Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '08

 
Kategori
İnançlar
 

Dinin anlamca erginleşip olgunlaşması

Dinin anlamca erginleşip olgunlaşması
 

4 - DİNİN ANLAMCA ERGİNLEŞİP OLGUNLAŞMASI

8. Bölüm :

(Kur-an’ın, anlamca zenginleştirilmesi için zaman ve mekan içinde gelişip olgunlaşacak olan aklın, elde edebileceği ilme uygun yorumunun yapılması anlamındadır.)

Din : İlahî kudretin akıl sahiplerine nebi ve resulleri marifetiyle gönderdiği nasihatleriyle yarattıklarının tümünün başı ile sonunun bir edilmesi için teklik aleminden (Allah’tan), çokluk alemine (dünyaya) gönderilişlerinde, çokluk aleminde bedenli varlıklar olarak yapılacak (nefsî ve ruhî) terbiyelerinin ardından, geri teklik alemine ölümle dönüşlerinde, Rabb’in istediği (ezelde, zaman öncesinde murat ettiği) olgunluğa ermeleri için ruhların yaşayıp var olacakları her bir alemde onlara tekamül (olgunlaşma) yolunu gösterecek olan İlâhî düzen, ruhun bedenle birlikteliğinde onu koruyup kollarken aynı zamanda da emniyetini sağlayıp olgunlaştıracak olan ezeli varlığın sigortası olduğundan, Ruh bünyesindeki BEN’liği terbiye edici özelliklere sahip Allah lâfzı olan söz yada vahye dayalı nasihatlerin tümü.

Bu yüzden Allah’ın insana verdiği cüzi akıl ile ezelde vermiş olduğu ilmi hükmüne bağlı kudretiyle insanların hem bu dünyada hem de gelecekteki (ahret) hayatlarında selamet bulmaları için (yaratılıştaki başlangıcın başı ile sonunun geri bir edilecek olmasını, İslam dini adı altında) vahiy şeklindeki ilk nasihati olan öğütlerini, ilk peygamberi olan Hz. Adem’den başlayarak insanlığa bildirmiştir.

O halde Allah’ın nasihatlerini vah yetmesiyle başlayan tek yaratıcı Tanrı’ya (Allah’a) inananların dini olan İslâm, Hz. Adem’le başlar. Aradaki diğer gelmiş geçmiş bütün nas ve peygamberlerle geliştirilir. Son peygamberi olan Hz. Muhammed ‘le de gelişmesini tamamlayıp yeterli erginliğe ulaştırılmış olur.

Bu aşamadan sonra artık dinin erginleşmesinde Allah’ın insanlara vahiyle söyleyip vereceği öğüt ve nasihatlerinin sonuna gelinmiş olur. Tıpkı çocuğun akil baliğ olup, erginleşmesinde olduğu gibi, erginleşen din de (dünyada yaşayıp var olan insanlığın geleceği için) artık rüştünü ispatlamış olur.

Dinin bundan sonraki aşamalardaki gelişip olgunlaşması, insan aklına bırakıldığından kıyamete kadar yaşanacak olan hayat için bu kadar Allah nasihatinin (ve bu nasihatlere bağlı peygamberler uygulamasının) sağ duyulu akıl sahiplerine yeterli olacağına kanaat getirilmiş olacak ki, dinin bundan sonrasına ait (kıyamete kadar olan süre içindeki) gelişip olgunlaşması da yine o güne kadar insanlığa verilip kazandırılmış olan tüm bilgilerin (İlahi kaynağa, vahye uygun bir halde) zaman içinde geliştirilip olgunlaştırılarak insan aklına uygun hale getirilmesine bırakılır.

Bilme dayalı geliştirilen dinin bundan sonrası, insanlar tarafından doğru anlaşılıp, doğru anlatılarak, doğru olan yol üzere, ( sır-at’ı müstakim yolunda takva üzere) yaşanmasına kalır.

O halde Allah’ın insanlara olan nasihatlerini vahy etmesiyle başlayan din; peygamberleri ile de (açıklanıp, uygulandığı şekilde) yeteri kadar geliştirildikten sonrası insan aklına bırakıldığından insanlar yaşarken, nefsi – akli davranışları ile zaman ve mekan içinde bozulup – düzülerek ilahi kaderdeki hüküm gereğince kendi akli iradeleri içinde olgunlaştırılmaları sağlanarak önceden hükmedilmiş olan (olgun son denilen ) başlangıçtaki başa geri döndürülürler.

Allah her kulundan (olgunlaşmasını), “Lâ İlâhe İllâllah” denilen tevhid’i olgunlaşmanın gerçekleştirilmesini ister. Çünkü bu dünya, gelecekteki ahretin ekin tarlasıdır. Kul bu dünyada ne ekerse, yarın ahrette onu biçer. Onun için Allah her kulundan dünyada kendisine verilen akıl kadar yaşadığı hayat içinde olgunlaşmasına yönelik tekamülün tamamlanmasını ister.

