Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '10

 
Kategori
Anılar
 

Devrek pazarında bir mola verdim

Devrek pazarında bir mola verdim
 

Bilirsiniz denizlerde dalgalar kıyılara kadar gelir sonra kayalıklara çarpıp geri dönerler. İnsan hayat denizlerinde dalgadır. İçimizdeki yaşama arzusu bizi hep alır götürür uzak maviliklere. Daha göbek bağımız kesilirken tutkular belirir gözlerimizde cıvıl cıvıl. Fakat birileri biz ilk defa hayata gülümsemeye başlamadan önce gözlerimizi kapatırlar simsiyah bağlarla. Bizi şapır şupur öpen, elbebek gül bebek seven bu insanlar herhalde şaka yapıyorlardır. Ancak büyüdükçe şaka yapmadıklarını, hayat denizlerinde dilediğimiz gibi özgür kıyılara doğru gidemeyeceğimizi anlarız. Gitsek de oralardaki kayalar bizi geri çevireceklerdir.

Ben dalgayım. Coşmak, taşmak istiyorum. Kıyıları aşmak istiyorum. Ama birileri önümde kaya olmuş beni geçirmiyor. Oysa benim arzularım var. Hayallerim var. Bırakın da hayat planımı kendim yapayım. Nasıl yaşayacağıma kendim karar vereyim. “Olmaaaazzz! Sen bu toplumun bir parçasısın. İçinde yaşadığın ortama uymak zorundasın. “ Uçsuz bucaksız koskoca okyanuslar daralıyor, daralıyor iyice küçülüp gözlerimde bir damlacık yaş oluyor. Ağlıyorum. Sesimi duyan olmuyor.

“Tanrımız var bizim. Onun dediği gibi yaşayacaksın. Bu dünyanın kuralları var, onlara uyacaksın.”

Karanlık dehlizlerden geldim. Günışığına çıkıyorum sandım. Meğer kör kuyulara düşmüşüm. Ah anacığım ah! Ben doğmak istemiyorum! Geri gideceğim!

Dostlar bu dünyanın, insanlığın, insanların hayatı yok edişini, bizi anlayamadığımız birtakım kurallarla “Böyle yaşayacaksın”diye mecbur ve mahkûm edişlerini görüyor ve anlıyor musunuz? 6 milyar dünyalı beni duyuyor musunuz?

Ben yaşamıyorum. Kim diyorsa ki “yaşıyorum” yalan söylüyor. İşgüzar Florence Nightingale’ler bizim iyiliğimiz, sağlığımız, mutluluğumuz için bizi öldürüyorlar!

Siz hala benim neden feryat ettiğimi anlayamadınız mı? Görmüyor musunuz içimizden yüreğimizi, ruhumuzu, heyecanımızı, arzumuzu alıyorlar. Yerine kahrolası kurallarını, sıkıcı tecrübelerini ve sadece benim rahat bir şekilde ölmemi sağlayan gereksiz hoşgörülerini koyuyorlar. Tebessümlerimizi donduruyor, gülüşlerimizi bıçak gibi kesiyorlar. En sonunda Hint dilencisi gibi bir deri bir kemik kalmış beş kuruş etmeyen bir”mübarek” olarak kalıyoruz ortada.

Ben Kerim Korkut ölerek yaşamak değil yaşayarak ölmek istiyorum. Bu nedenle insanlığın kıyılarında o canım hayat dalgalarını tokatlayarak geri yollayan “alçak kayalara” isyan ediyorum.

“Biz böyle bir şey yaşamıyoruz” demeyin lütfen. Nasıl yaşamazsınız? Hayatımızın her tarafı bunlarla dolu.

El kadar çocuğum. Bir tane ineğimizi evlerin arasında otlatıyorum. Ertesi gün babam oradaki bir kadının türkü söylediğim için beni şikâyet ettiğini söylüyor. Ayıpmış. Namusuna helal gelirmiş.

Şimdi bu olaya gülüyorum. Ama neden sesim ağlar gibi çıkıyor? Hem de hüngür hüngür.

