Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '14

 
Kategori
Bilim
 

Din, soyuttan somuta indirilmiş bir yaşam biçimidir... Bir kültürdür...

Din, soyuttan somuta indirilmiş bir yaşam biçimidir... Bir kültürdür...
 

Genel bir "inanç ve düşünce sistemi" olan "din", sembollerle ilişkilendirilince, kapsamı daralır...


DİĞER KÜLTÜR UNSURLARINDAN FARKI, İLKE, KURAL VE KURUMLARININ KUTSALLIK DÜŞÜNCESİDİR...

Başlarken...

Genel olarak, bir "inanış ve bir düşünce sistemi" olan "din"; "tanrı" ötesi bir kavramı ifade ediyor. Böyle bir inanış ve düşünce sistemi,, insanın kendisi ya da bir başkası --örneğin bir peygamber-- tarafından soyut bir kavramla --örneğin bir tanrıyla--  ilişkilendirildi zaman kapsamı daralır, sembolleşir ve farklı tapınma şekilleri  meydana gelir.

Benim, bu bloğumda işleyeceğim konu, "kapsamı daralan, sembolleşen ve farklı farklı tapınma şekilleri ile değişin "din"dir.

X     X     X

Din, doğanın, kendilerine verdikleri güzel şeyler ile doğada karşılaştıkları ve kendilerini korumakta aciz kaldıkları durumlar arasında bir  bağlantı kuramayan insanların, bunu bilmedikleri bir nedene bağlayarak rahatlamak ihtiyacından doğmuştur. Bireysel olarak başlayan "din", giderek kuralcı ve  şekilci bir duruma gelerek toplumsallaşmıştır. Dolayısıyla din, aynen kültür gibi yaşam şekli olmuş ve soyuttan somuta indirilen bir yaşam düzeni haline gelmiştir. Dinin, kültürün unsurlarından biri olarak kabul edilmesinin nedeni de budur.

Sosyolojinin ilk kurucuları(Fransa'da Emile Durkheim ve Almanya'da Max Weber), "din" olgusunun, insan toplumunun temel boyutlarından biri olduğu görüşündedirler. Durkheim'e göre, dinin,  yüce bir tanrıya ya da doğaüstü bir temele dayandırılarak açıklanması mümkün değildir; çünkü bumlar,, yani "tanrı ve doğaüstü varlık kavramı"  daha sonra ortaya çıkmış özelliklerdir. Nitekim "Budizm" gibi dinlerde "Yüce Tanrı" kavramı yoktur.(1)

Antik Yunan'da, Hıristiyanlık ve İslam öncesi Orta Asya topluluklarında ve Türklerin benimsedikleri diğer inanç sistemlerinde de, "Yüce tanrı" kavramı yoktur.

Bu nedenle, dinlerin temelini oluşturan "kutsallığın", doğaüstü bir "tanrı" biçiminde tasarlanması  zorunlu değildir.

"Çok tanrılı" dönemlere ait bu yaklaşımların, "tek tanrı" kavramı ve inancının oluştuğu dönemlerde ve  günümüzde az da olsa farklı şekillerde uygulandığı görülmektedir. Bu, insanların din hakkında düşündükleri ile özgür iradelerinin seçimi ile ilgili özel bir durumdur.

Din kavramı ve düşüncesi, uygarlık tarihi(insanlık tarihi değil,cd) boyunca olmuştur. "İlkel" denilen halkların ya da eski uygarlıkların hiçbirinin dilinde, -- ne Yunanca ne de Latince'de -- "din" denilen şeyi anlatan bir sözcük ya da terim yoktur. Latince'deki "religio" sözcüğü ise, yalnızca törenler, kurallar, yasalar ve buyruklar bütünlüğünü kapsarsa da, esas olarak insanın kutsalla olan  ilişkisini ya da daha somut olarak, insanla temel varlık olan "tanrı" arasında kurulan ilişkileri belirten "modern din" anlamını taşımaz.(2)

X     X     X

-- Bireysel ve kurumsal din...

Bireysel dinin doğuşundan günümüze, dinsel yaşamın, kişisel ve kurumsal unsurları sürekli olarak çatışma durumunda olmuşlardır. Siyasal yönden kurumsal unsurlar, genellikle daha güçlü olmuşlardır. Çünkü bunlar, mevcut hükümetler ve onların koyduğu yasalar tarafından da desteklenmiştir. Bu bakımdan kuramsal din, siyasal önemi büyük olan bir sorundur.

Kişisel, yani bireysel din ise, özel bir kişi sorunudur ve hiçbir şekilde  toplumu ilgilendirmez; kişi ile inandığı varlık arasında birebir ilişkidir. Bu ilişkinin şeklini de bireyin kendisi belirler. Örneğin bir ibadet şekli olan namazı, ister evde veya camide bilinen şekillerde kılar; isterse oturduğu yerden, Arapça ya da Türkçe dualar okuyarak yerine getirir. Bunların hiçbirini yapmayarak da yalnızca düşünceleri ile Tanrı'yla olan ilişkisini sürdürür.