Böyle bir olgunlaşmaya yönelik tekamül yolunu da Allah kullarına peygamberleri vasıtasıyla vahy edip gönderdiği Kur-an’da belirtip göstermiştir. Çünkü bu dünya hayatını kendisine verilen akıl üzere, Kur-an’da belirtilen tüm şartlara uygun yaşayan herkes kendisinden istenilen tekamül olgunluğuna ulaşır.

Kul, yeter ki, okusun, öğrensin, inansın, gayret etsin, çalışsın, çabalasın, kazansın, üretsin, ölçü içinde yesin, içsin, yaşarken sabredip katlansın, tahammül edip hoş görsün. Sevgi içinde yaşadığı hayatı Alalh’ın yarattığı her şeyle paylaşsın. Allah için sevsin, sevilsin, saygı görüp saygı göstersin. Kısacası kulun sevgisini, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak için yaşasın. Çünkü O, Allah’tır. Vaadinde durur. Her işini er- geç, yanlışsız- dosdoğru, eksiksiz – tastamam, en güzel şekilde yapar.

Ancak insan olarak neden yaratıldığımızı bilmeyende, bilip cehalet içinde yaşayanda, kendisine verilen görev ve sorumlulukları zamanında yerine getirmeyende, bin bir türlü çeşitli bahanelerle verdiği sözleri tutmayıp her işi baştan savmak için yarım yamalak, yalan yanlış, istenilenden eksik yapıp kul hakkına tecavüz edip helal haram ayırt etmeden yiyip içen, her türlü kötülüğü yapmaya meyilli, eğri büğrü düşünüp her türlü çirkin işleri yapıp etmeye yönelik olan benliğimize bağlı nefsimizden dolayı bizleriz.

Her işimizi anlayıp dinlemeden işimize geldiği gibi yarım yamalak eksik yaparız. Hep yer içer, çalışmaz, yatar uyuruz. Bir de cehalet içinde yaşarken, sefilce hiçlerimizle övünürüz.

Daha sonraları biz bu dünyaya neden (insan olarak) geldik ?

Ne işimiz vardı?

Neden yaşadık?

Nasıl yaşadık ?

Beden nedir?

Ruh Nedir?

Neden bir bedende ikisi bir arada bulunur?

Neden öldük?

Neden beden ve ruh birbirinden geri ayrılır?

Neden her şey geldiği yere geri gidiyor?

Gibi vs. soruları kendimize sorup, cevabını düşünüp bulup, sonucuna pişmanlık duyduğumuzda artık iş işten geçmiş, her şey bitmiş olur ki, işte o zamanda da ruhumuzda fırtınalar eser. Tatminsizlik duygusu içimizi kaplar, bedenimizi sarar. Bizi tümden huzursuz ve mutsuz eder. Tatmin olmayan ruhumuz sonunda kendine bir suçlu arar. Aradığı suçluyu hiçbir zaman bulamaz. Çünkü suçlu hep kendi içinde, kendisi olmasına rağmen o, hep onu kendi dışında uzakta aradığından bir ömür boyu bulamaz.

Hepimiz için hal böyle olmasına rağmen her nedense hiç birimiz, hiçbir zaman suç ve kabahati kendimizde görmeyiz. İşte bu sebepten dolayı da şimdiye kadar hep kaderimizi yanlış anlayıp yanlış yaşamışız. Yaşarken de haşa! Ya Allah’ı yada hep başkalarını suçlayarak yaşamışız. Sonunda da bir çok kişi yaşadığı hayattan ne ders almış, nede keyif. Sonunda da keş keleri ekerek boş yaşayıp, boş gideriz.

Boş insan hiç olgunlaşır mı?

Elbette olgunlaşmaz. Demek ki, verilen ömür süresi içerisinde olgunlaşmayan insan boş yaşayıp ömür törpüler.

Halbuki bizim için en doğru, en güzeli öğütleyip nasihat eden Allah’ın nasihat ve öğütlerini vakti zamanında okuyup öğrenip yerine getiren sağ duyulu akıl sahibi insanlardan olabilsek, sonunda bizlerde olgunlaşır huzur buluruz. Dünyada huzur bulup mutlu yaşarken gelecek olan ahiret hayatımız içinde bütün kaygılardan uzak, umut içinde korkusuz ve mutlu bir hayat yaşarız.

Bu mutluluğa ermemiz için şunu çok iyi bilmemiz gerekir. Artık ne ilahi bir kitap, ne de Allah resulü denen elçi, peygamber gelecektir. Onun için kıyamete kadar (sırat-ı müstakim üzere) doğru yaşayıp, tekamül yolundaki yolculukta erişip olgunlaşması için kulun, KENDİ AKLINDAN BAŞKA, kendine yol gösterecek, çözüm üretip, yardım edebilecek hiç bir seçeneği yoktur.

