- Kategori
- Eğitim
Dershane mi Dersane mi?
Tipik bir dershane
Nostalji seven bir insan olduğum için eski günleri biraz daha hatırlamak istedim. Bir de yazdıklarım, bir satır-bir kelime de olsa, okuyan birilerinin işine yararsa ne güzel olur... Hele de şu ara karışık kafa-dağınık saç ders çalışan bir üniversiteli adayı arkadaşım, bu satırları okuduktan sonra şöyle bir an durup "Aaa! evet ya!..." dese mesela ?... Böyle içinde bir ışık yansa üç beş saniye, ne mutluluk! O arkadaş! İnan senin için yazıyorum. Bütüüüün nostaljik ihtiyaçlarımı sıyırdım koydum kenara. Yazımızın bu bölümünde, bu birinci basamak ve ikinci basamak picikolocilerine güzide dersane sistemimizin etkilerinden bahsetmek istiyorum biraz şimdi sana.
Bizim zamanımızda.... deyip sıkıcı olmayayım şappadanak ama şöyle oluyordu: En önce, Birinci basamaktan da önce, sınava girilecek o enteresan (!) yılın en başlarında, yaz dönüşü, henüz havalar ıssıcakken.... arkadaşlar biraraya toplaşıp bol bol dershane tokuşturması yapıyorduk. Hani yumurta tokuşturup "Aaa kırıldı be güzelim seninki!" derler ya (bu arada hayatta da bir yumurtalı topuşuk olayına girmiş olsam. Eş-dost var ama iyi tokişkof) o hesap. "Sen hangi dersaneye gidiyorsun? Niye oraya gidiyorsun? Aaabi oraya para verilir mi? Yaa! demek oraya gidiyorsun?! Vaaay ne biçim paraları saymışsınızdır oraya! filan...
Hasbelkader ailenin bulup buluşturma kapasitesine göre, herkes bir dersaneye sokuyordu ama işte başını. İlk zamanlarda dershanenin fiziksel yapısı, beton kalitesi, iç mekan ve dış cephe özellikleri, yeri, konumu filan önemli oluyordu. Hatta bu nadide dersanemizin, takıp takıştıran kız mevcudundaki ince güzellikler, erkek arkadaşların sportiften- gizemliye uzanan ama hep "çooook hooooş" halleri ve illaki kantindeki izzet ikram ( ne biçim kaşarlısı var biliyon mu? ) ilk bir kaç hafta bayağ bir muhabbet döndürüyordu. And then... Ve sonra... Testler böyle yaprak yaprak... yaprakus ciltus dökülmeye başlayınca... Ek dersler, birebirler, ekstralar filan tokuşturulmaya başlanıyordu. "Oğlum matçı deli bir kadın Çarşambaları 2 saat etüd koydu... Birebir istedim vermedi! Biz de var ya, sistem şahane! Dersi kaçırdım gittim hocaya bir ayar çekti özel ders verdi... "Bizim dersane seninkini döver!" i ispatın çok türlü halleri yaşanıyordu. Aslında yazık işte...
Dershanesine böyle bir güvenmek istiyor insan, "dershanesi" diyorum bak dikkat et! Benimseme geliyor insana. Benimsemediysen zaten baştan ofsayt! Baktın kazanamadın sınavı süper bahane: "Ya bizim dersanede iş yoktu zaateeen!...." Orda sanıyorsun ki bilgiler hap hap ezilip kafacağzına tıkıştırılıp tepiştirilecek. Yok be güzelim, yok böyle birşey. Dersane sadece bir araç. : öğütme aracı. Sende temel olacak ki orda sınav sistemine göre öğütebilesin. Paran olacak ki hizmeti satın alabilesin. Sabrın olacak ki, hamuru açıp börek yapabilesin... Şimdi bakıyorum 6'ıncı sınıftan çocukluktan artık öyle diyeyim, dökülüyor insanlar dershane yollarına. 8'inci sınıfta fen lisesi ve özel okullar için giderdik biz dersaneye. O da yani öyle herkes değil bir de lise sonda gidilirdi. Lİselerde zaten 3 yıldı eskiden. Zaman içinde herşey değişiyor. "Bizim zamanımız- şimdiki zaman" karşılaştırmasına girmek istemiyorum burda. Bir kere hem"Ahhh ah diyecek " kadar yaşlı değilim; hem de, her zamanın, kendi dinamikleri olduğunu biliyorum.