-- Siyaset ve din...

Geleneksel toplumlarda "din", egemen sınıfların çıkarlarını korumakta en etkin bir değer olarak kullanılır. Gerçekten de, geri kalmış toplumlarda "bir hırka, bir yudum ekmek" felsefesi ile "kaderci" bir kültür yapılanması, "halk" yığınlarının sosyal eşitsizliğe karşı çıkmalarını önler. Bu önleme, dinsel inançlarına uygun olmadığı için insanların kendileri tarafından yapıldığı gibi; egemen gücün ya da yönetimin bu yöndeki inandırmaları ve manevi baskıları ile de olabilir.

Yani, "egemen sınıf ya da yönetim", dini kullanarak, telkin ya da baskı ile halkın siyasi, sosyal ve ekonomik eşitsizliğe karşı olan tepkilerini ortadan kaldırabilir.  Din, bu anlamda, egemen sınıfın ya da yönetimin, Marx'ın dediği gibi, halkı alıştırdıkları bir "afyon" gibi düşünülebilir. Amaç, halkı dini kurallar içine hapsetmek, toplumsal ve siyasal konularda onların karışmacılığını önlemek ve onları özlenen mutlu bir dünya ile(ahiret) ile meşgul etmektir.

-- Dinsel özgürlük ve dinsel çözülme...

Çağdaş toplumlarda, sosyal ve kültürel alanlarda meydana gelen aşırılıklar, insanların dine bağlanmalarının bir nedeni olan doğa karşısındaki güçsüzlüğü, akılcı ve bilimsel çalışmalarla azaltılması; diğer yandan ekonomik refaha ulaşılması dinden kopmasına neden olabilmektedir.

Bunun yanında toplumsal yaşamda, "dini bir kurtarıcı olarak görenlerin", toplumda, gerek sosyal ve gerekse ekonomik bakımdan bir yer edinemeyip ve mutlu olamamaları da, az da olsa dinden kopmalara neden olmaktadır. Her iki durum da, aslında insanın, bu dünyada ya da varsayılan öteki dünyadaki çıkarıyla ilgili gerçeklerdir.

Ama, bu dünyanın gerçek olmadığını ileri sürerek, gerçek olduğunu inandıkları öteki dünya için, bu dünyayı yok sayanların, "bir hırka ve bir yudum ekmek" düşüncesi ile mutlu olanların dine bağlılıkları da devam etmektedir.

BİTİRİRKEN...

Yetkin ve bütüncül bir dinsizlik, insanın zihinsel etkinliğinin gelişmişliği sürecinde belki hiçbir zaman var olmamıştır ama, insan aklının sorgulama özelliği aşama gösterdikçe, dinin bütüncüllüğü çözülmeye başlamıştır.

"Ateist", "deist" ve "agnostik"(X) düşünceler, insan aklının sorgulama ve özgür iradesinin getirdiği sonuçlardır.

Tanrı'ya inanma, genel inancın bir çeşidi olduğuna göre, tarihi süreçte, dinin giderek çeşitlenmesi ya da din "tanrı ile sembolleşen din" yerine başka değerlere de inanma da gündeme gelebilir. Örneğin günümüzde yaşanan "Budizm" buna örnektir. Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi, Budizm'de, diğer kitaplı dinlerde olduğuğu gibi "Yüce tanrı" kavaramı ve inancı yoktur. 

Bütün bunlar, insanın, sorgulayan özelliğinin ve özgür iradesinin yarattığı sonuçlardır...Bu sonuçlar, farklı değerler, farklı yaşam şekilleri meydana getirir. Bu nedenle de "din", sosyolojik bir kavram ve olgu olarak bir "kültür unsuru" dur. Din'in, diğer kültür öğelerinden farkı ise, ilke , kural ve uygulama biçiminin kutsallıktan kaynaklanmasıdır.

cdenizkent

----------------------  :

(1) "Din-Günümüzde din", AKİS-2000 Büyük Ansiklopedi, Cilt-4

(2) A.g.y.

(X) Ateizm(ateist), Deizm(deist), genelde bilindiği için, fazlaca kullanmadığımız ya da taraftarı az olduğu için "agnostisizm"(agnostik)'i  kısaca açıklamak gerekirse, şunları söyleyebiliriz : Agnostisizm; "Bilinmezlik" demektir. İnsan zihninin mutlağı kavranasının olanaksızlığını ileri süren; şeylerin öz değil, kökeni ve geleceği hakkında hiçbir bilgimiz olamayacağını savunan bir felsefe öğretisi.(Büyük Larousse  Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt-4)

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..