Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '08

 
Kategori
Güncel
 

3 mayıs: Türkçülük Toyu

3 mayıs: Türkçülük Toyu
 

3 MAYIS 1944 diye tarihe düşülen bir not ile yeni devrin anlayışında keskin ve unutulmaz bir iz bırakıldığını kabul etmek zorundayız.

Çile, inanç ve idrak ile yoğrulmuş bir hamurdan İNSAN veya heykeller üretmek mümkündü, tercihler buna göre yapıldı. Şeref ve haysiyetten arınmış bir yapıya makine bile denemezken “işte siz busunuz” diye dayatanların nefesi elbette yetmezdi diretirken.

Buna bazıları gibi başkaldırı demiyoruz. Direnme hiç demiyoruz. Bu bir kendini bulmaya gebe vuslatı çağrıştırabilir sadece.

Hüseyin Nihal Atsız'ın Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na ORHUN dergisinde yazdığı iki açık mektup, anılan tarihe doğru Türkçülük hareketinin bir dönüm noktasını işaret edecekti.

Şükrü Saraçoğlu 4 Ağustos 1942 tarihinde meclise hitap ederken 'Biz Türküz, Türkçüyüz, bizim için Türkçülük bir kan davası olduğu kadar, bir vicdan bir kültür meselesidir.'demişti. Ama bu sözlerin havada kaldığını görmek için çok beklemek gerekmeyecekti.

İsmet İnönü dönemidir. Atatürk’ün yakın silah arkadaşı, 2. adam olduğu söylenen İnönü’nün bu sıfatlarla ilgisi olmadığı ancak 20. yy sonlarında geniş halk kitleleri tarafından anlaşılabilecektir. Türkiye sınırları dışında Türk olmadığının söylendiği, Rus zulmünden kaçarak gelenlerin hemen iade edildiği ve sınırın diğer tarafında yargılanmadan askerlerimizin gözü önünde kurşuna dizildiği, Allah ve ahlâk kavramlarından bahsedilmesinden korkulduğu bir dönemdi o. Atatürk’ü ölüm döşeğinde bir kez bile ziyaret etmeyen, başvekillikten alınmış ve Lozan’da koskoca bir Bağımsızlık Savaşı’nı yenilgiye dönüştürmüş biri hakkında bile cahiliz.

Ne kadar yazık! Dedemizin gençliğini yaşadığı o yakın geçmiş hakkında bile hiçbir şey bilmiyoruz! 60-70 yıl önceki tarihimizden bile ne kadar habersiziz!

Rus hayranlığının devlet politikalarına ve halkla ilgili bütün konulara artan bir dozla etki ettirilmesi, buna paralel olarak Türk sözcüğünü kullanmanın suç sayıldığı iğrenç ve tuhaf bir atmosferde, bir Türk ülkesinde akıl almaz olaylar oluyordu. Bu süreç sonunda 1960’a gelinecek ve aynı İnönü, “sizi ben bile kurtaramam” diyerek bir başbakan’ın sallandırılmasını seyredecektir.

Nihal Atsız'ın Orhun'da yazdığı iki açık mektup; H.Ali Yücel başta olmak üzere birilerini endişeye düşürdü ve Ulus gazetesinin başyazarı meşhur Falih Rıfkı Atay, Atsız'ı mahkemeye verdi. 26 Nisan 1944 günü mahkemenin ilk celsesi yapıldı ve duruşma 3 MAYIS1944'e ertelendi. Atsız'ın mahkemeye verilmesi ile bütün yurtta Türkçü gençlerin gösteriler düzenlemesine yol açtı. Osman Yüksel Serdengeçti; bu esnada mahkemede karşısında gördüğü Sabahattin Ali'yi tokatladı; yeni olaylardan korkan hükümet, güvenlik tedbirlerini daha da arttırdı.

3 Mayıs 1944 günü gerçekleşen ikinci duruşmada mahkeme salonunu tıklım tıklım dolduran Türkçü gençler; adliyeden Ulus'a kadar yürüdüler, mahkeme davayı 9 Mayısa erteledi. Bu tarihte; Atsız'ı kaldığı otelde tevkif ettiler ve ardından ülke sathında Türkçü avına başlandı. Zeki Velidi Togan, Fethi Tevetoğlu, Necdet Sançar ve Alparslan Türkeş gözetim altına alındı. Nihal Atsız'ın dergisi olan Orhun kapatıldı.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atatürk döneminde yapamadığını, o tarihlerde yapıyor ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramında halka şöyle sesleniyordu: 'Turancılar, Tük Milletini, bütün komşuları ile onarılmaz bir surette düşman yapmak için birer tılsım bulmuşlar. Bu kadar şuursuz ve densiz fesatçılara Türk millletinin mukadderatını kaptırmamak için Cumhuriyet rejimi bütün tedbirlerini kullanacaktır.'