Yine el kadar çocuğum. Ben zaten hep el kadar çocuktum. Hiç büyümedim. Sinema tutkunuyum o zamanlar da. O gün de bir film var ki bayılırsın. Çocuk heyecanı işte afişin yanında duran bir beyefendiye”ne güzel bir film. Sen de gelsene abi” gibi bir laf ediyorum. Adam bir tokatta beni yere seriyor. Ağzım burnum kan içinde kalıyor. Ağlayamıyorum bile. Asaletten o gün nefret ettim. Hala da nefret ediyorum.

Bu dünyanın sahipleri, koruyucuları olmasaydı keşke. Çobansız sürü gibi olsaydık. Hele de kahrolası kuralları hiç olmasaydı. İşte bu adına “erdem” dediğimiz kahrolası kuralların büyüttüğü, herkeslerin beğendiği, saygı duyduğu alçak adam kanattı ağzımı. Kanayan ağzım değildi, yüreğimdi. İçimde umutlarım ölmüştü çünkü.

Ağaç Hareketi düzeninde bu alçak adam istisnasız bir tam yıl hapishanede kalırdı bu davranışından dolayı. İspatta şahitte aranmazdı üstelik. Ama bugünün düzeninde yaramaz çocukları dövmek suç değildi. Hatta ağzını bile kanatabilirdiniz.

Bu düzenden nefret ediyorum!

Dalgalar geliyor uzak maviliklerden, göğü yaran dev dalgalar. Yaşamın uçsuz bucaksız güzelliklerine doğru alabildiğine gidecekler. Ama neye yarar. Önlerinde “hayatı sadece gece gündüz okuyacağımız doğruluk kitabı”sanan “iyi ol, dürüst ol başka hiçbir halt olma”felsefesinin sahipleri var.

Sizin kutsal öğütleriniz bizi hiç ilgilendirmiyor. Tecrübelerinizden nefret ediyoruz. Biz hırçın dalgalara yol verin. Yaşamaya gidiyoruz.

Sen o kitabını al eline, yaslan Çin dağlarına. Oku bilmem kaç güneş batımı. Biz seni gömmeye geliriz!

Ey Nietzsche, can dostum! Bilesin ki yaşadığım çağda dünyada yapayalnızım! Kime yanayım derdimi? Yapan aynı. Yargılayan aynı. Tanrı onların Tanrısı. Etrafımda 6 milyar yabancı. Ölemiyorum bile! Cesedim ortada kalır. Kurtlar kuşlar yer diye. Ama yanılıyorum tabi. Bu köle dünyanın efendileri seni insan gibi yaşatmazlar ama insan gibi gömerler.

Dünyanın tutucu bir ülkesinde bir gün evli bir kadın evinin balkonunda kuşu seviyor, ona tatlı sözler söylüyor diye zina davası açılmış, kadın kırbaçlanmış. Hangi kutsal öğütler bunu emrediyor, bilemiyorum ve bir şey de diyemiyorum.

Bir de büyük bir aldatmaca var ki inanılır gibi değil. Hanımefendi diyor ki”Ben kafama göre yaşarım. Feriştahı bana karışamaz. İstersem 9 koca alır 19 sevgili değiştiririm. İstersem cenazeme bile kimseyi karıştırmam, kendim gömerim”

Ooooff… Of! Ne olur bir de yapamam deyin! Neden böyle her şeyi beceriyorsunuz siz? Yoksa hâşâ Tanrı mısınız? Bir tek kul gariban Kerim Korkut mu? Etmeyin eylemeyin! Biraz tevazu gösterin. Yapamazsınız, edemezsiniz işte!

Yapamazsınız çünkü sizin yanınızda şeytan vardır onların yanında ise Tanrı. Böyle değildir ama böyle bilinir. Sen adrenalin tutkunu, çılgın, bir güne bin macera sığdıran mavi gözlü fettan kız! Buruşuk yüzlü asil konak hanımları her ne kadar onun için yaşamak inek gibi yatmak olsa ve seni de onaylamasa da gizli bir kıskançlık vardır içinde kendisi yapamadığı için. İntikamı öldürücüdür. Güya her şeye günah diyen kutsal kitapla, töre kurşunuyla vurur seni.

