- Kategori
- Öykü
Derinden gelen aydınlık-3
Kaymakam ve Kambur İsmail Ağa'yı Yayla arazisi yüzünden öldüren, Akdam köyü muhtarı Ali, Kasabadaki Merkez Camii karşısında bulunan ahşap iki katlı çevresi dikenli telle çevrili, kasabanın hapishanede yargılanmayı bekliyordu.
Gezici Hakim halen gelmemişti. Muhtar Ali, herhalde attan çok kötü düşmüş olacak ki bu zamana kadar gelemedi(!) diye hayıflanıyordu. Hacı Veliler köyünden Süleğin Osman da; Muhtar Ali'ye takılmadan edemiyor; Muhtar niye acele ediyorsun, hakim gelirse seni bir an önce asarlar diyordu.
Muhtar Ali Hüsnü; Ziya Bey'in kendisine anlattıklarını içinden hep tekrar ediyordu. Beni idam edemezler, ben köyüme ve bana karşı yapılan büyük bir haksızlığı önledim. Onlarda bana hakaret edip, silahlarını çekip ateş ettiler. Onlardan çabuk davrandıysam suçlumu oldum?
Mahkeme için, Ormancı Mehmet Ali ve İmam Sıddık Efendi, olay yerinden geçmekte olan birkaç tane daha tanık bulmuşlardı ve onlarda Muhtar Ali lehine tanıklık yapacaklardı. Bu hususta Cumhuriyet Savcılığına ifade vermişlerdi.
Tanıklardan Karacaören köyü halkından, İmam Sıddık Efendinin askerlik arkadaşı Murtaza, ifadesinde; Önce Kaymakam'ın, Muhtar Ali'ye S... git, seninlemi uğraşacağım, sizlerin yerimi olurmuş, bak burada kasabanın önde gelen adamlarından İsmail Ağa var. Sizden aldığımız yayla arazisine, kendisine ev yaptırdığı gibi kasabamıza gelecek misafirlerin ağırlanması içinde bir ev yapacak. Siz ne yapıyorsunuz, dediğinde; Muhtar Ali, bu yayla benim köyümün, benim ve köylümün tapuları var. Bizim köyümüzün arazisini alamazsınız. Cumhuriyet döneminde yaşıyoruz, sizi şikayet edeceğim dediğinde, Kaymakamın belinden tabancasını çıkarttığını, ardından Kambur İsmail Ağa'nında tabancasını çıkarttığını, bunun üzerine Muhtar Ali'nin de silahını çekip ateşlediğini, Kaymakam'ında silahını ateşlediğini ancak vurulduğu için merminin boşa gittiğini söylemişti.
Bunun üzerine, o zaman kadar hiç gündeme gelmemiş olan Kaymakamın tabancasına bakmak ve kontorl edilip, ateş edilip edilmediğinin tesbiti. Cumhuriyet Savcısının aklına geldi. Hemen Jandarma Uzman Çavuş Aziz'i çağırtıp, olayı anlattı. Ve Kaymakam'ın silahını bulup incelemesini, olay yerinde bulunan boş mermi kovanlarının karşılaştırmasının yapılmasını istedi.
Jandarma Uzman Çavuş Aziz, bu tür olaylara alışık olduğu için, hemen çalışmalara başladı. Olay günü olay yerine giden Onbaşı Ahmet ve askerler, Necmi ve Serkan'ı çağırdı. Onbaşı Ahmet hamen Uzman Çavuşun odasına girip, sert bir topuk selamı ile Emret Komutanım, diyerek; verilecek emiri beklemeye başladı. Uzman Çavuş Aziz, olayı anlatıp, o gün olay yerinde buldukları boş mermi kovanlarını ve silahları ne yaptığını sordu? Onbaşı Ahmet; Komutanım Karakolda, bir torbaya koyup, ağzını mühürledik. Ha olay yerinde iki tabanca daha vardı. O silahıda torbaya koyduk. Silahlardan birisi Kaymakam'ın elinde, diğeride Kambur İsmail Ağa'nın elindeydi. Boş mermi kovanlarından birisinin farklı olduğunu biliyorum, size de söylemiştim! dedi.
