Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Dil idealizmi ve diyalektik cambazlık

Dil idealizmi ve diyalektik cambazlık
 

Ferhat ÜNLÜ'ye ait bir yazıyı beğeninize sunuyorum.

Diyalektik güvenli bir sığınaktır insanoğlu için. Sağlam konsepti, harmonisi ve gücü kadar yanılsamalı büyüsüyle de çeker bizi. Tarih boyunca, yanlış da olsa olguyu kabul eden tradisyonalistlerden, tarihi değiştirme iddiasındaki devrimcilere kadar farklı yelpazelerde pek çok insan tarafından kullanılmıştır diyalektik.

Öyle güçlüdür ki diyalektik, kendini yersizce kullanmaya çalışan zihinlere bile tüm olanaklarını sunar. Sloganlar bütünü haline getirilmesinin, ters yüz edilmesinin ya da gizemlilik maskesi altında 'asıl anlam'dan soyutlanmasının dahi bir önemi yoktur kendi nazarında. Bir felsefi yöntem olarak kullanıma çok uygun ve cömerttir çünkü...

Antik Yunan'dan günümüze modası hiç geçmeyen diyalektiğin, devrimci ve hatta muhafazakar düşünce sistemlerinin başucu kaynağı olmasının ardında yatan neden de bu kullanıma uygunluğudur.

Herakleitos'tan miras kalan "Ölümle yaşam aynı şeydir" aforizmasının büyülü polemiğinden, Aristoteles'in nedensellik ilkesiyle özdek-tin çözümlemesine, Hegel'in görüngübiliminin gizemli dünyasına, materyalistlerin tarih doktrinine, Nietzsche'nin üst insan teorisine ve Frankfurt Okulu'nun kritikçiliğine kadar pek çok düşünsel alanı beslemiştir diyalektik. Diyalektiğin bir yöntem olarak farklı biçimlerde kullanımı Frankfurt Okulu'nun ilk temsilcileri ile son temsilcilerinin fikir ayrılıklarında da göze çarpar.

Okulun son temsilcilerinden Jurgen Habermas, modernizmi eleştirirken insanların akılcı niteliklere sahip olmasından değil herkesin ayrı bir dil kullanıyor olmasından yola çıkar. Bu kabul; Okul'un ilk temsilcilerinin, Hegel'in "Her gerçek ussaldır, her ussal da gerçek" düşüncesinden hareketle akılcı bir toplum üretmek iddiasını benimsememekten öte, son noktada öznel dil idealizmi tehlikesiyle karşı karşıya kalır. (Öznenin, diyalektik dil kullanımını giderek bir idealizme dönüştürmesi...)

Diyalektiğin, onu kullananlara karşı içkin, gizli silah olarak bulundurduğu en büyük tehlike de budur: Güzel konuşma adına asıl söylenmek istenenden başka bir şey söyleme... Çünkü diyalektik güzel konuşturduğu dilin çelişkilerini görmezden gelir. O dilin, niteliksel sıçrayış aşamasında kendi kendini yok etmesini bekler aslında. Bu noktada, karşısındakine durmadan sorular sorarak bilmediğini sanan birine bildiğini, ya da bildiğini sanan birine bilmediğini ispatlayan Sokratik yöntemle birleşir. Sert, kritikçi, polemiksel bir üslubun kolaylıkla kendi karşıtına dönüşebileceğini iyi bilir diyalektik. Zaten kendisi de; bir şeyin karşıtıyla etkileşerek başka bir şeye dönüşümünün teorisidir.

Pek çok eleştirmene göre; Avrupa'da sol işçi hareketlerinin başarısız olduğu bir dönemde haklı gerekçelerle ortaya çıkan Frankfurt Okulu, 'Eleştirel Kuram'la yeni bir dil kurarken Marksizm, ya da Varoluşçuluk ve Psikanalizm eleştirilerinde zaman zaman diyalektik dil çelişkilerine düşmüştür.

Bu noktada sorgulanan şey; Frankfurt Okulu'nun yerinde Marksizm kritikleri, eleştirerek yeniden yorumladığı Varoluşçuluk ve Psikanalizm’le ilgili yaklaşımları değil, bu konsepti ortaya koyarken karşı karşıya kalınan dil sorunlarıdır.

