Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '14

 
Kategori
Öykü
 

Dilşah 2

Dilşah 2
 

- Benim adım Semih.

Şaşırmıştı Dilşah. O da elini uzattı.

- Memnun oldum.

- Okul bitti. Seni evine bırakayım Fıstık! Arabam var. Ne dersin?

İlk önce şaşkınlığın verdiği donukluk ile “Kim bu geri zekâlı, ne sanıyor kendini?” dese de içinden sert konuşması, sokak dili farklı geldi ona. Kendinden büyük olması da ona doğru itiyordu Dilşah’ı. Arkasına döndüğünde bütün okulun kendisine baktığını gördü ve binmekle binmemek arasında gidip gelirken açılan kapıdan içeri oturuverdi. Saçlarını daha okulun merdivenlerinden inerken açmıştı. Çevredeki en güzel kızı yanına alıp oradan uzaklaşırken Semih'de kasım kasım kasılıyordu. Arabadaki müzik sesi, varoşların sahnesinde bir asilzadeyi yanına almayı başaran başrol oyuncusu gibi sahne bizim, diyordu aynı sahnede ayrı figüranlarla.

- Hemen eve gitmek istemezsen seni gezdireyim. Olur mu Dilşah, adı güzel dilber?

Arabanın ön koltuğunda otururken sanki her gün onunla gidip geliyormuş gibi rahattı Dilşah. O bir ay parçasıydı, yanındaki adam ise ukalanın biri ama şeytan tüyünden giyinip kuşanmış biri.

- Olur, gezelim. Deniz kıyısına gidelim. Çok seviyorum denizi.

- Tamam fıstık. Sen deniz de denize, kara de karaya gider bu araba. Emrine amadeyiz yani anlayacağın.

Kendini farklı bir dünyanın içine girmiş,macera peşinde bir masal kahramanı gibi hissetti. Bulutların üzerinde uçuyordu. Ne ev ne de evdekiler umurundaydı. Geç kalmaktan korkmadan takılmıştı Semih’in peşine. Okuldaki ve mahallelerindeki arkadaşlarını düşündükçe arabaya binmeyi hava atmak için fırsat olarak görüyordu.

- Sevgilin oldu mu hiç?

- Yok, oldu sayılmaz. Küçükken oldu bizim mahalleden.

- Kimmiş bakalım o sizin mahalledeki sevgili?

- Yok, yok! Eskidendi. Onlar taşındı çoktan. İzmir’e gittiler.

Aklından hiç çıkmıyordu. Sadece gizlemişti en derinlere.“Bilal gitti, gittiler!” dedi içinden.

- He kızım söylesene madem ki kimse yok! Gerçi olsaydı da alırdım seni onun elinden. Bundan böyle kafanı çevirip kimseye bakmayacaksın. Kimse de sana bakmayacak. Sen benim dilberimsin. Tamam mı? Okuldan ben alıp okula ben bırakacağım seni ona göre.

Dilşah heyecan içinde Semih’in her söylediğine evet, diyordu. Daha şaşkınlığını üzerinden atamamıştı ki elini tutmak için uzattığında o da tutuvermişti elini hemen.

- Geldik işte. Al sana deniz! Çantanı bırak arabaya da in, hadi!

Daha ilk günden, ilk saatlerden kontrolü eline almış; emirleri ile korkutmaya, sahiplenmeye çalışıyordu. Üstelik bunu zorlanmadan yapıyordu Semih. Erkeklere olan zaafına yeniliyordu farkında olmadan Dilşah. Gördükleri manzara, bebek gibi uyuyan bir denizdi. Koşar adımlarla gidip kenarına oturdular. Yaz başlarıydı. Ayakkabılarını çıkartıp ayaklarını suya soktu Dilşah. Semih sigarasını çıkartıp yakarken onu süzüyordu. Dilşah bir o yana bir bu yana suyun içinde etekleri elinle gidip durdu küçük kız çocukları gibi. Vakit de bir hayli geç olmuş, hava kararmaya başlamıştı. Eve dönelim, dedi aklı başına gelen Dilşah. Annesi evden çok dışarıda kalsa da çocuklarını bir arada tutmaya çalışıyordu. Lale camda kardeşinin gelmesini bekliyordu endişeyle.

Semih de artık vaktin geç olduğunu görünce yola çıkmaya karar verdi. Arabaya biner binmez öpmeye başladı Dilşah’ı. Bir elini saçlarının arasına sokup diğer eliyle de yüzünü kavrıyor, ara vermeden öpüyordu. O anın heyecanı içinde Dilşah da ona karşılık veriyordu. Dakikalar süren öpüşmeden sonra nefesleri kesilmişti. Bir süre suskun kaldılar. Sadece evcilik oyunlarında öpüşmüştü daha önce Dilşah. Üstelik Bilal, Semih gibi öpmemişti onu. İkisi arasında gidip geldi Dilşah. Hem utandı hem de keyiflendi.

