Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Derviş Edalı Gurbete Düşmüş "Eğin Türküsü" Enver Gökçe (*)

Derviş Edalı Gurbete Düşmüş "Eğin Türküsü" Enver Gökçe (*)
 

Yine öyle oturduğu yerde, kuytu bedeninden başka sığınacak yeri olmayan Derviş edasıyla sessiz, ağırbaşlı, olgun… Gurbete düşmüş Eğin türküsü. Yara almış umudun hüznü. Oturduğu kuru sandalyesinden bizi izliyor.
 
“Bizi hatırlayan dostlar da varmış demek…” diye geçiriyor içinden, hatta söylüyor. Duyar gibiyim. Metin Demirtaş elinden tutup sahneye çıkartıyor. Vecihi Timuroğlu, Munzur göğünden “gökçe” bakışlar tohumluyor.
 
Sesim gömülü içime. Boğazımda düğüm düğüm sözcükler. Bir uzun hava türküsüne ova içim. Yanık ezgili, Eğin edalı. Öylece bir türkü oylumu. Sonra işte; derin, içli, “çelik öfkeli uysal mavili” bir ses: Akdeniz edalı Metin Demirtaş. Konuklara tanıtılıyoruz…
 
2009’un 21 Martı. Dünya Şiir Günü. Yirmi dokuz yıl sonra yine Enver Gökçe’yi anmak için ordaydık. 3 Temmuz 1980 yılında Metin Demirtaş’ın büyük çabalarıyla gerçekleştirilen “Enver Gökçe’ye Saygı Gecesi”nden anılar. Demirtaş’ın öncülüğünde, Antalya Sanatçılar Derneği’nin katkısı büyük. Enver Gökçe’yi anıyoruz. Eğin’i, Eğin Türküleri’ni, devrimciliği, imeceyi, dayanışmayı, paylaşmayı, konuşmadan anlaşmayı, karşılıksız sevmeyi, sevginin almadan vermek olduğunu, kim için ve nasıl şiirler yazdığını konuşmak, Gökçe’yi anlatmaktır.
 
Senfonik şiirlerin, bilinç ve duyarlığın şairi Gökçe…
Gökçe, “bilinç ve duyarlık” şairidir. Şiirleri de, Senfoni! Onun şiirinin en belirgin özelliği. Çok sesli müziğe sahip. “Ben”in içindeki “biz”i, “tekilin” içindeki “çoğulu”, “toplumsalın” içindeki “bireyi” anlatır. Kitleselleşen, kitleleri kendine çeken bir derinlik. Marksist düşünce estetiğinin yüksek “bilinç ve duyarlığını” taşır.
 
Şiirlerinden anladığımız, bilimsel görüşün, yüksek duyarlık gerektiren şiir gibi üst dile sahip bir sanat kolunda etkili olmadığıdır. Bu kesin! Genelde sanatın tüm alanları için söyleyebiliriz bunu. Duygunun, imgenin, şiir(in)deki müziğin, sözcük ekonomisinin, sözün şiirselliğinin… Bütün bunların bir estetiğinin olduğu ve sanat için olmazsa olmazlar arasında bulunduğunun bilinciyle yazan bir şair. Dahası, insan, “akıl varlığı” olduğu kadar “duygu ve duyusallık varlığı” olarak da şiirlerindedir. Bu “bilinç ve farkındalık”, yüksek bir duyarlıkla, sözcük ekonomisi üst düzeyde şiir yazdıran bir ustalık kazandırmış. En bireysel duyguyu işlerken bile, genelin ortak yaşayışını duyurur bize. Kişisel yaşanmışlığın sığlıklarına dalıp kalmaz. Mızmızlanmadan, şiirindeki müziği duymayı ve duyurmayı, sanatsal duyarlığın kaynağı
sayar şiirinin. İnsanlar arasında sınır çizmez: Pertev Naili Boratav’la ne değin yakınsa, “Mürettip Hasan”a şiir yazacak kadar onu sahiplenir. “Duyguyla bilinci, duyarlıkla bilimselliği” aynı potada harmanlayıp yoğurur. Yeni bir öz ve bireşimle sunar bize.
 
