Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '16

 
Kategori
Tarih
 

Devlet Yönetimleri varken, Siyasi Partilere neden ihtiyaç duyulur? (3)

Uygarlık  (Sümerler) Çağında düzen

M.Ö. 4500 yıllarından itibaren başlayan Uygarlık Çağı, her ne kadar “Yazının” icadıyla bu adı almış olsa da, aynı zamanda sürekli savaşarak erkek egemenliğne giden yolun temeli de atılmış oldu. Bu bakımdan döneme verilen Uygarlık adı her zaman tartışma konusudur.

Sanatsal ve bilgilenme çağını başlatan bu mantık, diğer taraftan erkek egemenliğinin hanedanlığı için, savaş tekniklerini de geliştirmiştir. Böylece toplumların kan ve gözyaşı içerisinde uygarca yaşadığını iddia etmesi, ne kadar Uygarlıktır? Onun için neye göre uygarlık, neye göre ilkellik mantığının gerçek cevabı hâlâ verilmiş değildir.

Tarım (Neolitik) Çağının gelişip tam olgunlaşmasıyla birlikte, toprak tarımı ve hayvancılık başta olmak üzere aile, toplum düzeni, devletleşme ve el sanatlarında tahmin edilmeyecek düzeyde büyük bir ilerleme sağlanmıştı. Bu gelişme erkeklerden çok kadının yükünü daha fazla ağırlaştırmakta idi.

Çünkü kadın hem ev, aile, çocukların bakımı ve eğitiminin yanında, devlet ve toplum düzenini de birlikte yürütüyordu. Kadının bu görevlerinin yanında bir de kadınlık doğasından gelen aylık rahatsızlıkları, her geçen gün işleri içinden çıkılmaz bir hâlâ sokmuştur.

Kadınlar; giderek karmaşa haline dönüşen yönetim yapısıyla ilgili tek çare olarak, erkek kardeşlerini ve eşlerini bazı yönetim alanlarında görevlendirerek, mevcut durumun çözümünü geliştirmeye çalışmışlardır.

Anılan çağda teorik bilgi açısından kadınlar, erkeklere oranla daha ileri bir bilgi sahibi iken, erkekler ise avlanma ve koruma amaçlı savaş tekniklerinin yanında,  zaman ve güç gerektiren el sanatlarını da geliştirmekte idiler.

Sümer Uygarlığının erkeği, Ana Tanrıçaların onayı ile yavaş yavaş devlet yönetiminde söz sahibi olmaya başlarken, diğer taraftan avlanmak, tarım araçlarındaki yenilik, resim yazılar ve heykelcilikte de, büyük bir ilerleme kaydetmişti.

Bilindiği gibi dünyanın her kıtasında ilkyazı sistemi, hayvan figürleri başta olmak üzere güneş, yıldız, insan ve doğayı yansıtmakta idi. Bunun Ağaç (Papirus) yapraklarına ve hayvan derileri üzerine yazılmaya başlanmasıyla, ticaret başta olmak üzere bir yerden başka bir yere iletişim amacıyla mektup şeklinde daha büyük bir önem kazanmış oldu.

Ve yazının çizgi şekline dönüşmesiyle birlikte, sanatsal hayranlık yaratan Heykelcilik, hem beden hem de beyin gücüne dayanması neticesinde, bu iş daha çok erkelerin meslekleri haline dönüşmüştür.

Tüm bunların yanında erkeğin ticaret, devlet yönetimi ve koruma (Savaş) alanlarında söz sahibi olması, erkeğin kadının yanında Kral Tanrılığa yükselmesinin yolunu açmış oldu.

İfade edilen gelişmeler sonucunda, Kral Tanrılar toplumun yönetim, idare ve sevkinden sorumlu olmalarına rağmen, yapacakları her işin toplum tarafından kabul edilmesi için, uzun süreler Ana Tanrıça kadınların onayını alarak devam ettirilmiştir. Bu dönemi en iyi şekilde ifade eden şu örnekler çok kıymetli kaynaklardır.

