Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '09

 
Kategori
Güncel
 

Doğu Türkistan için son iki kurşun

Doğu Türkistan için son iki kurşun
 

ÇİN ZULMÜ


Mao'nun; ''Kültür İhtilâli'' adı'yla, bütün Doğu Türkistan'ın kültürünü yok etmeye yönelik faaliyetleri, son hızı ile devam ediyordu. Maddî-mânevî bütün değerlerini yer'le bir ediyordu Mao'nun uşakları. Soluk aldırmıyorlardı hiç kimseye. Doğu Türkistan'lıya kan kusturuyorlardı tam mânâsı'yla...

İnsanlar, cenâzelerini bile rahat rahat göremez olmuştu. Tabut tahtalarını bile parçalayıp, zorla alıyorlardı cenâzelerin. Artık tabuttlarla değil, at'larla eşek'lerle götürüyorlardı cenazelerini.

Câmilere giren kalmamıştı ceberût Mao idâresinin korkusundan. Harâbe hâline getirmişlerdi câmileri. Onların, özene bezene yaptıkları câmilerini de mahf'etmişlerdi Mao'nun uşakları.

Okulları hapishâneye çevirmişlerdi. Suçlu-suçsuz herkesi atıyorlardı içeri...

Bütün bu baskıya, zulme rağmen Mâcit diye bir yiğit cıkmış, Câmi'lerinin harâbeye dönmüş yıkıntıları üzerinden:

-Ben, 27 yaşıma yeni girdim!.. Biliyorum, belki de 28 yaşım'ı göremeyeceğim... Beni iyi dinleyin eyy kardeşlerim, ağabeylerim, teyzelerim, dayılarım!.. Özene-bezene yaptığımız câmimizi harâbeye çevirip, içine domuz doldurdular... Okulumuzu hapishâne yaptılar, artık çocuklarımız okuyamıyor... Okul için bir şey yapamasak ta, câmimizi bâri yeniden inşâ edebiliriz. Böyle elimiz kolumuz bağlı durmayalım ne olur?!.. Değerlerimize, bu vatana biz sahip çıkmazsak, kim sâhip çıkacak? Üzerimize ölü toprağı mı serpildi bizim?!.. Korkmayalım Mao'dan ve O'nun, içimizdeki uşaklarından!.. Şu câmi'mizi hemen yeniden inşâ edelim, diye bağırıyordu. Herkes şaşırmıştı fakat bu cesâretine de hayran kalmışlardı.

Bir anda; dokuzundan, 90'ına kadar her yaştan Uygurlu, harâbeye dönmüş câmilerini yeniden îmar etmek için kolları sıvamışlardı. Mâcit'i Komutan seçtiler kendilerine hemen. Mâcit Komutan, gece gündüz çalışan bu gönüllü insanlara;

-Çok yoruluyorsunuz!.. Ne olur bu kadar hırpalamayın kendinizi. Biraz da istirahat ederek çalışın, demesine rağmen dinleyen kim?.. Herkes aşk'a gelmişti bir kere...

Kısa zamanda bitirdiler Câmi'nin tâmirâtını. Eskisi kadar olmasa da, pırıl pırıl olmuştu Câmi(leri).

Bir anda kızların gözdesi de olmuştu. Fakat O, Meryem' le birbirlerini seviyorlardı. Kıt imkânlarla da olsa hemen nikâhlarını yapmakla, çıkabilecek dedikoduların önüne geçmişlerdi...

Mâcit, güvendiği kişilerle tek tek diyalog kurdu. Hepsini yüreklendirdi. Bu birlik berâberliklerini, Doğu Türkistan'ın özgürlüğü için de harcasalar, emindi ki Allah, kendilerine bunu lutf'edecekti. Yeter ki birlik ve berâberlik olsunlardı!..

Bunu başarabileceklerine inanıyordu...

