- Kategori
- Gündelik Yaşam
Devrim Arabaları

Devrim Arabalarının üretilme emrini veren, idam fermanını da imzalamıştı aslında..
Geçte olsa, nihayetinde geçenlerde “devrim arabaları” filmini izleme fırsatı buldum. Öyle cd veya dvd’den değil, sinema da. Hem de yazlık sinemada..
İzmir Büyükşehir belediyesinin bir sosyal hizmeti olan her semte “yazlık sinema” uygulaması, artık gelenekselleşti. Önceleri, kordon’da başlamıştı. Alsancak’da ikamet ettiğim ve ofisimin olduğu süre içerinde neredeyse her akşam yürüyüşü sonrası, açık hava sinemasının keyfini çıkarttım diğer İzmirlilerle beraber. Püfür püfür, yaz meltemi esintisinde, denize sıfır bir mahalde, bir tarafınızda masmavi deniz, bir tarafınızda kordonun yeşilliği arasında yükselen apartmanların hemen karşısında, ellerde çerezler ve içecekler ile bir sinema filmi seyretmek, geçmişten bir nostalji yaşamak oldukça güzeldi.
Bu hizmet rahmetli Priştina zamanında başladı. Bugün gelinen noktada, Haziran sonu gibi başlayan “sinema etkinlikleri” neredeyse İzmir’in birçok semtlerine yayılmaya başladı. Önceleri, kıyılarda görücüye çıkan “yazlık sinema” uygulaması keyfini ve kültürünü varoşlara kadar da götürmeye karar vermiş olacak ki yetkililer, oldukça güzel bir iş başarıyorlar.
Her yıl birbirinden güzel sinema eserlerinde, bu yıl da ağırlık yerli filmlerdeydi. Yakalayabildiğim bir semte “Deli deli olma”, “Kirpi”, “Güneşi Gördüm”, “Devrim Arabaları” gibi çok ses getirmiş ve oldukça fazla gişe hâsılatı yapmış, kaliteli filmler gösterildi. Hepsi çok güzeldi. Güneşi Gördüm filmi oldukça başarılı bir yapıt, seyirci kitlesi de, biraz da isminden olsa gerek çok kalabalıktı. Sandalye bulamayanlar yerlere oturmuşlardı.
Ama ben en çok “devrim arabaları” filmini beğendim. Çok da başarılı buldum ayrıca. Belki, hikâyeyi biraz da biliyor olmamdan veya yakın tarihimize ışık tutmasından dolayı olsa gerek, çok beğendiğimi itiraf etmem gerekiyor. Film, üç-beş kişinin haricinde, neredeyse tamamı önemli isimlerden oluşan bir oyuncu kadrosu ile çekilmiş. Bu kadar ünlüyü bir araya getirmek oldukça zor olsa gerek. Ama sanırım hepsi, filmin hikâyesinden dolayı kabul etmiştir bu projeyi. Türk tiyatrosunun dev isimlerinin oyuncu kadrosunda yer aldığı Devrim Arabaları’nın, birçok Türk Filmine göre bu kadar az ilgi görmesinin nedeni anlayamadım. Bu tarz filmler, bir fanteziden ziyade yakın tarihimize yaptığı bir yansıtım olarak algılanıp, Türkiye’de neler olduğunun farkındalığına vararak izlenmesi gereken oldukça önemli bir eserler olduğunu düşünüyorum.
Hikâye belli. 1960 İhtilali sonrası, asker yönetime el koyar ve ülkeyi yönetmeye başlar. Bu arada, ülkede her şey normal seyrine girmişken Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, bu ülke <ı>“kendi otomobilini”ı> üretmeli demesi üzerine, karşı çıkmalar, antitezler, biz otomobil üretemeyiz demeler, paşayla ve ülkenin durumuyla dalga geçmelerin ve siyasi kulislerin karşısında, paşa emrini verir ve çok yakın bir zamanda kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine bu arabanın yetiştirilmesi ister. Bazı kişiler yetkili kılınır, birçok mühendis bir araya gelir. Herkes hemfikirdir aslında. Kulislerde, kahvelerde, sokak aralarında, pazarda, mecliste konuşulanlar yanlış sayılmaz. Toplu iğneyi bile dışarıdan getirten bu ülke otomobili nasıl yapacak. Ama bir mühendisin söylediği laf çok güzeldi. Bu ülkeyi kuran lider, bu ülkede “uçak fabrikası” kurulmasını emretti. Kurulan ve üretime başlayan fabrikada uçak üretildi, hatta zamanın Hollanda’sından 130 tane sipariş bile alındı. Ama sonra ne oldu, fabrika kapatıldı. İşte onu kapatan zihniyet ile bu ülkede otomobil üretilemez, bu ülke insanı bunu beceremez diyen zihniyet aslında aynı zihniyet. Ve bu zihniyet bu ülke sınırları dışından besleniyor aslında..