Sümerlerle başlayan Tanrı Kralcılık, toplumun kendilerine güvenip itibar etmesi için, eskiden beri adalet ve hakkaniyetin temsilcisi olan Ana Tanrıçalardan Kibele, Themis, Demeter, Aşnan, Aşaret, İsis,  İnnanna, Tiamat, İştar, Hothar, Eros, Hera, Afrodit ve Hindistanlı doğum Tanrıçası Togors gibi binlercesi, Kral Tanrıların yardımcıları olarak yer almışlardır.

Uygarlık Çağından itibaren, yeni toplum ve devlet yönetimlerinde fiili olarak erkekler, Kral Tanrı olarak ön planda olmalarına rağmen, yine de Ana Tanrıçaların varlığı şu tarihlere kadar devam etmiştir.

Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Ortadoğu’da M.Ö.1500 yıllarından itibaren Hz. İbrahim’in Gök Tanrı adıyla ortaya çıkması, kadınların ve erkeklerin tanrılıklarının sonunu işaret etmiştir.

Ve ikinci bir önemli tarihsel dönem, M.Ö. 700 ile miladi yılların başlangıcına kadar Yunanistan, (Helen Uygarlığı) Avrupa, Amerika ve Hindistan gibi diğer bölgelerde ise Ana Tanrıçalığın devam ettiği görülmektedir.

Belirtilen bölgede, Kral Tanrıcılık devlet ya da hanedanlıkların halk üzerinde uygulamış oldukları olumlu ve olumsuz tarihsel olayları şu şekilde özetleyebiliriz.

Sümer, Babil, Asur, Mısır, Nemrut ve Roma Krallıklarına dayanan erkek egemen yapı, devlet ve toplum yönetimine hâkim olmasıyla, kadınlar her geçen gün biraz daha geri plana itilmişlerdir. Bu itilmeyle kadınların sorumluluğunda olan işlerse, ev içerisinde ya da çevresinde yapılabilen dokuma, bahçecilik, çocukların bakımı, eğitimi, yemek, temizlik vb. olmuştur.

Diğer bir takım kadınlar ise, Kral Tanrıların istekleri doğrultusunda bazı noktalarda Kralların yardımcıları olarak devam etmiş olsalar da, her geçen gün kadının eve kapanması hızlı bir şekilde sürmüştür.

Tüm yaşananlardan da anlaşılacağı gibi, Kral Tanrıcılık toplum ve devlet yönetimi demek, insanları köleleştirerek ve hayvan derecesine indirip, tüm iş ve hizmetlerde çalıştırmak demekti. Bu da erkek egemenlikli toplumsal ve devlet yönetiminde sınırsız mal, mülk, köle, cariye, servet ve saraylara sahip olmak anlamına gelmektedir.

Bir erkek, ifade edilen bu yaşama sahip olabilmesi için savaş tekniğini ya kendisi çok iyi bilmesi gerekirdi veya en iyi şekilde savaşacak askerler kullanarak mümkündü.

Modern çağın ilk adımı olan erkek egemen bu yapı, ilkönce yakın çevresinden başlamak üzere, diğer devlet ve kıtalara savaş açarak elde etmiş olduğu başarıyla hem hükümranlığını ilan etmiştir, hem de sınırsız servetlere el koyulmuştur.

Uygarlık tarihiyle birlikte savaşmadan servetlere sahip olan ne bir Kral ne de başka bir devlet ve toplum yöneticisi görülmüş değildir. Demek ki, sınırsız servet ve egemenliğin temeli savaş ve zalimkârlığa dayanmaktadır.

İşte Erkek egemenlikli bu toplumsal ve devlet yönetimlerinin insanlık üzerinde estirmiş oldukları alçakça politikalar yüzünden, insanlar yaşayamayacak duruma gelip isyanı başlatmışlardır.

Denilebilir ki, ilk isyan, M.Ö. 1500’li yıllarından itibaren, Hz. İbrahim’in Gök Tanrıcılık adıyla çıkması büyük bir devrim niteliğindedir. Ve böylece Kral Tanrıcılık yavaş yavaş yok olmaya başlarken, bunların yerini Tek Tanrılı (Monoteist) dinler almıştır.

Daha sonraları Hz. İbrahim’in yolundan gitmeye çalışan Hz. Musa, M.Ö. 50’li yıllarından itibaren, Gök Tanrının yerdeki temsilcisi olarak kendisini Peygamber ilan edip, Tanrı Krallıkların sonunun gelmesine vesile olmuştur.