Ne kadar da muhtaçlarmış meğer böyle lider insanlara... Yıllarca yaşadıkları esâretin ve zulmün, ağırlıklarını taşıyordu hepsi. Mâcit Komutan gibi birisinin ortaya çıkması, hepsini yüreklendirmişti. Hepsi kenetlenmişti etrafında. Her şeyi göze aldıkları besbelli idi. Mâcit'in şöhreti bir anda bütün Kaşkar'a yayılmıştı. Oradan da bütün Doğu Türkistan'a... Komünist Çin Hükümetini bir telaş almıştı. Susturmalı idiler bu genç adamı. Yoksa... Onlar için cılız da olsa, bu özgürlük hareketi; yıllardır Çin zulmü altında inin inim inleyen bu insanları uyandırabilir, bir anda bütün Doğu Türkistan'ı kaplalayabilirdi.

Çok geçmeden özgürlük meş'alesi yanmıştı.

Halkın çoğu; orak, çekiç, bıçak, balta; ellerine ne geçirdilerse, onlarla bu kalabalık ve güçlü orduya çok büyük zâyiatlar verdiriyorlardı. Çin Ordusu, bu Kahramanlık karşısında ne'ye uğradığını şaşımştı. Bu halk; birlik-beraberlik olunduğunda, neler yapabileceğini, Kömünist yönetime âdeta; ''Bir daha benim ve bir başkasının toprağına, O pis elini uzatma!.. yoksa o el'i böyle keserler!...'' diyordu.

Birçok bölge; içteki hâinliklerin ve imkânsızlıkların vermiş olduğu çâresizlikle erken pes etmek zorunda kalmıştı. Fakat Kaşgar'daki Mâcit Komutan'ın emrindeki kahraman yiğitler, Çin Ordusu'na nefes aldırmıyordu. Zâlim Komünist Çin Hükümeti, pabuçun bağlı olduğunu görünce, başka yerlerdeki askerlerini de Kaşgar tarafına kaydırmış, olanca şiddeti ile çullanmıştı Kaşgar üzerine. Oluk oluk kan akıyordu...

Kendini düşünmemek, vatanı ve milleti için şehit olma inancı, Müslüman bir bir asker için en iyi ve en güçlü silahtır. Mâcit Komutan'ın emrindeki yiğitlerin, zâten kendini düşünecek; ne zamanları vardı, ne de öyle bir lüks'e girmeye hakları vardı...

Bütün yiğitler bunun farkında idi. Çin zulmünün tesirlerinin, taa kemiklerine kadar işlemiş olması dolayısı ile de, vatanlarınını özgürlüğe kavuşturmak için daha çok gayrete ediyorlardı.

Mâcit Komutan'ın; biraz da olsa düzen altına alınmış birlikleri, bütün zor şartlara rağmen, Kaşkar'da kahramanlık destanları yazıyordu. Emrine giren hiç bir Mücahit'in, ölüm korkusu yoktu. Hepsi de; ''Ölürsem şehit, kalırsam gâziyim!..'' düşüncesi ile, gözünü kırpmadan düşmanla çarpışyordu. Tek gâyeleri; Yıllardır Çin komünistleri tarafından sömürülmekte olan, bütün yeraltı ve yer üstü zenginlikleri ile bir cennet olan vatanlarını, bu esâretten kurtarmaktı. Olur muydu bilmiyorlardı ama, onlar, görevlerini yapıp sorumluluktan kurtulmak istiyorlardı. Muvaffak olup-olmamayı hiç düşünmüyorlardı bile. Celâlettin Harzemşah gibi; ''Benim vazifem, Allah için savaşa gitmektir. Gâlip etmek mağlup etmek, O'nun işidir.'' deyip vurdukça vuruyorlardı...

Müstebit Komünist Mao Rejimi'nin korktuğu başına gelmişti. 7'den 77'ye bütün halk ayaklanmıştı. Macit Komutan'ın yaktığı Meş'ale'nın ışığı, Kaşgar dağlarından bütün Doğu Türkistan'ı kaplayacak gibiydi. Düşman'ın silah depolarını ele geçiren Kaşgarlı Yiğitler ile eline ilk defa silah almış olan çifttçiler ve köylüler; tankları, topları, uçakları ile birlikte bütün gücüyle üzerlerine çullanan, milyonu aşkın Çin ordusuna büyük zâyiatlar verdiriyordu.