Neyse ki, 130 gün gibi kısa bir zaman diliminde, 23 mühendis, üretim tesisi olarak seçtiği Eskişehir vagon fabrikasında gecelerini, gündüzlerine katarak, her türlü siyasi çekişmeyi ve söylemi arkalarına alarak, tek bilek, tek yürek çalışarak, sıfırdan % 100 yerli üretim bir otomobil yaparlar. Üretim aşamasında, çalışmaları çok beğenen paşa, ikinci bir otomobil yapılması emrini verir. Zaman çok daralmışken ve ortada bir otomobil yokken gelen bu emir, herkesi biraz sıkıntıya soksa da, bu mühendisler Cumhuriyet Bayramına biri beyaz, diğeri siyah iki otomobili yetiştirirler. Adını da Tecrübe koyarlar. Meclis bahçesine getirilen otomobiller, paşanın teşrifini beklemektedir. Fakat ne yazık ki, otomobili denemek ve hatta kutlamalara bu otomobille gitmek isteyen paşa, otomobile binip, hareket ettikten kısa bir süre sonra, daha meclis bahçesinden çıkmadan teklemeye başlar ve bir süre sonra durur. Ne olduğunu soran paşa’ya sürücü “benzin bitti paşam “ der.
Peki, daha sonra ne olur? Daha sonra, bu otomobil çalışmıyor deyip, seri üretimden vazgeçilir. Paşa’nın hevesi kursağında kalır, Türkiye’nin otomobil üretmesini istemeyen bir kesim de ellerini ovuşturur. O kesim haklı çıkacaktır. Türkiye kendi otomobilini yapamamıştır. Böylece bir macera da biter..
İşte herkes olayı, buraya kadar bilir. Hepimiz de “Benzini bitti diye yolda kalan araba” etiketiyle öyle bilirdik. Fakat işin aslında pek de konuşulmayan belki de bilinmeyen bir gerçek tarafı var. O da şu. Bu otomobili 23 mühendis, kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle baş etmek zorunda kalırlar ama 130 günde yapmaya çalışan mühendisler, üstüne üstlük ikincisini de isteyen devlet yönetiminin isteğini geri çevirmemiş ve yapmışlardı ama hızlarını alamayıp 4 tane üretmişlerdi. Bunlardan üçü hurdaya gönderilmiş. Bir tanesi şuan hala Eskişehir de üretildiği yerde sergileniyor. Üstelik en şaşırılacak şey ise resimde gördüğünüz “Tecrübe” arabası hala çalışır durumda.
Devrim arabalarının hikâyesini galiba herkes “olumsuz sonucu” olmasından dolayı eksik veya yanlış hatırlıyor. Bir döneme damgasını vurabilecek bir çalışmanın ürünü olan tamamı ile Türk yapımı otomobillerin hikâyesidir devrim arabaları. Sonucu, herkesin bildiği sonuç olsa da, bu hikâye gerçek ve hikâyenin kahramanlarının pek çoğu belki aramızda değiller artık. Ama işçisiyle, mühendisi ile tamamı Türk usta ellerden çıkmış olan otomobiller gerçekten ismi gibi bir tecrübeydi. Belki gerçekten siyasi sürtüşmelere ve manevralara kurban gitmeseydi, şimdi dünya bu arabalara biniyor olabilirdi.
Arabanın stop etmesine çok üzülen paşanın ağzından çıkan cümle gerçekten çok ilginçti.
<ı>
“Bir garp’lı gibi düşünüp otomobil yaptık, ama bir şarklı gibi içine benzin koymayı akıl edemedik”
ı>
Bu söz gerçekten söylendi mi bilinmez ama umuda, güvene ve toplumsal dayanışmaya ihtiyacımız olduğu ve zor bir ekonomik ve sosyal süreçten geçtiğimiz şu günlerde, ülkemize ve halkımıza güvenin yenilenmesini sağlamak açısından Türk işçi ve mühendisine, Türk müteşebbisine imkân tanınmalı ve önü açılmalıdır.
Devrim arabaları gibi Tecrübelerin bu ülkede artırılması gerekmektedir..
../..