- Kategori
- Güncel
Doğal Afetler, Göçük ve Kader’e inanmak
Ülkemizde gün geçmiyor ki yeni bir felaket meydana gelmesin. Elazığ depreminin acıları henüz tazeliğini korurken, bu kez de Zonguldak’ta meydana gelen grizu faciası tüm ülkeyi yasa boğdu. Bir yıl içinde yaşadığımız Trakya’daki sel ve Elazığ’daki deprem felaketleri, insan hayatının ne kadar ucuz ve korumasız olduğunu göstermiştir. Facia sonrası olayın aklanmasına yönelik yapılan bir takım açıklamalar ve sergilenen yaklaşımlar benzer olayların ileride de yaşanabileceğini göstermektedir.
Sel veya deprem doğal afetleri ile maden ocağı patlamalarının meydana gelme şekilleri her ne kadar birbirinden farklılık gösterse de, neden oldukları kayıplar ve etkiledikleri kesim bakımından benzerlik göstermektedir. Ortak olan nokta, her iki durumda da hayatını kaybeden ve zarar gören insanların hep yoksul kesimden olmasıdır.
Son bir yıl içinde Bursa, Balıkesir ve en son Zonguldak’ta olmak üzere üç kez maden ocaklarında patlama meydana gelmiş 62 kişi hayatını kaybetmiştir. Ancak, unutkan bir toplum olmamızdan olsa gerek, her yeni bir facia yaşadığımızda eskisini çoktan unutmuş oluyoruz. Bu da yeni faciaların önlenmesi için gerekli toplumsal duyarlılığın oluşmasını engellemektedir. Bu kadar sıklıkla meydana gelen patlamaların acı sonuçları ortadayken, yeterince önlem alınmadan sonuçların sadece kader olarak görülmesi ise yeni olası kazalarda can kayıplarının artabileceğinin en somut örneğidir.
Ülkemizde kazaların meydana gelme sıklığı, büyük can ve mal kayıpları meydana getirmesine rağmen, toplumsal tepkinin oldukça cılız ve sınırlı kalması toplumun ne kadar kaderci olduğunu göstermektedir. Toplumun kaderci olması aslında yeni değil, uzun yıllardır süregelen baskı politikalarının ve çaresizliğin doğal bir sonucudur. Topluma baktığımızda, her nedense yoksul ve emeği sömürülen insanların daha kaderci bir yapıda olduklarını görürüz. Bu yüzden de en fazla onlar can verir beklenmeyen grizu patlamalarında. Çünkü bu kader genelde işveren tarafından yazılmıştır işçilerin alınlarına. İçlerinden her ne kadar “bu kaderi biz yazmadık bozacak olan biziz” melodisi eşliğinde direniş gösterenler çıksa bile bunlar ne işveren ne de diğer arkadaşları tarafından desteklenir.
Kaderci toplum olmamızdan değil mi kazaların neden olduğu ölümlere alışkın bir toplum haline gelmemiz! Bölgelere göre veya illere göre ne kadar kaderci olduğumuzu görmek için hafızalarımızı tazeleyelim. İstanbul’da bulundukları aracın sel sularıyla dolması sonucu can veren işçi kadınlar ve Elazığ’da evleri kerpiçten yapıldığı için en ufak bir depremde yıkılan ve hayvanlarıyla birlikte can veren köylüler. Bilimsel veriler iş kazalarının çoğunun önlenebilir nitelikte olduğunu göstermektedir. Kazaların büyük bir bölümü işletmecilik hatası, denetim eksikliği ve her aşamada eğitimin yetersiz olmasından kaynaklandığı belirtilmektedir. Gelişmiş toplumlar bilimsel ve teknolojik çalışmalardan yararlanarak risk düzeyi yüksek olan kazaların meydana gelmesini büyük ölçüde azaltmayı başarmışlardır. Ayrıca, bilim ve teknolojiden yararlanarak doğal afetlerin yaratabileceği kayıp ve zararları bile en aza indirmişlerdir. Bilimsel veriler gerekli önlemler alındıktan sonra kaza riskinin tamamen ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını ancak, en kötü ihtimalle yüzde 95 düzeyinde azaltılabileceğini göstermektedir.
Gerek doğal afet ve gerekse de iş kazalarının sıklıkla yaşandığı ülkemizde, önlemlerin alınmaması bilime olan inancımızı tartışılır hale getirmektedir. Bilim insan aklına dayanır araştırma ve tartışma özgürlüğü temelinde gelişir ve doğmalardan uzak bir şekilde ilerler. Bilime inanmak ise gereğini yerine getirerek, olabilecek doğal afet ve kazalara karşı bütün tedbirleri almaktır. Tedbirler alınmadan yaşananları kadermiş gibi göstermeye çalışmak, böyle düşünmeyenlerin imanından şüphe etmeye kalkmak kimsenin hakkı olmasa gerek. Çünkü eskiden “imanın ve paranın kimde olduğu bilinmez” denilirdi. Günümüzde, en zenginler listesine bakarak paranın kimde olduğunu görebiliriz ama imanın kimde olduğunun listesi kimsede yok.