Verilen akıl, her kulun kendi başına yeterli olacağından, kula düşen görev, verilen aklı yaşadığı süreç içerisinde kullanıp değerlendirmeyi çok iyi bilmeli ki; yaşadığı hayatı doğru okuyup doğru anlayabilsin. Doğru anladığı hayat için de doğru çözümler, doğru seçenekler üretebilsin. (Yaratılış içerisinde akılsız kulların varlık sebebine gelince; onlarda bazı insanlar için ders alıp akıllanma, katlanma, sabretme, şükretme yada yaşanılan doğal hayat içinde başka hayatların halden hale girmelerine sebep olacak olan hayat zincirinin yaşam halkalarını oluşturmak için yaratılıp var edilmiş olabilirler. Allah adildir. Her şeyin en doğrusunu yine O, bilir.)

Çünkü her şey sonunda (er-geç) aslına rücu (geri döneceğinden) edeceğinden bütün yaratılmışlar doğal hayat içinde yaşarlarken (insanlar akılları ile diğer tüm mahlûkatlarda şuursal akılları ile) sürekli gelişip, erginleşmek, büyüyüp olgunlaşmak isterler. .

Gelişip büyüyüp olgunlaşan şeylerin şayet mayası toprak cinsi şeylerden oluşmuşsa (insan bedeni gibi) onlar geri toprağa dönerler. Yok gaip alemine ait can (ruh, akıl, gönül, vs. gibi şeylerdense) yada can içindekilerdense onlar da asıl sahibi olan Allah’ın huzuruna varıp çıkmak için erginleşip olgunlaşmak isterler.

Olgunlaşması için insana (şuurun yanı sıra) akıl ile fikir (düşünce) gerekir. İnsan dışındaki diğere mahlukatlardan bu türden bir olgunlaşma istenilmediğinden onlara yalnız (ortak akıl denilen) şuur yeterlidir.

Çünkü insan yaşarken aklıyla olgunluk kazanacağından (olgunluktan kastım , verilen akıl derecesinde insanın tekamüle erip kemal derecesine olgunluk kazanmasıdır.) akılda, bilgide insana sadece bu dünyada gereklidir.

Ahrette akılda bilgide hiç kimsenin hiçbir işine yaramaz. Onun için de gerekmez. Çünkü ruh bedenden çıkınca olgunluğu derecesinde bilinmezlik sırrına erer. Ama ahrette akıl, dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorgu suale çekilecektir. Akıl sorgu suale çekilirken, dünyada öğrenip elde ettiği tüm bilgiler ona şahadet edecektir.

İslâm dininin asıl gayesi, asıl amacı (olgunlaşmaktır) insanı olgunlaştırmaktır. İnsanın tekamüle erdirilmesi yada olgunlaştırılması; verilen akıla göre, dünyadaki görev ve sorumluluğun yerine getirilerek insanın, erginleşip olgunlaşması anlamındadır.

Yoksa, Darvin’in teorisinde olduğu gibi bir anlam ortaya çıkar ki, ben onu kastetmiyorum. Çünkü O, tekamül etmeyi, evrim geçirerek olgunlaşma anlamında kullanmaktadır. Şayet anlatmak istediğim konudaki olgunlaşmayı böyle anlarsak, benim anlatmak istediğim konuya çok yanlış bir anlam vermiş oluruz.

Çünkü O, tekamül edip olgunlaşmayı zaman içinde oluşacak olan evrimle insanın, önce bitkiden hayvana, sonra da hayvandan (maymundan) insana dönüşerek oluştuğu anlamında kullanmaktadır. Onun için ben, tekamül etmeyi, Onun kullandığı anlam ve manada asla kullanmıyorum. ( Ben tekamül etmeyi; İlah tarafından kulun kendisine verilen akıl ile görev ve sorumlulukların bilinci içerisinde yapılıp yerine getirilmesi sonucu oluşan bir erginleşip olgunlaşma anlamında kullandığımı, yanlış anlaşılmaması için bir kez daha ifade etmek istedim.)

Bunu da kısa bir şiirimle pekiştirmek istiyorum.

Allah’ın dini İslâm.

Yaratılıştan beri tam.

Dinimi öğreten Kur-an.

Yolun sonunda Mevlâm.

Demek ki; İslâm dini, akledip fikretme (düşünme), fikredip ilmetme, elde edilen ilimle de (takva üzere) doğru dürüst yaşama dinidir.

Bundan sonraki 9. Bölümde de sizlere İslâmiyet de akıl, ilim, düşünce ve iradenin önemini yazıp anlatmaya çalışacağım.

Sevgi ve saygılarımla.

Cahit KARAÇ

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..