Komünist Mao Rejimi, Ordusu'nu Kaşgar üzerine yığmıştı âdetâ..

Ölüm korkusu olmayan, Macit Komutan'ın kahraman yiğitlerini durdurmak için; tankı, topu, uçağı hülâsa bütün modern güçleri ile Kaşgar'ın üzerine çullanan Çin Ordusu'nun gözü dönmüştü bir kere. Bütün hırsı ile kum tâneleri gibi Kaşgar'a yayılan zâlim Çin Ordusu, çocuk demeden bebek demeden, önüne geleni katl'diyordu. Her tarafı kan gölüne çevirmişlerdi...

Mâcit Komutan'en emrindeki bütün yiğitler, kaybedeceklerini bile bile, kendilerine göre hem sayıca hem de teçhizat açısından, kıyaslanamıyacak bir güç olan Çin Ordusuna karşı kahramanca savaşa savaşa şehit oluyorlardı. Bütün kahramanlar; ''Lâ İlâhe İll'Allah, Muhammed'en Resesûl Allah...'' mırltılarıyla ruhlarını teslim ediyordu.

Çekirge sürüsü gibi üzerlerine çullanan Çin Ordusuna çok büyük zâyiatlar verdiriyorlardı fakat hiçbir yerden destek yoktu bu kahramanlara. Dünyaya seslerini duyuracak bir imkânları da yoktu. Kaçanlar da kaçmış, bir avuç kahramanla sonuna kadar direnmişti Macit Komutan.

Etrafındaki herkes birer birer şehit olmuştu. Meryem'le üç kişi kalmışlardı dağ başında. En yakınındaki Topçu Tugay Komutanı Mahmut Bey, az ötede mermisi bitmiş vaziyette çâresiz çâresiz ve sessiz bir şekilde bekliyordu. Gizlendiği yeşil bitki örtüsünün arasından hiç hareket etmeden olanları acı ile seyr'etmekten başka çaresi de yoktu Mahmut komutan'ın. Mermileri de bitmişti.

Artık kendilerinin de şehit olma vaktinin geldiğini anlamıştı Macit Komutan ve biricik eşi Meryem.

Silahlar susmuş, dağın her tarafı karınca sürüsü gibi, Çin askerleri ile dolmuştu. O'nunla, her türlü zorluğu göze alarak evlenmiş olan Meryem de; her zaman olduğu gibi kocasını, bu kutsal özgürlük mücâdelesinde yalnız bırakmamıştı. Şimdi, birlikte şehâdet şerbetini içip, çok sevdiklerinin yanına uçacaklardı...

Çin askerleri bir an evvel, diri yakalama emri aldıkları Mâcit Komutanı tutup üstlerine teslim etmek istiyorlardı. Ama bu kadar sessizlikten ürpermişti hepsi. ''Nere'ye saklanmıştı aylardır Koskoca Çin Ordusuna kan kusturan bu Mâcid denilen adam?'' Kendilerine kalsa bulur bulmaz derisini yüzmek istiyorlardı, fakat her nedense komutanları O'nu canlı istemişti.

Maci Komutan'la biricik karısı Meryem son defa birbirine sarılmış, helalleşmişlerdi.

Macit Komutan;

-Hakkını helal et Meryem'im!... Sana güzel bir evlilik hayatı yaşatamadım. Keşke Vatanımız Özgür olsa idi!.. Keşke bu mücâdelemiz, bu cennet vatanı özgürleştirmeye yetse idi. Diğer kardeşlerimiz erkenden vazgeçip, mücâdeleyi erkenden bırakmasalar ne olurdu sanki?!.. Keşke bizim burada verdiğimiz mücâdeleyi, vatanımızın her yerinde, herkes verebilse idi! O zaman, Çin ordusu bütün gücü ile bizim üzerimize çullanamıyacak, belki de zorlanacak, bocalıyacaktı, dedi içi burkuk bir şekilde.