Eleştirel Kuram'ın öncülerinden Theodor Adorno, başyapıtı Minima Moralia'nın önsözünde 'Yalıtılmış Aforizma' düşüncesini, 'Hegel'in her düzeydeki öznelliğin sırf kendi için varoluşuna karşı çıkan tezlerine' gönderme yaparak eleştirirken kimi zaman kendi başyapıtında 'Yalıtılmaya pek müsait aforizmalar' ortaya koymuştur. Yazar, kitabın önsözünde aforizma konseptini şöyle koyar:

"İşte yöntemi Minima Moralia'nınkini de belirlemiş olan Hegel de her düzeydeki öznelliğin sırf kendi için varoluşuna karşı geliştiriyordu savlarını. Yalıtılmış her şeyden nefret eden diyalektik teori, aforizmayı da düpedüz benimseyemez. En fazla Tinin Fenomenolojisi'nin önsözünden alınma bir deyimle birer söyleşi olarak hoş görülebilir böyle özdeyiş biçimleri. Ama bunun zamanı geçmiştir. Yine de bu kitap ne bütünsellik iddiasını unutacaktır, ne de yine sistemin kendisinin bu iddiayı çelmelediğini... Hegel başka her durumda tutkuyla savunduğu ilkeye özneyle ilişkisinde hiç saygı göstermemiştir: 'Konunun içinde olmak ve hep ötesinde olmamak, konunun içkin içeriğine nüfuz etmek.' Eğer bugün özne kayboluyorsa aforizmalar da uçucu ve geçici olandaki özsel ve zorunlu olanı görme görevini üstlenmek durumdadırlar."

Oysa Adorno, bu sözleriyle gerçekte büyülü bir polemikler kitabı olan Minima Moralia'nın güçlü aforizmalarının karşı karşıya olduğu tehlikeyi de kabul eder. Öyle ki kitaptaki kimi büyülü sözler, Adorno'nun pek de şikayet ettiği gibi yorumlanırken yalıtılmaya çok açıktır. "Yanlış hayat doğru yaşanmaz" sözü bunun en canlı örneklerinden biridir. Kendi karşıtının ya da ters yüz edilmiş benzerinin karşı çıkışına hazırdır böylesi sözler. Bu durumda bir diyalektik cambaz çıkıp da pekala, "Doğru hayat da yanlış yaşanmaz" diyebilir ve eğlenceli ama sonuçsuz tartışmalara kapı aralayabilir.

Aynı polemiksel süreç yine Adorno'nun, "There is laughter because there is nothing to laugh at" (Aslında gülünecek hiçbir şey olmadığı için gülüyoruz) aforizması özelinde de ortaya çıkabilir. Theodor Adorno, bu sözüyle 'sakatlanmış bir mülteci' olarak İngiltere'de ve ABD'de kaldığı yılların mirası olan İngilizce bilgisini (aslında kendi deyimiyle içerde bir yabancı olarak çok da iyi bilmediği bir dilin bilgisini) kullanmıştır. Hiç olmazsa, İngiliz dilinin kavramları ters yüz etmeye pek de hazır yapısını görmüştür Adorno ve 'there is' vurgusu ile 'laugh' fiilinden türemiş iki ayrı kelime ile kafiyeli bir aforizma ortaya koymuştur.

Gülmenin artık insanı kendi kendisine yabancılaştıran bir eyleme dönüştüğünü anlatan bu söz, Adorno'nun pek sık yaptığı şekilde 'There isnt laughter, because there are many things to laugh at' (Aslında gülünecek çok şey olduğu için gülmüyoruz) şeklinde ters yüz edildiğinde insanlığın, gülme kavramının kendisinin hakkını veremediği noktasına varılabilir ki bu da sonuç üretemeyen bir polemiğin önünü açar.

İşte diyalektiğin; ters yüz edilmiş gerçeği, özüne dönüştürebilecek iddialı dili aynı zamanda onu gerçek niteliğinden saptırabilecek bir özellik de taşımaktadır.

Benzer bir diyalektik evrilme Adorno'nun, 21. yüzyıl aydınının özellikle kültür endüstrisinin saldırılarına karşı konumlanması gerektiği yeni yeri betimlerken yalnızlık metaforunu kullanmasında da görülür. Nietzsche'de başka her şeyi -giderek üst-insan öğretisinin verdiği güvenle- insanlığı dışlayan radikal noktada ortaya çıkan yalnızlaşma Adorno'da, entelektüeller arasında bir dayanışma fikri etrafında örgütlenir:

"Aydın için, biraz olsun dayanışma gösterebilmenin tek yolu katı bir yalnızlıktır şimdi. Her türlü işbirliği, toplumsal katılma ve kaynaşmanın bütün insanca değeri, insanlık dışı koşulların sessizce onaylanmasını örten bir maskedir yalnızca." Adorno bu sözüyle, kültür endüstrisinin tahrip edici etkilerinin tehdidi altında kalmamak için toplumdan uzak durmayı salık verir. Adorno’nun sözü, aynı zamanda aydınların kendi aralarında yeni bir dil oluşturmaları önerisini de bünyesinde barındırır. Yalnızlığın diyalektik dili olacaktır bu ve giderek toplumun anlamadığı bir şeye dönüşecektir.

