Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '09

 
Kategori
Öykü
 

Dil Orucu

Dil Orucu
 

 

Evden çıktığımızdan beri birbirimizle konuşmuyoruz. İlk önceleri böyle değildi. Uzun yürüyüşlerde mutlaka konuşacak bir şeyler bulurduk. Hatta kahkahalarla gülerdik her şeye. Ama aylar öncesi, “o” olay gerçekleştikten sonra… İkimiz de unutamıyoruz olanları, “Söyle kim suçlu, sadece hiç kimse” diyebiliriz, o kadar.

İlk zamanlar, sinir bozukluğu, birbirimizle kavga etmeler, uzun süren küsmelerden sonra artık olanı biteni, olduğu gibi kabul etme evresindeyiz.

Bi süre uzatmaları oynarız. Bakalım sonrası “Allah kerim,” diyelim. Diyelim de kaçınılmaz son mutlak gelecek elbet. Şu an yaşadığımız da bir evre. Yaşayalım tüm evreleri, aklımızda hiçbir soru işareti kalmasın.

Bütün bunlar niye olmuştu? Özgürlük genişletme isteği! Genişledi mi? Genişledi mi, bilmem ama bu işin sonunda ferahlayacağımız kesin…

Dediğim gibi uzun yürüyüşler yaparak, uzun suskunluklarla hem yan yana idik, hem de çok uzak. Hiç konuşmuyorduk. Yan yana ama kopuk, hem onunlayım, hem ondan çok uzak. Nasıl oluyor, bu? Oluyor işte! Artık hiçbirşeyin beni şaşırtmayacağı ve üzmeyeceği bir ruh halindeyim.

Yürüye yürüye çay bahçesine gelmişiz. Demin de bahsettiğim gibi birbirimizi suçlama, kavga etme dönemini aşmıştık. Bizi gören derin bir huzura ermiş sanabilir. Her zamanki masamıza oturduk. O kadar yol almıştık ki, her zamanki çay bahçesinde “her zamanki masamız” bile vardı. Tek tük müşterisi olan çay bahçesinin garsonu, birden sanki hep yanımızda duruyormuş gibi ortaya çıkıverdi. Ne içeceğimizi sordu. Çay siparişlerini aldıktan sonra, başka müşteri gelmiş de ben kaçırmış olabilirim endişesiyle yeniden tek tek masalara baktı ve çay ocağına doğru ilerledi.

Biz masamızın karşısında dalları birbirine geçmiş sepet gibi örgülü ağacı seyretmeye koyulduk. Eskiden bol bol sohbet ederken, bu ağacın sadece serinlik veren gölgesini hissederdik. İç içe geçmiş dalları fark etmemiz kavgalardan sonraki gelen sessizlik dönemine rastlar.

Artık bu ağacı seyretmek her ikimize de ayrı bir zevk veriyordu. Gövdeden ayrılmış bir dalın hangi yöne gittiğini anlamak için dakikalarce bakmamız gerekebilirdi. Ben yine her zaman olduğu gibi bir dal seçtim. O anda bir kedi can havliyle ağaca tırmandı ve meraklı gözlerle aşağıdaki köpeğe bakmaya başladı. "Sıkıysa gel" der gibiydi bakışları. Köpek de onun korkutup, gücünü ispatladığından emin kısa bir süre baktıktan sonra çekti gitti.

Tam o sırada yan masadaki kızın konuşmasını duydum.

- Ben ona aşıktım, aşık. Nasıl anlamadı!

- ???

- En çok da ne koydu biliyor musun? Onun benimle ilgilendiğini sanırken Pelin için benimle arkadaş olmuş. …. Beni kullanmış yaaa! Ben çok mu çirkinim Aysel?

- Saçmalama yaa kızım, ne çirkini. Bırak ya, ne buluyorsun o herifte anlamadım. Senin gibi birisi…

- Bilmiyorum Aysel, çok sevdim onu, çok. Bana şu anda gel dese giderim. Ne okul görüyor gözüm, ne de başka bir şey… Var ya bana “mezrada yaşayalım” dese, yaşarım onunla.

- Sen aşka aşık olmuşsun kızım, o sana şimdi yüz vermiyor ya, ondan böyle düşünüyorsun…

- Bana köşe yazarı tripleri çekme Aysel, seviyorum onu.

Kızı çok merak ediyorum dayanamayıp dönüp bakıyorum. Kızın arkadaşı tedirgin oluyor.

- Bağırmasana be kızım, herkes bize bakıyor. Topla kendini biraz.

Kız susuyor. Bir süre hiç konuşmuyorlar. Ben hâlâ aşkını düşündüğünü sanıyorum.

“Artık ne kadar kendimi kaybettiysem! Millet dönüp bakmaya başladı. Keşke biz de “o” çift gibi olabilseydik. Ne dertleri var ne de sıkıntıları… Birbirlerine kavuşmuş ve her şeyi aşmışlar. Bir yandan çaylarını yudumluyor, diğer taraftan karşılarındaki ağaca bakıyorlar. Bir karı koca ne yapar da bu kadar huzurlu olabilir. Bir yerlerde “mutlu ve huzurlu çift” yarışması yapılsa, bunlar açık ara birinci olurlar. Deminden beri dikkat ettim de konuşmuyorlar da… Bir keresinde annemle Susuzdede’ye dilemeğe gittiğimizde annem dileğinin gerçekleşmesi için “hiç konuşma, sadece dileğin neyse ona konsantre ol,” demişti. Evden çıktığımızdan itibaren hiç konuşmamıştık. Adağımızı adayıp, yine hiç konuşmadan eve gelmiştik. Annem “nasıl gıda orucu varsa, bu da dil orucu” demişti. Arasıra unutup konuşsam da dileğim gerçekleşmişti. O zamanlar dileğim; bir türlü geçemediğim matematik dersinden geçmekti. Hakikaten eylülde sınavlarda geçmiştim. Sınavda zaten çok kolaydı. Aaaa birden aklıma geldi.

- Aysel bu cuma Susuzdede’ye gidelim mi?

- Hadiiii! Nerden çıktı şimdi bu?

- Bir zamanlar orada dileğim gerçekleşmişti, belki gene…

- Hıhhhh!? Olur, işim olmazsa gideriz.

Kız tekrar konuşmaya başladı. Susuzdede’ye gidecekmiş. Dileği gerçekleşmişmiş. “ahh keşke dertlerin hep böyle dertler olsa.” On bilemedin onbeş yıl sonra bu dertlerin dert olmadığını görüp katılarak güleceksin.

Böyle düşününce acaba diyorum; maneviyattan çok mu uzaklaştım? “Bu cuma Susuzdede’ye gidelim mi?” “O”, konuşmama orucunu bozmamak ister gibi, umutsuz gözleriyle her şeye rağmen “olur” diye onaylıyor.

Garson tekrar masaları gözden geçiriyor. Oturanlar hep aynı oturanlar. O da kızların oturduğu masaya gidip “çay?” diye soruyor. “Evet iki.”

Bize de uğruyor “çay alır mısınız?”

- Evet iki tane, biri açık olsun…

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..