Macit konuşurken; Meryem de, elini kuşağına sokmuş;

-Üzülme Macit'im!.. Kahraman komutanım benim!..İnşaAllah Ora'larda, daha güzel yerlerde beraber olma zamanıdır bu an!..diyerek, daha evvel sakladığı 2 kurşunu, kuşağının arasından çıkarıp, kocasının elinin içine bırakırken, ikisinin gözlerinin içindeki parıltı korkmadıklarının; aksine, ötelerde kavuşacakları an'ın parıltısını yansıtıyordu. İkisinin de göz pınarlarından, yüzlerinin üzerine doğru akan yaşlar, mutluluklarının zirvesinde olduklarını işâret ediyordu.

Macit Komutan 2 kurşunu silahına yerleştirdi. Bu iki kurşunla, en azından iki Çin askerinin leşini daha yere sermenin hayâli ile yüzü gülümsedi.

Çin askerleri, karlı Pamir dağlarının hüzünlü ağaçları arasında, kendilerini farketmiş;

-İşte oradalar!..deye çığlık atarak üzerlerine doğru gelmekte idi.

Âniden Çin askerlerine doğrulttu silahını ve;

-Allahuekber!.. diyerek ateşledi silahını Macit Komutan.

İki el mermi sesi duyuldu. karlı Pamir Dağlarının zirvelerinden iki mermi sesi yankılanmıştı etrâfa. Fakat o da ne?!.. En az 8 tane Çin askeri yere yığılmıştı. Diğer Çin askerleri şaşırmış ve dehşete kapılmışlardı.

8 arkadaşının yere yığıldığını gören Çin askerlerinin çoğu yeni bir baskın yedik korkusuyla etrafa kaçışmaya başlamışlardı. Fakat bir çoğu da can havliyle Macit Komutan ile Meryem'im bulunduğu yere doğru ateş etmeye başlamışlardı. Rastgele üzerlerine doğru yağmakta olan kurşunlardan biri, Mâcit Komutan'ın başına isâbet almıştı. Gözleri Meryem'in gözlerine odaklanmış;

-Beni götürüyorlar Meryem'im!..Gökyüzüne doğru uçuruyorlar!.. Sen de gel bir an evvel olur mu?.. derken gözlerinin içi gülüyordu.

-Tamam Macit'im!..Ben de geliyorum en kısa zamanda!..der demez bir kurşun da Meryem almıştı sırtından. O da macit Komutan'ın üzerine düştü oracıkta. ''Eşhed-ü en Lâ ilâhe İll'Allah...''diyerek şehadet getiriyordu.

Yüzlerce Çin'li asker üşüşmüştü iki cesedin başına. Mâcit Komutan'ı sağ istemişti komutanları. Kim sağ götürürse, mükâfatlandırılacağını düşünüyordu. Fakat istedikleri olmamıştı. Pamir Dağlarının tepesindeki, bembeyaz karlar üzeriden akan kıpkırmızı Mücâhit kanlarının üzerine, bir de Macit Komutan'la Merye'inin kanı eklenmişti. Bir anda simsiyah bulutlar çöktü etrafa. Her taraf âniden kapkaranlık oldu.

Çin askerlerinin her biri dehşetle ve korku ile bağıra bağıra kaçışmaları görülmeye değerdi...

Doğu Türkistan için bağımsızlık, artık başak bahara kalmıştı.

Bektaş Azizoğlu
08.09.2009, salı
İSTANBUL

Not : Bu hikâyenin orijinali; bir Doğu Türkistan'lı yazar, kıymetli Zeynure Öztürk Hanım'dan alınmıştır.

 
Toplam blog
: 344
: 580
Kayıt tarihi
: 24.11.07
 
 

İlkokul'u Düzce'nin Gölyaka İlçesi, Açmaköy'ünde bitirdikten sonra, Ortaokul'u Gölyaka'da okuyup,..