Uzman Çavuş Aziz, şimdi hatırlamıştı. Onbaşı Ahmet; olay yerinde üç tane silah bulunduğunu, boş mermi kovanlarından birisinin farklı olduğunu söylediğini!.. Ancak Uzman Çavuş Aziz; bir köy muhtarının, Kasaba Kaymakamı ve Kasaba ileri gelenlerinden birisini vurduğu için, olay yerinden alınan delilleri fazla göz önüne almamıştı. O sadece sanık Muhtar Ali'yi nasıl idam ettirebileceğini düşünmüştü!.. Şimdi işler karışıyordu. Cumhuriyet Savcısı, yeni tanıkların ifadelerinden hareket ederek, bulunan delilleri soruyordu. Şimdi ne yapacağını kara kara düşünmeye başladı.
Onbaşı Ahmet elinde, ağzı mühürlü bir torba ile içeri girip, getirdim Komutanım diyerek, torbayı Uzman Çavuş'un önüne koydu. Uzman Çavuş; torbanın ağzındaki mühürü kopartıp, içindekileri çıkarttı. Gerçekten de boş mermi kovanlarından birisi 7, 65mm. çapında, diğerleri 6, 35mm. çapında idi. Silahlardan birisi, 6, 35mm.lik, birisi 7, 65mm.lik, diğeride kısa 9'luk tabir edilen 9mm.likti. Silahları ve boş mermi kovanlarını tekrar torbaya koyarak, hemen üst katlarında bulunan Cumhuriyet Savcısı Ethem Bey'in makamına çıktı. Torbayı ve içindekileri Cumhuriyet Savcısı Ethem Bey'in önüne koyup, tanık Murtaza'nın verdiği ifadenin doğru olduğunu, Kaymakamın da Muhtar Ali'ye ateş ettiğinin boş mermi kovanından anlaşıldığını söyledi. Cumhuriyet Savcısı Ethem Bey, Uzman Cavuş Aziz'e başladı bağırmaya, sen ne biçim iş yapıyorsun. Bir adamı ipten kurtaracak delilleri saklıyorsun!.. İyi ki hakim gelmeden bu olay ortaya çıktı. Yoksa; eksik soruşturma yaparak, Muhtar'ın bir an önce ceza almasını sağlayacaktık. İyi ki Hakim Ali Osman bey attan düşmüş! de yargılama için gelememiş(!)..
Cumhuriyet Savcılığında meydana gelen bu olaylar, hapishaneye nöbet tutmaya giden Jandarma er Serkan tarafından Muhtar Ali'ye hemen söylendi. Muhtar, durumu Hüsnü Ziya Bey'e anlattı. Hüsnü Ziye Bey, kalkıp, Muhtar Ali'ye sarılarak, şimdi kurtuldun işte, benden bile önce çıkarsın hapishaneden dedi.(Gerçi ne için girdiğini kendisinin dışında bilen yoktu) Muhtar Ali ve hapishane arkadaşları büyük bir sevinç yaşıyorlardı. Muhtar Ali hemen bir ziyafet için kolları sıvadı. Gardiyan Veliş'in Turgut ile eşi Fadime'ye hemen haber saldı. İki tane horoz, kuru fasulye ve bulgur istedi.
O gün öğleden sora Akdam köyündeki Muhtar'ın eşi Fadime'ye haber ulaştı. Fadime hemen bir koşu iki tane horozu yakalayıp, keserek, hemen temizledi. Kızı Nurcan'a da kızım koş ambardan, bulgur, Kurufasülye, Nohut, Mercimek çıkart, oğlum Murat sende koş, ahıra eşeğimizi semerle, kasabaya babanın yanına gidiyoruz, haydi koşun diye bağıra bağıra, ordan oraya koşuyordu. Kocasının son halini çok sevmişti. Muhtar o kadar zayıflamış, o kadar güzel konuşmaya başlamıştı ki. Fadime kızın kocasına baktıkça bakası geliyordu.