Akılalmaz yöntemlerle işkenceler yapıldı. Bunların hepsi belgelidir. Alpaslan Türkeş de dahil olmak üzere tevkif edilen sanıkları tabutluk adı altında 2000 mumluk ampulle donatılmış dar, tek kişilik odalara hapsetmişlerdir.

İşkence zevklerine alet ettikleri 23 Türkçü'yü “gizli teşkilat kurmak, düzeni bozmak, ihtilal hazırlığı yapmak” suçlamalarıyla mahkeme önüne çıkardılar. Bu suçlamaları doğal olarak İsmet İnönü ve C.H.P. zihniyeti uyarlıyor; mahkemenin tarafsızlığına gölge düşürerek, adalet ve insanlıktan nasıl çıkılabileceğinin dersini de tarihe kara birer not olarak düşürüyorlardı.

Savcı Kazım Alöç iddianamesinde:

“Efendim, biz bunları yüksek mahkemenin huzuruna, hükümeti devirmeye çalışan vatan hainleri olarak çıkarmış bulunuyoruz” sözleriyle, iğrenç oyunun mantığını açıkça belli ediyordu.

Savcının iddiasına karşılık, Nihal Atsız:

“Milletim için düşündüğüm haklardan dolayı, kimse bana vatan haini diyemez. Bu çirkef iftirayı iadeye de tenezzül etmiyorum. Kimin hain, kimin vatan sever olduğunu tarih tayin edecektir. Hatta etmiştir bile.' Diyordu.

Bütün iftiralara, tehditlere, şantajlara rağmen, 3Mayıs 1947'deki duruşmada; 23 Türkçünün: Nihal Atsız-Z.Velidi Togan-Alparslan Türkeş-Nejdet Sancar-Dr. Fethi Tevetoğlu- Muzaffer Eriş-Hasan Ferit Cansever-Reha Oğuz Türkkan-Yusuf Kadıgil-Zeki Özgür Sofuoğlu-Hamza Sadi Özbek-İsmet Rasim Tümtürk-Fehiman Altın-Fazıl Hisarcıklı-Cemal Oğuz Öcal-Cebbal Şenel-Nurullah Barıman-Saim Bayrak-Sait Bilgiç-Cihat Savaşfer-Hikmet Tanyu-Orhan Şaik Gökyay-Hüseyin Namık Orkun.- beraatine kararı veriliyor; ve hakikat doğru yönde tecelli ediyordu.

Türkçülük-Turancılık davasının meşhur askeri savcısı Kazım Alöç; daha sonra kendini tutamıyor ve iddianamenin İnönü'nün direktifleri ile Falih Rıfkı Atay tarafından kaleme alındığını, Yeni Günaydın gazetesinde itiraf ediyordu.

O günden bugüne çok şey değişti. Bilgiye erişmek ve değerlendirmek artık çok daha kolaylaştı. Bilgisiz bilim adamlarına (!) inananlara sadece gülüyoruz artık. Biz, ırka dayalı bir Türk veya Türkçülük ya da milliyetçilik anlayışının insana dair olmadığını da biliyor ve söylüyoruz. Ama bu, “değerler odağında bir kimlik sunumu” olduğu sürece Türk ve Türkçe diyemeyen veya bunlara saldıranların da muhatapsız olmadığını bilmeleri gerektiğini hatırlatıyoruz.

Türklük her şeyden önce yüksek bir karakter seviyesini “gerektirir”. Bir yamyamın çatal bıçak kullanarak medeni olduğunu söyleyemezsiniz. Bir altının da çamura bulaşmakla değerini yitirdiğinden bahsedilemez.

Lâkin simyacıların deneyi tersine çevirerek yapma derdinde oldukları da malum.

Her şeye rağmen, soyu, sopu, ırkı ne olursa olsun, ortak ülkü etrafında birleşen herkese Türk denir. Ama ülkü işte.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..