Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Din ve devlet

İnsanlık tarihine bakacak olursak ilk çağlardan günümüze değin, bütün insan topluluklarında kişinin yaşamını düzenleyen ve güvence altına alan bir teşkilat ve otoritenin varlığı görülür.

Devlet adı verilen bu teşkilat, düzen ve otorite, tarih boyunca bireysel ve toplumsal yaşamın gelişmesine paralel olarak, durum ve koşullara göre yapısal değişikliklere uğramış ve farklı devlet yapılarına dönüşmüştür.

Böylece, "teokratik" ve "demokratik" nitelikli farklı uygulamaları olan farklı devlet biçimleri ortaya çıkmıştır.


Teokratik sistemler, dinsel iktidar ile siyasi iktidarın birliği temeli üzerine kurulmuştur. Aydınlanma Çağı(Avrupa'da 17. ve 18.yüzyıl) ve demokratik burjuva devrimleri ile oluşan laik sistemler, bir yandan "din-devlet" ayrılığını; öte yandan da dinsel inanç ve ibadetlerin eşit özgürlüklerden yararlanması ilkesini getirmiştir.

Demokratik düzende, din, siyasal iktidara karışmaz; devletin dini yoktur. Devlet, bütün dinsel inançlar ya da inançsızlıklar karşısında tarafsızdır ve bunlara eşit mesafede bulunur; birini ötekine tercih eden bir tavır göstermez.

Tanrı egemenliği ve dünyevi egemenlik birbirinden ayrılmıştır.

Siyasal, sosyal ve hukuksal kurum ve ilkeler dinsel temellere dayandırılmaz.

Bu yapılanma, bireysel dinin yaşanmasını engellemediği gibi aksine bireysel dinin yaşanmasını kolaylaştırı.

Demokratik düzen, dinin, devlet ve kamu düzenine uygun koşullar çerçevesinde özerk biçimde örgütlenmesine ve kurumlaşmasına izin verir ve halkındinsel hizmetlerini yerine getirir.


x x x


Şimdi, "din ve devlet ilişkisi" açısından en yaygın iki dini değerlendirmeye çalışalım.

İslam dini :

İslam dininin, başlangıçtan beri "devlet dini" olduğu söylenebilir. Çünkü, dinin kurucusu Muhammed Peygamber, hem bir dini lider hem de bir devlet kurucusu konumundaydı.

Müslümanlık'ta halife, hem dünya hem hem de din işlerinde yetkiyi üzerinde toplamıştır. Bir Müslüman kişi, bu iki yetki arasında bir ayrım düşünmemiştir. Bu nedenle de, Müslüman dininin egemen olduğu toplumlarda "hükümdarlık" ve "halifelik" genelde tek bir otoritede toplanmıştır.(Osmalı'da olduğu gibi)

Bu iki yönlü idare edilen toplumlarda, toplum düzeni, siyasal olduğu kadar sosyal açıdan da dinsel bir özellik gösterir. Dini kurallar, hem siyasal hem de sosyal yaşamda düzen sağlayıcı kurallar olarak etkinlik gösterir.


Hıristiyan dini :

Müslümanlığın aksine, Hırıistiyanlık, daha başta güçlü bir Roma İmparatorluğu ile karşı karşıya kaldığı için, ilk dönemlerinde siyasal amaç taşımamış, sosyal amacı ağır basan bir din olarak gelişmiştir.

Ara Not : Müslümanlık, güçlü bir devlet örgütlenmesinin görülmediği, kabile egemenliğine dayanan bir siyasi sisteme sahip Arabistan'da ortaya çıkmıştır. Buna karşılık Hıristiyanlık, dünya tarihinin gördüğü en güçlü debvlet sistemlerinden biri olan Roma İmparatorluğu'nun bir eyaletinde baş göstermiştir. Bu durumda, İsa peygamberin, dünyevi bir iktidar yapısını kapsayan bu yolda, düzenlemeler içeren bir öğretiyi formüle etmesi mümkün olamazdı. Nitekim Hıristiyanlık başlangıçta, "Sezar'ın hakkı Sezar'a" diyerek Roma devletini ve onun siyasi sistemini meşru saymak zorunda kalmıştır.(1)

(Hatırımda kaldığına göre, İsa peygamber ve taraftarları, bir toplantı halindeler...Roma askerleri içeriye giriyor ve oradakilerden vermedikleri vergilerini ödemelerini istiyor. Toplantıya katılanlar, İsa'ya dönüyor ve "Siz bu kadar büyüksünüz, dini liderimizsiniz, kutsalsınız, haksız olan bu vergileri önleyiniz" diyorlar. İsa, bir silahlı Roma askerlerine bir de cebinden çıkardığı madeni para üzerindeki Sezar'ın resmine bakıyor ve "Sezar'ın hakkı Sezar'a, dinin hakkı dine" diyor.)(Bunun için kaynak gösteremeyeceğim, üzgünüm)

İsa'nın bu sözleri, daha başlangıçta Hıristiyan dininin, devletten ayrı bir şekilde yapılandığını ve "din-devlet" ayrılığının temelini oluşturduğu söylenebilir.


Daha sonraki yıllarda ve yüzyıllarda, siyasal niteliğe bürünmesine rağmen Müslümanlıktan farklı bir çizgi izlemiştir. Müslüman toplumlardaki "hükümdarlık ve halifelik" aynı kişide tek otorite iken, Hıristiyanlık'ta biri "imparatorluk(siyasi)", diğeri "kilise(ya da papalık) olmak üzere iki otorite ortaya çıkmıştır. O kadar ki "kilise-papalık", imparatorluk yönetimini önemsiz saydığı için dünya işlerinde de kendini yetkili saymıştır"(2)

Zaman içinde, çağdaş olarak gösterilen Batı demokrasilerinde, insan hakları bildirileri ve ulusal anayasalar ile "din-devlet" ilişkileri ve ayrılığı, dinsel özgürlükle ilgili temel ilkeler tartışmaya açılmıştır.

Anayasal ve siyasal uygulamalar, dinin, devlet ve siyasi iktidar ile olan bağlarını gevşetmiş, "din-devlet" ayrılığı fiili bir anlam kazanmıştır. O kadar ki, bazı sosyalist ülkelerde, din ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra "tanrıtanımazlık" propagandasının yapılmasına bile izin verilmiştir.

Türkiye'de de, "din-devlet" ilişkilerinde benzer çözülmeler olmuş, Osmanlı'da Tanrı katıyla güçlendirilen ve kutsallaştırılan "halife-padişah" özdeşliği, yani "cismani-ruhani" iktidar birbirinden ayrılmıştır.

Bu çözülmeyle birlikte, özel bir konumda olması gereken bilim, siyaset, hukuk....gibi kurumlar da, dinin etki ve denetiminden uzaklaştırılmışlardır. Özellikle bilim, zaman zaman dinin önüne geçmiş, dinselliği etkilemiş; dinin, bilimin işiğinda yorumlanmasıyla, bir anlamda dine de hizmet etmiştir.

M.Kemal Atatürk'ün, "hayatta en hakiki mürşit(yol gösterici-cd) bilimdir" özdeyişini de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

cdenizkent


________________ :

(1) Gencay şaylan, İslamiyet ve Siyaset, s.36

(2) Bertand Russel, Eğitim ve Toplum Düzeni, s.10

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..