Tek tanrılı dinlerin toplumlar üzerinde göstermiş oldukları etkilerden de anlaşılacağı gibi, artık dini siyasi politik mezhepler veya tarikat şeklindeki oluşumlar başlamış oldular.  

Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in tek tanrıcılık dini politikaları her ne kadar insanlığı kurtarmak adıyla çıkmış olsalar da, toplumun tüm damarlarına yayılmış erkek egemen anlayış, ne hazindir ki, bu dini yapılarda da hükmünü sürmüştür.

Adı geçen her üç tek tanrılı dinlerin egemenliğinde bulunan tüm bölge ve toplumlar da, Allah adına savaşmak için insan kellerinden kaleler yapılması, bu dinlerin, kendilerinden önceki Kral Tanrıların uygulamalarına şükrettirecek nitelikte gerçekleşmiştir.

Genelde Ortadoğu Afrika ve Avrupa’nın büyük bir bölümünde, tek tanrılı politikalar bu şekilde devam ederken, Mezopotamya, Helen, (Yunan) Anadolu ve Hindistan’da, Meteryalist felsefeye sahip olan Dualist dini ve siyasi politikalar, tek tanrılı dini diktatörlüklere karşı büyük bir mücadele vermişlerdir.

Bu Materyalist felsefi düşünceye sahip olan dinlerden İndra Mitra, (Güneş Tanrı) Zerdüştlük, Şamanizm, Şintoizm, Taoculuk, Budizm ve Konfüçyüs vb. sayabiliriz.

Diğer taraftan Yunanistan’da modern felsefecilerden Aritolelas, Sokrat, Demokritos, Platon Staocular ve Kinitos’lar tarafından çağdaş ve modern demokrasinin temeli olan Laik, Seküler ve Eşitlikçi “Öz Yönetim” şeklindeki şehir demokrasilerinin başlatılmış olması, erkek egemenlikli dönemde ortaya çıkan en iyi siyasi düşüncelerdir.  

Anılan dönemin modern ve çağdaş yaşam ilkeleri, erkek ve kadın eşitliği başta olmak üzere, köleciliğin ortadan kaldırılmasını, her insana, insanca bakmayı öğretmeyi temel almışlardır. İşte çağın en büyük muhalif siyasi düşünceleri ve demokrat partileri bu felsefeciler sayesinde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Çağdaş Yunan demokratik anlayışı her geçen gün etkisini göstermesi neticesinde, miladi 1500 yıllarından itibaren Yahudilik ve Hıristiyanlık dinleri, kendi içerisinde reformlar yapmak zorunda kalmışlardır.

Böylece her iki dini anlayış, toplum ve devlet yönetimlerindeki tüm yetkilerinden vaz geçip “Laik, Seküler ve Demokratik” toplumsal yönetimleri kabul etmişlerdir. .

1500 yıllarından itibaren Avrupa ve diğer batılı ülkelerde yapılan “Reform ve Rönesanslar” doğrultusunda, Avrupa da modern siyasi partilerin ortaya çıkması ve yine modern kapitalist demokrasinin de buralarda yaşanması en açık örneklerdir.

Tek tanrılı İslam dininin yaşatıldığı tüm ülkelerde ise, Ortaçağ mantığını geride bırakacak dini despot yönetimler hâlâ İslam’da reform yapmayı reddettikleri için, ırmaklar gibi kanlar akmaya devam etmektedir.

Anılan Müslüman ülkelerde, bazı istisnaların dışında sözde muhalefet amacıyla ortaya çıkan siyasi partilerin hemen hemen tümü, mevcut despot devlet yönetim otoritelerini aynı şekilde sahiplenmeye devam etmektedirler. Bu yüzünden Müslüman ülkelerde demokrasi hâlâ hayalden başka bir anlam ifade etmemektedir.

Gelecek bölümde modern kapitalist batılı demokrasilerle birlikte, demokrasiye bir türlü adım atmamış diğer ülkelerin devlet yönetimlerini ve siyasi partilerin nasıl bir işleve sahip olduklarını incelemesini sürdüreceğiz

Cemal Zöngür

 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..