Aydınların farklı dili etrafında oluşan dayanışma; toplumu, kültür endüstrisinin dinamiklerini hesaba katarak incelenmesi gereken bir nesne haline getirir. Böyle bir durumda bilim adamı toplumu hakkıyla inceler ama ondan başka, onun anlamayacağı bir dil konuşarak...

Adorno 'yalnızlık' aforizmasıyla entelektüel birleşme fikri etrafında 'kazanılmış' bir yalnızlığı salık vererek işçi sınıfını, yığınları aşağılayıcı beğentisiz bir aristokrat duruşu benimseyen Nietzsche'ye de yaklaşır. Diyalektiğin büyülü koridorlarında dolaşırken dil idealizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya kalır böylece. Kültür endüstrisinin yarattığı o vahim tablo, Adorno'yu öylesine ürkütmüştür ki kendi öz varlığını gerçekleştirebilecek unsurları korumak adına aydın da yalnızlaşmalıdır şimdi.

Adorno'nun aydınlar arasında bir dil fikri üzerinde 'yalnızlaşmayı' salık vermesinden çok önce Hegel, yabancılaşma kavramını ilk kullanan düşünür olarak modernizmin bireye -allayıp pullayarak sunduğu, "Sen özgürsün, sen yücesin, her şey senin için" sloganının giderek bireyi küçültücü bir ideolojiye dönüşeceğini sezmiş ve bu yüzden nesnelden yana tavır koymuştu. Hegel'in çok önceden gördüğü öznel idealizm tehdidi, modernizmin bünyesinde başta varoluşçuluk olmak üzere bireyi merkez alan düşünce teorilerinin etkisiyle bireyselleşme olgusuyla kendini göstermiştir.

Hegel'in sezdiği şeyi, modernizmin siyasal erkleri de vaktinden önce görmüştür. Politik yetke, öznel idealizmin gelişimini zımmen onaylayarak bireylerin ayrı ayrı varlığının kendi otoritesi karşısında güçsüzleşmesini de sağlamıştır aynı zamanda. Adorno'nun politik yetkenin, kültür endüstrisinin kullanımıyla oluşturduğu hoyrat dilinin karşısına alternatif olarak sunduğu şey aydınların yalnızlaşmasıdır. Bu çok güçlü, çözüm üretici görünen öneri yalıtılmaya pek müsait yapısıyla dil paradoksunun da önünü açan bir nitelik taşır.

Zaten Adorno'nun ve giderek tüm Frankfurt Okulu üyelerinin çalışmalarında belirgin bir paradoksun bulunduğu eleştirmenler tarafından da görülmüştür.

Bu paradoksun nedeni -bu yazının konusu olmayan- Frankfurt Okulu'ndaki konsepte ilişkin görüş ayrılıkları ve gedikler olduğu kadar, Okul'un keskin ve güçlü dilidir.

Okulun son temsilcisi Jurgen Habermas'ın modernizmi eleştirirken aldığı 'Herkesin ayrı bir dil kullanıyor olduğu' bilgisinden yola çıkan teori kimi zaman biçimin anlamdan öne geçtiği bir dil idealizmini de onaylamıştır. Ve diyalektik, giderek Okul'un düşünürlerini, kimi durumlarda kendi silahlarıyla vuran bir noktaya sürüklemiştir.

Diyalektik güvenli bir sığınaktır. Öyle güçlü ve güvenlidir ki, kendini kullanan bütün zihinlere olanaklarını sunar. Ters yüz edilmesinin ya da gizemlilik maskesi altında 'asıl anlam'dan soyutlanmasının dahi bir önemi yoktur kendi nazarında. Bir felsefi yöntem olarak kullanıma çok uygun ve cömerttir çünkü...

Diyalektik sabırlıdır. Güzel konuşturduğu dilin çelişkilerini görmezden gelir ve niteliksel sıçrayış aşamasını bekler.

Ve eğer gerekli görürse kendisini kullanan dili yok eder.

Böylesi bir son, diyalektik dil cambazının yolculuğunun da bitimidir.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..