Sana sadece şu kadarını söylemek isterim: Dersanenin bir araç olduğunu unutma ve ordan hakkıyla yararlanmaya çalış! Sonuçta ülkemizdeki eğitim yapısı böyle bir sistem doğurmuş işte. Test teknikleri, cins sorular, değişik çözüm yolları mutlaka sende bir iz bırakacaktır. Sen önüne bak, çalışmaya gayret göster. Moralini bozma! Ben dersane olayına adapte olamamıştım. İlk yıl, bütün bir yıl boyunca bize ödev olarak verilen sayısız matematik testlerinden, sadece ve sadece, biri 18, diğeri 16 soruluk 2 test çözdüğümü sana itiraf etmek isterim. Biri çember diğeri de çember analitiğine ilişkin 2 test! Ama yine de pek çok arkadaşımdan çok daha fazla matematik neti çıkardığımı da gururla eklemem gerekir. İkinci sene ise yine de tam olmamakla birlikte performansımı biraz artırmam beni ilk tercihime olmasa da 3'üncüye ittiriverdi sırtımdan. Belki sen aynı şartlarda çok daha iyi sonuçlar çıkaracaksın. Ya da belki senin biraz daha sıkı çalışman gerekecek. Ee yap o zaman! Sen kendin olarak, bu işi kendi sorumluluğun olarak üstlen-sırtlan ve yürü! Ben, bütün o sınav süreci boyunca "kendim olamamıştım" işte en net bunu hatırlıyorum. Peki neden öyle olmuştu acaba? Neden öyle uçuşup kaçışmaktaydım? Nasıl bir haldeydim ki öyle dağılmıştım?...
Zaman zaman bunu düşündüğümde, çok ama çok ama çok güzel ve "çok platonik" bir aşk içinde olduğumu hatırlıyorum o dönemde. Senin yaşlarında aşk, çok ama çok ama çok değişik bir güzellikte oluyor. Ama bana inan, sonradan da çok ama çok ama çooook güzel aşklar yaşıyor insan. "20 yıl sonra neyi hatırlayacağım?" hep bunu soruyordum kendime. Bir tür dua gibiydi. Gün boyu bu soruyla yaşıyordum desem abartmış olmam. 20 yıl sonra hatırlayacak mıyım, O'nu, bugünleri? İçine düştüğüm çaresiz halden sıyrılmak adına böyle bir yöntem geliştirmiştim kendi kendime. Aslında şimdi düşününce... o yıllardaki duygusal hallerime ilişkin ayrıntıları çok hatırlamıyorum. Belki de bilinçli olarak unutmayı seçmiş de olabilir ruhum. Ama keşke daha iyi motive olabilseymişim diyorum bazen.
Şu anki yaşantımdan ya da akademik hayatımdan memnun olmadığım için değil. O dönemdeki pisikolojim, gerçek kapasitemi görme şansıma engel oluşturduğu için. Belki o zaman, bir uzmandan yardım alsam, ya da dertlerimi tasamı ailemle daha yakın paylaşsam kendi kendime, aynı çukurda debelenmezdim. Bir de tabi komik olan, o dönemde sorun ettiklerinin aslında aşılamayacak geçilemeyecek sorunlar olmadığını anlıyorsun sonradan. Gelgelelim yaşın, hormonların, stresin verdiği etkiyle, inan algılayışın çok değişik oluyor. Bana anlatan konuşan olmamıştı. Sen bil bunları. Vücudunun kimyasına bağlı olarak da en zor yılları yaşıyorsun. Bu bir gerçek. Bilimsel bir çalışma yapılmış ve insanın en stresli döneminin ergenlik olduğu ortaya çıkmış. Çünkü bir yandan gençliğin var bir yandan toplumsal sorumluluklar var ve bunlar genelde çatışıyor.Aklın dur diyor, ruhun bas git! Zevklerini, sevdiklerini, özlemlerini, hayallerini, planlarını durmadan sorguluyorsun. Üç ay önce beğendiğini şimdi beğenmiyorsun. Şimdi uğruna öleceğin hayaller yarın anlamsız gelebiliyor gözüne. Hepsi ama hepsi çok normal. Bunları sadece sen yaşamıyorsun.
Duy beni! Kendini yalnız, anlaşılmaz, işe yaramaz filan sanma sakın. Sadece savrulmaktasın! Ama durulacaksın. Durulacaksın ve bütün taşların yerli yerine oturunca, inan daha güçlü-gürül gürül akacaksın. Hem birşey diyim sana, bütün taşlar da zaten oturmasın yerine, bir kaç taşının aklı bırak hep karışık kalsın! :) Sen sadece şu an nerdeysen ordaki dengeni korumaya çalış. Baktın dengede sapmalar oluyor, "normal" de kendine, silkele arada bir tozunu al ruhunun. Dünya birbirinden değerli acı tatlı deneyimlerle dolu. Hepsinden derleyeceksin acele etme hiç...Önünde uzuuun bir yaşam var. Üniversite sınavı da bu deneyimlerden sadece biri. Bak bakalım neler yapacaksın? Bak bakalım sen nasıl bir insansın? Dön de bir bak kendine... E ama hadisene!... Dershane diye başladık konu dağıldı ama belki bu satırlar da yarar işine.