Gökçen’in şiir kaynakları…
Gökçe’nin şiiri, İlhan Başgöz’ün belirttiği gibi “…halk şiirinden divan şiirine, Nazım’dan Dedekorkut’a, masallardan tekerlemelere…” uzayan bir şiir geleneğinin içinde, kendi gelişimi tamamlayan bir şiir. Yapısal özellikleriyle onun şiirleri dili kuşaktaşlarından ayrılıp kendine özgü açtığı kanalda akar gider. Su akar yatağını bulur türünden. Toplumsalcı Türk Şiirinin, “Kırk Kuşağı/Fedailer Mangası” kuşataşları, Nazım Hikmet’in yarattığı şiir geleneğinin izleyici ozanlarıdır. Bu demek değildir ki, kendi şiir dillerini oluşturmadılar. Elbet ki oluşturdular ve Çağdaş Türk Şiirine geniş olanaklar sundular, yaratıkları şiir gelenekleriyle.
 
Gökçe ise, “Türk sanatı içinde” şiire “yeni bir öz girişimi getiren yeni biçimiyle, Rus Füturistlerinin, özellikle de Mayakovski’nin izlerini taşıyan Nâzım’ın yaratmış geleneğin” açtığı yolda, sağladığı olanaklardan geniş ölçüde yararlandığı biliniyor, bilinmesine. Ne ki, onun şiirinin asıl kaynağı, ekinimizdeki iç zenginliğimiz olan; Halk Türküleri, Pir Sultan deyişleri, Köroğlu yiğitlemeleri, Karacaoğlan güzellemeleri, halk masalları, Dedekorkut, masalları, halk ozanları, zengin çağrışımları olan deyimler ve terimlerdir.
 
Şiirde ustalaşmayı, ustaca söylemenin yolunu daha yirmili yaşlarında (23 yaşında) yakalamış. Bugünün Enver Gökçe’sini ve şiirlerini borçlu olduğumuz en verimli dönemi, topu topu yedi yıl. Ne ki, Gökçe şiirden uzaklaştırılırken, şiiri Gökçe’siz kalmış. Şiirden koparılmış. Şiir çağını, Harbiye damları, sürgünler, zulümler, gözaltılar, uykusuz sabahlatılan geceler, karanlık zindanların dört duvarlı kör pencereli, demir parmaklıklı soğuk hücrelerinde aç ve susuz geçen günlerde geçmiş. Onun tutukluluk öncesi (şiire başladığı yirmili yaşlarda) ve sonrasında (Yusuf İle Balaban Destanı’nı yazdığı Büyük Gözaltı/951 Tevkifatı dönemi), bir de yaşadığı ara dönemi olmuş.
 
Altmış bir yıllık yaşamı ortada: Sürgünler, işkenceler, hapislikler, çileli işsizlik ve yokluk günleri… Bunu dikkate almalı.
 
Büyük Gözaltı, 951 Tevkifatı…
Yirmili yaşları, toplumsal bilincini kazandığı, onu düşünsel anlamda geliştirecek ve kültürel altyapısını oluşturduğu bu dönem, üniversite yıllarıdır. Devrimci düşünce ve derneklerle ilişkiler, sanat yaşamında yeni arkadaşlar, öğretmen öğrenci ilişkileri, dergicilik yılları bu dönemi kapsar. Savaşım cephesini belirlediği, safını seçtiği, halktan yana kararlı tavır sergilediği ilk dönemidir bu. Ardından, “951 Tevkifatı” olarak da bilinen “Büyük Gözaltı”nın yaşandığı dönemin ise en verimli olduğu, “Büyük şiiri” yarattığı ikinci dönemidir.
 
1940’lı yılları da içine alan ve bütün olumsuzluklarına karşın, Gökçe’nin “büyük şiirini” yarattığı yıllara altyapı hazırlayan yıllardır. 951 Tevkifatı’nda içeri alınmasıyla başlayan uzun süreli hapisliğinde, “Yusuf İle Balaban Destanı”nı yazacaktır.
 
Bir yanda kararlı, dirençli, savrulmayan duruşuyla devrimci savaşımı çağırmaktadır onu, bir yanını şiir kuşatmış ve sarmalına almıştır Gökçe’yi. İkisi de birbirini desteklemiş ve geliştirmiştir. 1960 Devrimi’nin göreceli  serbestliği, yeniden özgürlüğüne kavuşmasını sağlasa da, Demirtaş’ın bir dizesinde dile getirdiği “İşsizlik, o en büyük hapishane” yakasını bırakmadı hiç.
 
Sirkeci’nin ucuz ve soğuk otellerinde geçen parasız, aç susuz, iyi beslenemediğinden zayıf düştüğü yıllar… Tutukluluk sonrası gelen işsizliğine, büyük yaratıcı yalnızlığının eklendiği bu zor günler, daha sonraki sanat yaşamında ve şiirinde de etkisini gösterecektir. Kaynağında, “şairin hayatı şiirine dâhildir” ve şiir bitmeyen çileli bir ömrün kendisi.
 