Horozlar temiz bir keseye, fasulye, nohut, bulgur ve mercimek ayrı ayrı keselere, konularak, heybeye yerleştirilmiş ve eşek semerlenmiş, avlu kapısının önünde bekliyordu. Fadime; hemen eşeği yandaki sokunun( halen Anadolunun bazı köylerinde kullanılan, oyulmuş ve içinde buğday, biber, bulgur gibi yiyecekleri dövmeye yarayan bir alet) kenarına çekmesi ile çevik bir hareketle, sokunun kenarına basıp, eşeğin semerinin üzerine oturması bir oldu. Oğlum koş, eşeğin terkisine sende bin. Murat biri, iki detirtmeden hemen eşeğin terkisine bindi. Fedime kız, eşeği yerinden tabiri caizse bir ok gibi fırlattı. Bu hızla giderlerse, ikindiye doğru kasabaya varıp, malzemeleri kocasına teslim ederlerdi.
Murat; uzun zamandan beri babasını yakından görüp konuşmamıştı. Babasının koçum demesini özlemişti. Yol boyunca bunları düşündü. Babasına sarılmayı ne kadar çok istiyordu. Fadime de kocasına sarılmayı çok istiyordu. Ama sarılamıyordu. Kasabaya ne zaman geldiklerini anlayamadılar. O kadar hızlı gelmişlerdiki. Karakaçan sanki uçmuştu. Bir an önce Muhtar Ali'ye karısını ve oğlunu götürmüştü sanki!..
Fadime ve oğlu Murat, Camii'nin dışındaki at ve eşeklerin bağlandığı yere, eşeklerini bağladılar ve Fadime; heybeyi sırtladığı gibi doğru camiiinin avlusundan hapishanenin yolunu tuttu. Muhtar Ali, arkadaşları ile volta atıyor, birde nerde kaldı bu kadın diye söyleniyordu. Fadime ve oğlu Murat'ı görünce, o kadar sevindi ki oğlunu çok özlemişti.
Gardiyan Turgut, koşup hemen heybeyi Fadime kızın omuzundan aldı ve içeri uzattı. Jandarma Serkan, hoş geldin yenge, Muhtar Ali Abimiz kısa zamanda kurtulacak, diyerek; o da sevincini gösterdi. Muhtar Ali, Serkan koçum be, şu kapıyı aç bide oğluma bir sarılıp öpeyim dedi. Serkan da Muhtar Ali'yi kırmadı ve kapıyı açtı. Fadime ve Murat hapishanenin tel örgülerle çevrili avlu kısmına girdiler. muhtar Ali ve oğlu Murat bir birine çok büyük bir hasretle sarıldılar. Muhtar Ali olğu Murat'ı öyle öpüyordu ki. Sanki yıllardan beri görüşmemişlerdi. Şunun şurasında 4 ay olmuştu. Birbirlerini uzaktan da olsa görüp konuşmuşlardı. Ama böylesine hiç yakın olmamışlardı.
Muhtar Ali, eşi Fadime'ye olayı kısaca anlattı. Daha öncede Kaymakamın silahı ateşlediğini söylemişti. Ama bunu isbat edememişti. Sarılma ve olayı anlatma işi bittikten sonra, Jandarma Serkan, Fadime ve Murat'ı dışarı çıkarttı. Fadime, muhtar Ali'ye yemeği nasıl yapacağını, tel örgülerin dışından anlattı. ve en kısa zamanda görüşmek dileği ile vedalaştılar.
Muhtar Ali'ye cezaevi arkadaşlarıda yardım ederek, kısa sürede mükellef bir sofra hazırladılar. Yemekte kimler yoktu ki; Gardiyan Turgut, Jandarmalardan Necmi, Serkan, Ayhan ve Ramazan da yerini aldı. Hep birlikte yiyip içtikten sonra, Muhtar Ali için dua ettiler. Ve bir an önce kurtulmasını dilediler.
Ziyafetten sonra, Muhtar Ali'nin hapishanedeki derin ışığı, Hüsnü Ziya bey hemen dakdilosunun başına geçti ve tekrar bir dilekçe daha yazarak, yeni delillerin muhtar Ali'ye ait dosyaya konulmasını istediler. Gardiyan Turgut, hemen dilekçeyi Cumhuriyet Savcılığına iletti ve dosyasına konulmasını sağladı.
Hapishanedeki Muhtar Ali'ye yeni bir umut ışığı doğmuştu. Bu öylesine bir ışıktı ki, insana yaşama ve hayata tutunma şevki veriyordu. Bu ışık, çevresini aydınlatmaya devam ederken, öykümüzün devamı gelecek bölüme...