Bu dünyanın düzenini kim kurdu? Kim görev verdi bu içimizdeki soytarılara? Yolda giderken tatlı bir şarkının nağmelerini mırıldanıyorum.”Adama bak deli galiba” diyor yanımdan geçen. Ayakkabımın içine taş girmiş. Çıkarıp alıyorum. Yüzümü kaldırdığımda bana bakan bir sürü insan. Ne yapmalı, ne etmeli nasıl yaşamalı bilmiyorum. Bir gün kalabalık bir meydanda çırılçıplak soyunup sırtüstü yere yatacağım. Baksınlar bakabildikleri kadar. B… var sanki!

Modern hayat nedeniyle köpeklerin yaşam alanı daralmış. Yine de şanslılar. Bizim hiç yok ya!

Şu ayak bağlarımızdan söz ediyorum. Ayıp, günah, kurallar, adet değil, bize uymaz, bizi bozar, töre, safsata, yakışık almaz, doğru değil, kanun… Ne yapmalı ne etmeli bunları bilmiyorum. Adım atamıyoruz ya! İnsanlar ellerine almışlar bu oyuncakları bizi de oyalıyorlar. Afrika’ya safarim var gidemiyorum. Bir kocakarı mesaj yazmış”ne işin var oralarda?”Sana timsah suratlı bir yaşlı amca getireceğim. İster misin? Allah Allah ya!

Birilerine göre çılgınlık delilik anlamına gelebilir. Ancak ben örneğin Güney Kutbuna ilk ulaşan Norveçli Amundsen’in hayatın gerçek tadını aldığını düşünüyorum. Taze fasulye yiyerek yaşamış sayılmazsınız. Yani bizim hayatımız çok basit. Yaşam bu şekilde olamaz. İmkânsızlıklar bir yana düşüncelerimiz, hayallerimiz, arzularımız da bu yönde değil. Benim gibi salıncağa bile binemeyen birisi olmasanız bile, paranız, bilginiz olsa bile sırf bu sahip olduğunuz tutucu, pasif, yaşlı anlayışınız nedeniyle Uganda’ya bedava gidiş dönüş uçak kiralasak bile gitmezsiniz. Evinizin önünde dönüp durursunuz.

Cesaret keşke aktarlarda satılan bir baharat olsaydı. Her şeyimi satar ondan bir gram olsun alırdım. Cesareti olan bir kişi hala kendinde eksiklik görüyor bir şeyler istiyorsa nankördür. Çünkü Tanrının insana verdiği en değerli şey cesarettir. Ama neye yarar. Bizim mangal yürekliler kahvede pişpirik oynarken salıncak ödleği Kerim Korkut Türkiye’yi kurtarmaya soyunmuş.

Ülkemizde gençler baba ocağından çıkıp gurbete giderler. Ekonomik nedenlerle, mecbur kaldıkları için. İstanbul’un Kağıthanesi’nde inşaatta çalışırken memlekette bıraktıkları Elmas kızı düşünür efkârlanırlar. Aşk yüreklerine vurunca da dayanamaz yeniden sılanın yolunu tutarlar. Ne yapayım ben böyle gidişleri. Bozuk düzenin bozuk gidişleri bunlar. Ancak film senaryosu olur bunlardan. Tahsil için, sanat için, ticaret için olmalı gidişler. Dünyanız değişmeli, umuda boğmalısınız geride bıraktıklarınızı. Sizin her uzağa gidişinizde ufuktan doğan güneşin aydınlığı daha bir artmalı.

Benim küpelilerim, müthiş genç dostlarım! Siz göklerde uçun ben maceralarınızı okuyayım. Alın genç kızları gidin dağlar başına, şarkılar söyleyin. Kerim Korkut sizin yalakanız olsun. Öğmekten bitiremesin her gün her gün bir yerinizi. Otururken dans edin kolbastıyla yürüyün. Gıcık ihtiyar, genç yobaz hırsından kudursun geçtiğiniz yollarda. Bir gün Paris’e gidin, öbür gün Newyork’a. Sonra oradan ver elini Jüpiter. Eminönü kaldırımlarını çiğnediğiniz yeter.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..