Bizim zamanımızda.... deyip sıkıcı olmayayım şappadanak ama şöyle oluyordu: En önce, Birinci basamaktan da önce, sınava girilecek o enteresan (!) yılın en başlarında, yaz dönüşü, henüz havalar ıssıcakken.... arkadaşlar biraraya toplaşıp bol bol dershane tokuşturması yapıyorduk. Hani yumurta tokuşturup "Aaa kırıldı be güzelim seninki!" derler ya (bu arada hayatta da bir yumurtalı topuşuk olayına girmiş olsam. Eş-dost var ama iyi tokişkof) o hesap. "Sen hangi dersaneye gidiyorsun? Niye oraya gidiyorsun? Aaabi oraya para verilir mi? Yaa! demek oraya gidiyorsun?! Vaaay ne biçim paraları saymışsınızdır oraya! filan...
Hasbelkader ailenin bulup buluşturma kapasitesine göre, herkes bir dersaneye sokuyordu ama işte başını. İlk zamanlarda dershanenin fiziksel yapısı, beton kalitesi, iç mekan ve dış cephe özellikleri, yeri, konumu filan önemli oluyordu. Hatta bu nadide dersanemizin, takıp takıştıran kız mevcudundaki ince güzellikler, erkek arkadaşların sportiften- gizemliye uzanan ama hep "çooook hooooş" halleri ve illaki kantindeki izzet ikram ( ne biçim kaşarlısı var biliyon mu? ) ilk bir kaç hafta bayağ bir muhabbet döndürüyordu. And then... Ve sonra... Testler böyle yaprak yaprak... yaprakus ciltus dökülmeye başlayınca... Ek dersler, birebirler, ekstralar filan tokuşturulmaya başlanıyordu. "Oğlum matçı deli bir kadın Çarşambaları 2 saat etüd koydu... Birebir istedim vermedi! Biz de var ya, sistem şahane! Dersi kaçırdım gittim hocaya bir ayar çekti özel ders verdi... "Bizim dersane seninkini döver!" i ispatın çok türlü halleri yaşanıyordu. Aslında yazık işte...
Dershanesine böyle bir güvenmek istiyor insan, "dershanesi" diyorum bak dikkat et! Benimseme geliyor insana. Benimsemediysen zaten baştan ofsayt! Baktın kazanamadın sınavı süper bahane: "Ya bizim dersanede iş yoktu zaateeen!...." Orda sanıyorsun ki bilgiler hap hap ezilip kafacağzına tıkıştırılıp tepiştirilecek. Yok be güzelim, yok böyle birşey. Dersane sadece bir araç. : öğütme aracı. Sende temel olacak ki orda sınav sistemine göre öğütebilesin. Paran olacak ki hizmeti satın alabilesin. Sabrın olacak ki, hamuru açıp börek yapabilesin... Şimdi bakıyorum 6'ıncı sınıftan çocukluktan artık öyle diyeyim, dökülüyor insanlar dershane yollarına. 8'inci sınıfta fen lisesi ve özel okullar için giderdik biz dersaneye. O da yani öyle herkes değil bir de lise sonda gidilirdi. Lİselerde zaten 3 yıldı eskiden. Zaman içinde herşey değişiyor. "Bizim zamanımız- şimdiki zaman" karşılaştırmasına girmek istemiyorum burda. Bir kere hem"Ahhh ah diyecek " kadar yaşlı değilim; hem de, her zamanın, kendi dinamikleri olduğunu biliyorum.
