Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '22

 
Kategori
Felsefe
 

Doğurunca Yas Tutan Kadınlar

“Eğer batı ülkelerinin halkı, demokratik hükümetlerin ekonominin alın yazısını ellerinde tuttuklarına olan inançlarını yitirirlerse, bu ekonomik bunalım, batı demokrasisinin bunalımına dönüşebilir.”
 
 (Henry Kissinger)*
 
Geçmişte var olduğunu var saydıkları ideal toplumu yeniden kurmak isteyen köktenci sağcılarla; adaletin ve özgürlüğün mümkün olduğu bir geleceğe hayat vermeye  çalışan solcular arsında dökülen kanlar henüz kurumamışken, onların fikirlerini manipüle eden küresel tefeciler, yerel işbirlikçileriyle birlikte yarattıkları sanal atmosferde gerçek üreticiyi boğmak üzereler. Artık isteseler de geri dönemezler; çünkü hiçbir ahlaki değer içermeyen ve tamamen çıkara dayalı olan bu özürlü yapı herkesi aşmış bir durumda. Bizi kaderimize doğru sürüklüyor.
 
Oysa Amerika Birleşik Devletleri'nin efsanevi dışişleri bakanı Kissinger, girişte kullandığımız sözü günümüzün koşullarıyla mukayese dahi edilemeyecek romantik bir ortamda sarf etmişti. O dönemde yalnızca petrol şokuna dayalı bir kambiyo krizi yaşanmaktaydı. Buna rağmen Kissinger, demokrasinin geleceği konusunda felaket tellallığı yapmaktan çekinmemişti.
 
Aslında haklıydı da. Ne var ki zamanın çift kutuplu dünyasında hüküm sürmekte olan kapalı ekonomilerin mantığı çerçevesinde kırılan kol, yen içinde kaldı ve kendi kendine iyileşti.
 
Dünyanın içinde bulunduğu bugünkü ekonomik durum hakkında Kissinger’ın ne düşüneceğini bilemeyiz artık. Ama başta ABD olmak üzere, Avrupa’da ekonomik açıdan birbiri ardına sıkıntıya düşen devletlerin, batı ülkelerinin halkları üzerinde ne gibi bir etkisi olacağını bilmeyi çok isterdim doğrusu.
 
Ama ben, batılıları, kendi kaderleri karşısındaki mağrur duruşlarıyla baş başa bırakıp, açlıkla boğuşan ülkelerinin insanlarına yaklaşmak istiyorum. Zira yazgımızın onların yazgısıyla paralellik arz ettiğine inanıyorum.
 
Her şey ve herkes bir tarafa; "en büyük düşmanın zulümdür,” diye yetiştirilen bir kuşak olarak bizler bile; açlıkla, savaşlarla, iç çatışmalarla, hastalıklarla boğuşan bu insanlara yapılan zulme ses çıkarmak şöyle dursun; onlar için üzüntü duymaya bile zaman bulamıyoruz. Zira çağımızın koşulları gereği işimiz başımızdan aşkın. Dolayısıyla çok hızlı yaşıyoruz.
 
Afrika ülkelerinden bazılarında ise bir çocuk doğduğunda yas tutacak, içlerinden biri öldüğü zamansa şölen düzenleyecek kadar hayattan korkan insanların bizim üzerimizde hakları olduğunu inkâr ediyoruz. İşimize geldiği zaman hemen kendisine sığındığımız küresellik bilinci, onların bizim komşumuz olduğunu idrak etmeye yanaşmıyor.
 
Ya emperyalist para simsarlarının lokalize etmek için çırpındıkları, buna rağmen her geçen gün biraz daha çoğalan bu kanserli hücreler bizim toplum dokumuza da sirayet ederse. Biz de tıpkı onlar gibi açlıktan ölmek üzere olan yeni doğan bebeğin başında onu çürümeden yemek için ölmesini beklersek ne olacak. Belki bugün değil. Ama bir yolu bulunamadığı takdirde, tıpkı The Road filminde olduğu gibi günün birinde...?
 
Ahmet Güreşçioğlu
 
*Kriz, Neo Liberalizm ve Reagan Dosyası. Alan Yayıncılık.
 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..