Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '21

 
Kategori
Psikoloji
 

DİPSİZ KUYU

‘Normal’ Üzerine

Popüler tiyatro oyununun finalinde, seyircileri selamlamaya en son çıkan ve ayaktaki alkışların aslan payını alan oyuncumuzun adı ‘normal’. Ne kadar da keyifsiz, sıkıcı ve nemrut biliriz faili. Günümüzü, dünümüzü hatta hayatımızı tanımlarken bile her şeyin ‘normal’ olduğunu söyleyerek, aslında rutinin iyi olduğunu ifade eder fakat bunun içten içe pek sık dile getiremediğimiz rahatsızlığını da hissederiz. Normalin, normal ekseninden biraz dışarıya taşan tarzı zaman zaman ürkütse bile gizemli bir çekiciliği de içinde barındırır. Normali, sonuçları itibariyle ince bir çizgide çift tarafıyla tanımlayabiliriz. Bunlardan ilki kişisel normallerimizin direksiyonu bizde ve kontrol altındayken yaşananlardır. Normalin çapı dışında şerit ihlali yapmak ya da normalimize makas atmak, rutine başkaldıran asi ruhumuza ilaç olup keyif verirken bir diğeri ise direksiyon hâkimiyetini kaybedip yoluna kontrolümüz dışında devam eden normalin, burun kıvırdığımız, gönülsüz olduğumuz flörtümüzün şehvetle arzulanan sevgiliye dönüşmesine uzanan hikâyede başrolde yer almasını sağlayabilir. Tıpkı pandemi sürecinin yaşattıkları ve hissettirdikleri gibi.

İnsanlık tarihi, bir takım gerekçelerle kendi çizdiği ve adını ‘normal’ koyduğu çemberin o kadar sıkı koruyucusu ve savunucusu durumuna geldi ki, neredeyse tüm dünya dillerinde ‘normal’ kelimesinin karşılığı ve tercümesi yine ‘normal’ olarak yazılmakta ve okunmaktadır. Harf değişikliği dahi yapıl(a)maması, mikro ya da makro düzey fark etmeksizin, insanlığın kendi çizdiği çemberin ve kurallarını koyduğu oyunun dışında kalma korkusunu göstermektedir. Bir de normale yüklenen anlamın büyüklüğünü. Murathan Mungan’ın dizelerinde de dile getirdiği gibi; ‘ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın.’

Peki, bu normal midir? Uyuma yönelik, süreklilik ve devamlılık adına normlardan gelen, kültürel ağırlığı olan, yazılı ya da yazısız, insanların hayatlarını kolaylaştıran ama yarattığı tabularla bir o kadar da zorlaştıran ‘normal’ in, düşünce süreçlerini ve sistemlerini kısaltan, dolayısıyla kısa yol metotlarını fazlaca ve uğraş gerektirmeden sıklıkla kullanmamıza sebep olduğu/olacağı aşikâr ve normaldir.

Normalin taşlaşmış olduğuna ve değişmeyeceğine dair güçlü inanışlar vardır. Oysa esnektir, çoğul zihin katı olmadığı sürece de değişkendir. İçinde yaşadığımız dönem,  öncüleri ve artçılarıyla normalimizin halefi olur.    

Bundan yaklaşık yüz yıl önce, ünlü ve yaşça büyük bir adam, genç bir kadına âşık olmuştu; ancak adam evliydi ve tam on çocuğu vardı. Adamın bu genç kadınla birlikte olabilmek için çözümü ise, çevresini eşinin deli olduğuna inandırmak ve kadını akıl hastanesine kapattırmaktı. Yaşadığı dönemde nerdeyse herkesin gönlünü kazanan bu adam İngiliz yazar ve eleştirmen Charles John Dickens’tı. Aynı dönemde pek çok kadın da premenstürel sendrom(PMS) ve depresyon gibi bozuklukların semptomlarıyla örtüşen bir akıl hastalığına sahip olmakla itham edilmişti.

İlk kez 1952 yılında yayınlanan psikiyatride hastalıkların tanımlanması ve sınıflandırılması için bir anlamda ‘normal’lik el kitabı olarak kullanılan (DSM) ABD’de ‘normal’ standartlarının ve tanı ölçütlerinin belirlendiği iletişim dili olarak benimsenmiştir. İlk baskısında tanımlanan, standartlara uymayan yani normal dışı ya da anormallik olarak kabul edilebilecek bozukluk kategorisi sayısı yaklaşık 200 iken, 1994 yılında çıkan revizyon baskısındaki kategorilerin sayısı 340’ı bulmuştur.

 Bugün bulunduğumuz noktadan 19. Yüzyıl sonundaki ruh sağlığı sisteminin, kendi zamanının değerlerini ve normalini yansıttığını görüyoruz. Günümüzün toplum ve ruh sağlığı sistemi de kendi zamanının değerlerini ve normallerini yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Focault’nun da dediği gibi neyin normal neyin patolojik olduğunu belirleme gücü disiplin rejimlerinin bir gücü ve unsurudur. Normal kavramı, normal ve anormal arasındaki toplum ve ruh sağlığı çizgisine dair tanımlar ideal davranış şekillerinin var olduğu var sayımına dayanır, oysa anormalliğe ithaf edilen tanımlar, uzak durulması gereken düşünce biçimlerini, duyguları ve davranışları tanımlar.

 Disiplin makamlarınca standardizasyon için belirlenen normallik ve anormallik kavramları herkesi bağlayarak aynı şekilde etkiler ve etiketler.  Halbuki ‘normallik’ ve ‘anormallik’ kavramları sosyal, kültürel ve etnik standartlara dayalı yargılardır ve farklılıklar göstermesi son derece doğaldır. Hangi noktadan sonra utangaçlık bir kişilik özelliği olmaktan çıkarılıp, zihinlerde ve vicdanlarda uzman müdahalesi gerektiren psikiyatrik bir durum olarak tanımlanır? Var mıdır bir normali? Benim ‘utangaçlığım’ ve senin ‘güvenin’ , etnik köken, yaşam deneyimi, kimlik gelişimi, toplumsal sınıfların iç içe geçmişliği ve benzeri durumların karmaşık birer tezahürleri ise eğer bahsi geçen kahraman hangi ‘normal’?            

 
Toplam blog
: 2
: 103
Kayıt tarihi
: 07.05.21
 
 

*Psikolog *İKY&Kariyer Danışmanı *Eğitimci *Girişimci   ..