Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '07

 
Kategori
İnançlar
 

Dini doğru mu anlıyoruz?

Dini doğru mu anlıyoruz?
 

İslami nasları bir bütün olarak ele aldığımızda onların; haksızlığa karşı hakkı,
güce karşı adaleti hedeflediğini görürüz. Düzeni sağlamak ve huksuzluğu önlemek için ise, Allah'tan sakınmayı ilkeleştirdiğine, bu yolla kişisel ve toplumsal oto kontrolü sağlayarak, maddi yaptırımı asgariye indirdiğine şahit oluruz. Bu, suça götüren saikleri, inanç ve ahlak kurallarıyla önleyip azaltarak, hukukun işini kolyalaştırmak ve mahkemelerin yükünü hafifletmek demektir. Tabi teoride hedeflenen "şey" ile, pratikte ulaşılan "sonuç" arasında benzeşmenin olması, o "şey" den ne anladığımıza ve uygulamayı nasıl yaptığımıza bağlıdır.

Buradaki esas sıkıntı, benimsediğimizi ve bizi etkilediğini düşündüğümüz dine, "ibadi bir olgu" olmanın ötesinde bir misyon yükleyemeyişimizdir. Dini giderek özel hayatımızdan soyutlayıp onu, davranışlarımızı etkileyecek konumdan uzaklaşktırmamızdır. Kısacası, inanıyor olmamıza rağmen özel hayatımızı sekülerleştirmemizdir.

Camilere gidip, oralarda ibadet etmekteyiz ama dinin, davranışlarımızı etkilemesine, bizi yönlendirmesine asla izin vermemekteyiz. Bu yüzden günlük hayatımızda uygulamamız gereken sabır, kanaat, iyi niyet, samimiyet ve müsamaha gibi kavramları fazla önemsememekteyiz. Ahlakın giderek devreden çıktığını görmekteyiz. Sükunetle davranmamız gereken durumlarda bile, hemen agresifleşip, şiddet kullanmaya istekli bir hale gelmekteyiz. Kabadayılığı ve saldırganlığı, olgunluğa ve efendiliğe tercih etmekteyiz.

Esas itibariyle dinin amacı, üstün ahlaki vasıflarla donattığı insana, adil, mutlu, huzurlu bir dünya hayatı sağlamak ve bu sayede ona ebedi kurtuluşun kapılarını açmaktır. Ahiret, imanla kabullenilebilecek bir olgudur. Fakat, islamın sadece ahirete elelman yetiştiren bir hizmet sektörü olduğunu, hiç bir dünyevi iddiasının bulunmadığını düşünmek haksızlıktır. Bazı ulemanın ısrarla, sadece ahirete vurgu yapması böyle bir kanaat oluştursa bile doğrusu; dünyasını düzene sokamayan bir müslümanın, uhrevi kurtuluşunun da havada kalacağıdır.

Bu yanlış sanı yüzündendir ki ibadetler, sadece sevap kazanma aracı olarak görülmüş, ona devam edildiği sürece Allah'ın rızasının kazanılacağına, bu rızanın da Cennet'in kapılarını açacağına inanılmıştır. Böylece müslüman kullar, kendi vicdanlarında din işleriyle dünya işlerini birbirinden ayırmışlardır. Artık özel hayata yönelik islami öğeler, (başörtüsü gibi, aynı zamanda gelenekselleşmiş olanları müstesna) kişinin özel hayatını etkileyen birer fenomen olmaktan çıkmıştır. Özel hayatlar dinden bağımsızlaşmıştır. Yani laikliğe köküne kadar karşı olanlar, aslında kökten laik olmuşlardır ama bunun farkında değillerdir. Neden böyle söylüyorum:

Kur'an'ı Kerim: (Ey Resulüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." ( Ankebut 45) buyurmaktadır.

Burada, bir ibadet olarak emredilen namazın, "hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyan" olduğu ifade edilmektedir. Demek ki namazın dünyaya bakan ve özel hayata etki etmesi gereken bir yanı vardır. Etmiyorsa bu, sekülerleşme demektir. Namaz kılanın kötülükten, edep dışı davranışlardan, çirkeflikten, saldırganlıktan, utanç verici hallerden, şiddetten uzak durması lazımdır. İbadet, onu yapanın ruhunda bir kemal duygusu oluşturmuyorsa yani üzerinde, dünyasını düzene sokacak bir etki bırakmıyorsa, onu temizleyemiyorsa; temizlenememiş bir insan, ahiretini nasıl kazanacaktır? Meselenin bu yanı müslümanlarca (çok nadirleri müstesna) hiç hesaba katılmamaktadır.

1. Bölümün sonu.Devamı var...

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..