Sana sadece şu kadarını söylemek isterim: Dersanenin bir araç olduğunu unutma ve ordan hakkıyla yararlanmaya çalış! Sonuçta ülkemizdeki eğitim yapısı böyle bir sistem doğurmuş işte. Test teknikleri, cins sorular, değişik çözüm yolları mutlaka sende bir iz bırakacaktır. Sen önüne bak, çalışmaya gayret göster. Moralini bozma! Ben dersane olayına adapte olamamıştım. İlk yıl, bütün bir yıl boyunca bize ödev olarak verilen sayısız matematik testlerinden, sadece ve sadece, biri 18, diğeri 16 soruluk 2 test çözdüğümü sana itiraf etmek isterim. Biri çember diğeri de çember analitiğine ilişkin 2 test! Ama yine de pek çok arkadaşımdan çok daha fazla matematik neti çıkardığımı da gururla eklemem gerekir. İkinci sene ise yine de tam olmamakla birlikte performansımı biraz artırmam beni ilk tercihime olmasa da 3'üncüye ittiriverdi sırtımdan. Belki sen aynı şartlarda çok daha iyi sonuçlar çıkaracaksın. Ya da belki senin biraz daha sıkı çalışman gerekecek. Ee yap o zaman! Sen kendin olarak, bu işi kendi sorumluluğun olarak üstlen-sırtlan ve yürü! Ben, bütün o sınav süreci boyunca "kendim olamamıştım" işte en net bunu hatırlıyorum. Peki neden öyle olmuştu acaba? Neden öyle uçuşup kaçışmaktaydım? Nasıl bir haldeydim ki öyle dağılmıştım?...
Zaman zaman bunu düşündüğümde, çok ama çok ama çok güzel ve "çok platonik" bir aşk içinde olduğumu hatırlıyorum o dönemde. Senin yaşlarında aşk, çok ama çok ama çok değişik bir güzellikte oluyor. Ama bana inan, sonradan da çok ama çok ama çooook güzel aşklar yaşıyor insan. "20 yıl sonra neyi hatırlayacağım?" hep bunu soruyordum kendime. Bir tür dua gibiydi. Gün boyu bu soruyla yaşıyordum desem abartmış olmam. 20 yıl sonra hatırlayacak mıyım, O'nu, bugünleri? İçine düştüğüm çaresiz halden sıyrılmak adına böyle bir yöntem geliştirmiştim kendi kendime. Aslında şimdi düşününce... o yıllardaki duygusal hallerime ilişkin ayrıntıları çok hatırlamıyorum. Belki de bilinçli olarak unutmayı seçmiş de olabilir ruhum. Ama keşke daha iyi motive olabilseymişim diyorum bazen.
Şu anki yaşantımdan ya da akademik hayatımdan memnun olmadığım için değil. O dönemdeki pisikolojim, gerçek kapasitemi görme şansıma engel oluşturduğu için. Belki o zaman, bir uzmandan yardım alsam, ya da dertlerimi tasamı ailemle daha yakın paylaşsam kendi kendime, aynı çukurda debelenmezdim. Bir de tabi komik olan, o dönemde sorun ettiklerinin aslında aşılamayacak geçilemeyecek sorunlar olmadığını anlıyorsun sonradan. Gelgelelim yaşın, hormonların, stresin verdiği etkiyle, inan algılayışın çok değişik oluyor. Bana anlatan konuşan olmamıştı. Sen bil bunları. Vücudunun kimyasına bağlı olarak da en zor yılları yaşıyorsun. Bu bir gerçek. Bilimsel bir çalışma yapılmış ve insanın en stresli döneminin ergenlik olduğu ortaya çıkmış. Çünkü bir yandan gençliğin var bir yandan toplumsal sorumluluklar var ve bunlar genelde çatışıyor.Aklın dur diyor, ruhun bas git! Zevklerini, sevdiklerini, özlemlerini, hayallerini, planlarını durmadan sorguluyorsun. Üç ay önce beğendiğini şimdi beğenmiyorsun. Şimdi uğruna öleceğin hayaller yarın anlamsız gelebiliyor gözüne. Hepsi ama hepsi çok normal. Bunları sadece sen yaşamıyorsun.
Duy beni! Kendini yalnız, anlaşılmaz, işe yaramaz filan sanma sakın. Sadece savrulmaktasın! Ama durulacaksın. Durulacaksın ve bütün taşların yerli yerine oturunca, inan daha güçlü-gürül gürül akacaksın. Hem birşey diyim sana, bütün taşlar da zaten oturmasın yerine, bir kaç taşının aklı bırak hep karışık kalsın! :) Sen sadece şu an nerdeysen ordaki dengeni korumaya çalış. Baktın dengede sapmalar oluyor, "normal" de kendine, silkele arada bir tozunu al ruhunun. Dünya birbirinden değerli acı tatlı deneyimlerle dolu. Hepsinden derleyeceksin acele etme hiç...Önünde uzuuun bir yaşam var. Üniversite sınavı da bu deneyimlerden sadece biri. Bak bakalım neler yapacaksın? Bak bakalım sen nasıl bir insansın? Dön de bir bak kendine... E ama hadisene!... Dershane diye başladık konu dağıldı ama belki bu satırlar da yarar işine.