.

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..