- Hava karardı iyice. Annem merak eder. Hadi eve bırak beni.

Ayakları yerden kesilmişti. Semih, bugüne dek tatmadığı bir sıcaklıkla öpmüştü onu ve bırakamıyordu. İstemeden çalıştırdı arabayı. Bu defa suskun suskun yola devam ediyorlardı. Yolun nasıl bu kadar çabuk bittiğini anlayamadılar. Dilşahların evlerinin üst tarafındaki yol ayrımında durdurdu arabayı Semih. İndi arabadan ve mahalledekiler görmesin, dedi Dilşah. O da korkuyordu söylentilerden. Dudakları öpüşmekten kızarmıştı ve daha da çekici olmuştu. Eve giderken dönüp Semih’e baktı. Sanki beni biraz daha öp, demek istiyordu. Arabasından inip onu evin kapısına gelinceye kadar takip etti Semih. Annesi ve ablası eve girer girmez yüksek sesle üzerine yürüdüler. Annesi:

- Nerede sürtüyorsun bu saate kadar? Baban, abin gelseydi ne derdik onlara, diye kollarını cimcikliyordu. Dilşah ise hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

- Dolaştık arkadaşlarla. Deniz kıyısına gittik. Sen gidiyorsun ya bütün gün.

Annesi onun idolüydü. Güzel giyinmek, güzel kokmak, özgür olmak istiyordu. Onlara göre çocuktu belki ama her şeyin farkındaydı. Annesinin gidişlerinin sebebini biliyordu. O yüzden oradan, bildiği yerden vuruyordu annesini. Odasına girdi. Üzerini çıkartıp eşofmanlarını giydi. Dolabının kapısındaki aynada kızarmış dudaklarına baktı bir süre. Yarını iple çekiyordu o heyecanla. Perdenin arkasından dışarı baktı. Bir karartı gördü. Gördüğünün Semih olması için dua etti. Bugün tanıdığı bir adamı kalbinin içine gizliyordu. Bakındı iyice fakat karartının Semih olup olmadığını anlayamadı. Örttü perdeyi. Kapının zili onu içeri yöneltti. Babası gelmişti peşinden de abisi. Abisi balık kokuyordu. Odanın kapısı kapalı olduğu halde içeri kadar sızmıştı koku. Annesi oğluna “Pis kokuyorsun. Hemen soyun da duşa gir yemek hazırlanana kadar.” dedi. Öylesine emindi ki yemeğin hazır olduğundan. Elini şıklattığı anda hizmetliler işe koyuluyordu sanki. Öylesine hükmedici bir tavır sergiliyordu çocuklarına karşı. Lale’ye yönelerek sorumluluğunu üstünden atmak istercesine konuştu:

- Çağır kız kardeşini! Dili bir karış olmuş. Yoksa canını yakacağım bu zillinin.

Dilşah söylenenleri duymuştu ama Lale’nin onu çağırmasını bekledi.

- Kızlaaaar! İpek, Dilşah! Hadi, sofrayı kurun bakalım.

Ablasının sesini duydu ve odadan çıktı. Babası:

- Sen ders mi yapıyordun benim zilli kızım? Aferin sana.

- Hıhı, ders yapıyor. Sen öyle san. Oynaşmadan geliyor. Sen uyu!

Aslında hanidir uyuyordu Necmi. Karısı yıllardır onu uyutuyordu. Altı çocuğun altısı da farklıydı birbirinden fakat Dilşah ile İpek tamamen farklıydı. Bunun sebebini de çok iyi biliyordu Necmi ama sesini çıkaramıyordu. O, ameliyattan sonra sessizliğe bürünmüştü. Yumurtalıklarında görülen kitle, o amansız hastalığın habercisi olmuş; yıllarca tedavi görmüştü. Erken teşhis sayesinde sağlığına kavuşmuş ama bedelini de ödemişti. Kendini suçlu ve yetersiz hissettiği için mecburen göz yumuyordu olan bitene. Karısıyla aynı yatakta yatmayalı hayli uzun zaman olmuştu. Onun teninin tenine değmesine bile tahammül edemiyordu. Ayrılmak istemiş fakat karısı kabul etmemişti. Başımızda dur. Çocuklar dağılmasın. Bari bir işe yara, diyerek onun işe yaramazlığını yüzüne vurmuştu. Onlar artık karı koca değil sadece çocuklarının yanında olan anne babalardı.

Devam edecek 

 
Toplam blog
: 111
: 161
Kayıt tarihi
: 24.12.11
 
 

1965 Zonguldak doğumlu ve halen Zonguldak'ta yaşamaktayım.Yazarım ve çeşitli platformlarda sunucu..