Gökçe’nin son dönem şiirleri değerlendirilirken, şiirden uzaklaştırıldığı bu ara dönemin de iyi incelenmesi gerek. Bu dönem, “büyük şiirin” gelişmesini engellemekle kalmamış, Gökçe’yi yaşama da küstürmüş. 1960’lardan sonra ve son dönemlerinde yazdıklarıysa, öncesinde yakaladığı “büyük şiir”in gerisinde kalan şiirler. Ne ki, bütün bunlar onun halk ozanlığına ve şiirinin büyüklüğüne, gölge düşürmedi hiç.
 
Gökçe’de Tevfik Fikret etkisi…
Yaptığım araştırmalar ve Gökçe üstüne yeni yayınları okudukça, onun şiirine kan taşıyan atardamarlardan birinin, Tevfik Fikret şiiri olduğunu gördüm. Bu inceleme ve araştırmalarım, dil içi çevirisini gazeteci-yazar Orhan Karaveli’nin yaptığı ve “Bugünün Diliyle Tevfik Fikret Şiirleri” adlı yapıtı ile “Enver Gökçe Bütün Şiirler” (Evrensel Basım Yayın, 2001) adlı yapıtı, aynı anda karşılaştırmalı okurken, Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim” (Eski Çağlar Tarihi) şiiri ile Enver Gökçe’nin “Kirtim Kirt” şiirinde, düşünsel bir akrabalığın, birbirlerine yakınlaştıran canlı bağların, kimi çağrışım benzerliklerinin olduğunu fark ettim. Farklı çağ ve dönemlerde yaşamış ve bu şiirleri yazmış olsalar da, onların, ortak aklın ülküsünde çağları aşıp gelen buluşmaları hiç bitmeyecek. Her ikisi de, uzun geçmişi, zengin geleneğiyle Türk şiirinin sönmeyen ve yüzlerce yıl parlayacak yıldızları.
 
Sözünü ettiğim benzerliklere gelirsek, “Tarih-i Kadim”de Fikret, şöyle sesleniyor:
“(…)/Çiğneyen haklı, çiğnene ayıp,/Kahra alkış, gurura secde; bağış,/Zayıflık ve alçaklıkla daima eş;/Doğruluk dilde –yok- dudaklarda;/İyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda./Bir hakikat: zincirin hakikati;/Bir hitabet: kılıcın hitabeti;/Hak güçlünün; demek kötünündür,/En açık hikmet: ezmeyen ezilir!/Her şeref yapma, her saadet piç;/Her şeyin başı da sonu da hiç;”
 
Fikret’in (d. 1867 - ö. 1915) ölümünden beş yıl sonra doğacak olan Enver Gökçe (d. 1920 - ö. 1981), yaklaşık kırk yıl sonra Büyük Gözaltı (951 Tevkifatı) sürecinde yazdığı “Yusuf İle Balaban Destanı’ndaki “Kirtim Kirt” şiirinde, Fikret’ten etkileriyle şöyle buluyor yankısını:
“Demek bu hayat,/ Önce sana bana yük/ Demek su kimin/ Toprak kiminse/ Motor, elektrik ve ışık kiminse/ Demek sultan odur./ Demek insan bölük bölük./ Yaşıyorsan ölüyorsun demek.”
 
Gökçe, şiirinin gelişimini sağlayan Divan şiirinin estetiğine, halk şiirinin türküleşen özüne, Nazım’ın devrimci yanına, Dedekorkut’taki içtenliğe ve saflığa, masallardaki mitolojik derinliğe, tekerlemelerin ardında barındırdığı yalınlığa ve mizaha/alaysamalara, Fikret’in aydınlanmacı, yenilikçi tavrını da eklemeyi başarmış. Şiirini hem içerik hem de düşünsel anlamda; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele taşımış.
 
Şairler bu yanlarıyla birbirlerini geliştirirler. Bütün kavgalarına karşın bu gerçeği değiştiren çıkmadı henüz.
 
Gökçe, ömrünün son dönemini bir huzurevinde geçirdi. 1981’in 19 Kasım’ında, öldüğünde yeğeninin evindeydi.
 
Sonsuzluğa gidişinin otuz birinci yılı. Anısına sonsuz saygıyla...
 
 
(*) Cumhuriyet Kitap'ta yayımlandı (21.10.2012)
 
Toplam blog
: 36
: 110
Kayıt tarihi
: 20.06.18
 
 

Günümüz şairlerinden. 1961 Erzincan doğumlu. Öğretmen şair. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak..