Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '21

 
Kategori
Edebiyat
 

Dönüştür

 

 
Kulak kulak ses dolusu göğün altı. Gözlerim yerleri kaşıklıyor. Saçılmış dalları ağaçların. Yüz bin kere dokundum bu havaya. Güneş dolu burnumun ucu. Kollarımda bir yüksüzlük ağırlığı. Geçmişten kalan saatler var bileğimde. Hakkını ödeyemez bu eski şarkılar. Yürüyen portreler hissediyorum. Yüzünden hüzün taşıyor. Üç Beş bina bir araya gelince şehir mi oluverdik?
 
Üşüyorum yürüyerek soğukların arasından. Donuklarla beraberim. Bu ağaçlar yerle bir olmuş göğe uzanır durur. Yerle bir olmadan, koklayayım görünmezi. Anlatır durur bir şeyler. Hem yaşarken hem ölüyken. Ölüsü ayrı konuşur dirisi ayrı susar. Çimlere basmayın etli iskeletler. Ya ağaç olacağım ya da onlara özenen çimler.
 
Gözlerimin önünde dünyanın en güzel şarkısı. Aklımın ucundan bile geçti. Dünyanın hastası olduğu güneş bana ben güneşe bakıyorum. Ya ben dünya oldum şimdi,  ya da dünyalar benim oldu. Ayna, icat edildiğinden beri bizden bir sürü şey gizledi. En başta ne gösteriyorsa onu. Şimdi dünyalar mı benim oldu?
 
Duvar suratlara çarpıyorum. Tuğla düşünceler alçak gönüllü kaldırımlar üstünde. Bir çift ayakkabı, kutusu dışında henüz. Bitmedi mi demirin tahtaya öfkesi? Umut kalpazanları neredeler? Gerçek hiç bu kadar sahte olmadı ama gerçek olan her şey sahte. Gerçek olan tek şey sahte. Ahdım olsun bugün dünün taklidi olmayacak. İkiz tarihler sadece hırsızların olsun.
 
Bir çift ayakkabı, kutusundan çıkmayasıca. Besteli kara kutu bağırır durur da bilmez köpek bile dört ayaklı. Serçenin türlüsü ömrüm. Dünyanın bütün şarkılarını dinleyemem. Kotalı görüntülerim var. Dönen tekerler üstünden sorun hesabımı. Dikizliyorum verdiğim nefesleri. Soluduklarım benimle konuşuyor. Katlanamıyorum boğumlarımın içindekilere. Çoluk çocuk ne varsa kendime gelmişim. Tilkinin kuyruğu peşindeyse onu tilkilikten alıkoyamam. Şehirler eskise ne yazar yaşayanlar yeniyse.
 
Sadrazamlar atasınlar tüm kötülere. Kötülerde padişahlar var. Kör kütük ayığım ne yazık. Denetimsiz farkındalık bu. Kuyruğu gibi tilkinin. Sandıklarımdan alın bu sandıklarımı. Kandıklarımı sandıklayamaz oldum. Başım gözüm üstüne diye diye gözlerimizi başlar kapamadı mı? Karmakarışıklığın düzeni mi düzgünlüğün düzensizliği mi?
 
Katır olsa çekmez, hatır olunca doluyor boşluklarım satır satır. Lalezar olsak da yitsek şu renksizlikten. Düşmanın varsa sen de varsın. Gölgeler bunu bilir bunu söyler. Kim bilir kaç sessizlik itti beni bu gürültüye. Hayatlarımız on beş, yirmi santimetrekare. Hiç mi çizeni yok şu suratların? Bizimkini kimler çizdi?
 
Hep sonradan tak eder kafama. Bükülmüş işaret parmakları ben geldim der gibi. Ağaçlardan hiçbir şey kapamamışım. Tahtadır boyun üstüm. Ondan boyuna küstüm. Az önce ne yediğimi bilmezdim ben. Nasıl doyduğumu biliyorum ama. On tane şahidim var birkaçı sessiz kaldı. Gözlerime inanır oldum. Kafam alıyor da aklım almıyor artık. İstemiyorum bana dair olanları.

Bütün işi yelkovan yapıyor da herkes akrebe göre hareket ediyor. Yelkovan olmak boynumun borcu. Dolanıyorum yine iskeletli et pazarında. Bir avuç kemik dolu mimikler. Kin tutmaktan kollarım ağrıdı. Kim tutmaktan yorulmaz ki zaten. Dileklerimi aldı bu ışıksız gökyüzü. Bileklerimden sorarım artık akrebin durumunu. Desenler çiziyor bir çift ayakkabı, kutusundan çıkmayasıca. Tuval kaldırımlar üstüne. Kim duyarsa bu çizgileri eline bir kalem alsın. 

Bugün ne söylediyse dört tekerler söyledi. Halimiz kalırsa hatırını soralım. Duman fikirler için öksürmeye lüzum yok. Sağ taraflarından gittim hep. Sağ taraflarım da benden. Rüzgarlar sıyırır oldu alın üstlerimi. Üsteledim durdum şimdi alın üstlerimi. Beyaz duvarlara karşıyım. Karalanmayan her şey bir miktar beyaz. Gökkuşağı olduk belki de kim bilir bir araya gelince karalanmamış oluruz. Sayfa sayfa sildim bileğimden çalınanları. Karnımızın ortası ben ne idim der gibi.

Cümbür su damlaları gökten kaçışta bugün. Oysa ki cevaplanmamış sorular var yeryüzünde. Saklandığı yer, yüzünde belki. Satılmış cakaları almıyorum. Hiç yerim de olmadı. Hiç yerimde olmadınız. Bense hiç yerimde durmadım. Hiç yerim de dolmadı. Dediklerinizi tellerdeki iki kanatlılara söyledim. İttiler havayı aşağıya doğru. Gittiler. N'apmalı firarlarını durdurmak için bu akılların? Akıllıları dinledik de n'oldu? Şimdi sıra bize gelsin. Saatler ve ben kimiz? O geçtiklerine yanıyor biz geçemediklerimize ikimiz. Avaz avaz vazgeçilir biliyorum. Arkamda sadece sırtım yok ki.

Karga kargaşası değil bu. Anlatamadıklarım için anlamamazlık yapmayın. Kafam yastıkta , içi yadsıyamıyor. Kör değil körpe düşüncelerim var. Ne nankörüm ne bonkör. Satın alınan hiç bir şey bedava değil. Bedava olan hiç bir şey satılmıyor. Katılmıyor kimse kalabalıklara. Kalabalıklar katılımcılarla dolu. Olur da iğnelerse bizleri tatlı dilleriniz, dudaklarınız kavuşmayı beklesin altlı üstlü. Altı üstü bir kaç bir şeydi. Söylemeye çalıştıklarımız.

Dünyadaki tek insan olsam alınır mıyım bütün şarkıların tüm sözlerine? Kenar dudaklar susar oldu. Yeri geldi kusar oldu. Demirden çift şeritler her şeyi üstlendi. Onlar bilir neyin nasıl olduğunu. Seçimlerimiz tıpkı parmaklarımız gibi. Uzunlu kısalı yollar var,  köklerinin birine baktığımızda. Çift şeritler her şeyi üstlendi ama yapanlar belli. Yukarıda planlı olanları.

Sakınılacak değildim.  Satın alınacaksa bir şeyler , alacak olan da bendim. Geçmiş zamanların kiplerinden kaç tane kaldı? Şimdi ben güneşe bakıyorum. O da gözlerimi alıyor ama olsun. İnsan doğarken ölümden gün alır. İlk hırsızlığımızı da o zaman yapmışız. En büyük mağdur ise zaman. Ne çaldıysak ondan. Çaldık kapıların en kapalısını. Kükreyen bulutları kim bu kadar üzdü?

Yüklerinizi döken dillerinize kantar değil kulaklarım. Gözlerim sadece önümü görmüyor. Dünümü bugün etmekten yarınlarım sadece gelecekte. Dünü mü kurtarayım yoksa günü mü?  Bugün akıllanmamın yıl dönümü. Nasır bağlamış fikirlere, nasıl bağlanmışız şaşarım. Asıl bağırışım ağrılı bağrıma. Kim bilir kaçını dağladım kabuksuz yaraların. Aralık kapılarıma sığmıyor gözleriniz. Kafamın iki tarafını da işgal etmiş sözleriniz, bağımsızlığım kendime kadar, hazımsızlığım ödüllü yalanlara. Benim olan tek şey dört duvar arasında, benim, olan tek şey dört duvar arasında. Kırık hislilerle konuştunuz mu hiç? Kırılmış sözleri tattınız mı, söylemeye seçilmişlerin arasından?
 
Kelebeğin ömrü kanadındadır. Okşanmamış saç tellerine sorun, dünya düzenini. Bir çift ayakkabı, kutusuna giresice. Vasıfsız tebessümlerle doldurdu yanaklarımı bu bastığım betondan zeminler. Sıvasız suratları gördüm, kusursuz küsuratlarda bulurlar mutluluk kırıntılarını. Bir gece de konmadı boğumlarıma bu gecekondular. Avaz avaz sustuklarımız var, ortak hislerimiz. Ben de sen idim, farklı değil kalemlerimiz. Farklı alemlerin alametleriyiz biz. 
 
Dikilmemiş söküklerimin terzisiyim ben, dikiş nakış bilmem, kafamın içi bir dolu itiş kakış. İçim içime sığmazken, dışımı içime sığdırdım. Sığ duygularım var, sağır kulaklara sığır gelir harf dizilimlerim. Ordasınız, yaşamadık diyemezsiniz silleli anları. Zordasınız, aşamadık diyemezseniz anlarım. Yirmi ikinci adımı bu, anılarımı kanılarımla dolduruşumun. Kiminin sanısı olduk kiminin sancısı. Hisler, dillerin müdavim yancısı. En yalancısı da kendine söylenen. Öyle ya da böyle, aklımın ucundan bile geçti. Kartondan pusulam, söylesin nerede bu pusular? 
 
İçi doluysa ağırdır başlar. Taşamazsa, bir ağrıdır başlar. Kıymet bilir bu ağrılı başlar. Zaten kıymet önce ağrılı başlar.
 
Kağıt, kalemin sömürgesi. İşgal altında satırlar. İş bu ya, boğumlar, doğumları hatırlar. Biri diğerine aşık iki bacak, kaçtıkça kovalanırlar. Kimler kesti akılsız başın cezasını ayaklara?
 
İki çift sözü vardı, tek çift ayakkabının, çifterli gözlere. Ne olur bir avuç kulak verin, zamanım yok ne olur, istemem hiç peşin sözler, söylediklerim veresiye, alacaklıyım bu iskeletli et pazarından. Gözleriniz konuk etsin alfabemi, ne olur, bir tutam kenar verin dudaklarınızdan. Kelamımı selam eden dilime lâlliğim. 
 
Beş elin beş parmağı, bir olmaya geldim. Yeşil ile mavi arasına hür olmaya geldim. Boyun üstü başlara, çatılmamış kaşlara, edepsiz nakkaşlara tezahür olmaya geldim.
 
Tecrübe denilen sırtlanmış yanılgılar. Sırtladığım henüz birikimli sanılgılar. Kendi inşaatımın işçisiyim. Çorbamın altı açık, başımın üstü saçık, kafamın içinde bir aklı kaçık. Ne denmeli bu istikrarsız komploya? Uzaklarımı yakın eden tuzaklarımdan sakınırım. Issız çömelişlere, sessiz söyleyişler ekleyin. Anlarsınız belki hissiz duyguları. Beyazlıktan yoksun ışıktan bi'haber olguları. Kaç yalan kaldı doğruları savunan? Kaç zahiyat var şu belirsizliğin kuşatmasında? Ah şu biz gezegen kılıklılar! Dünyaları verseler etrafımızda döndürürüz. Kendi dilinin tercümanı olanlar, betondan zeminleri ayaklarının altına alanlar, genel geçer dışa vurumlarla doyumlu uyum sağlayanlar... Doğruları alt eden kelime danslarınızı alın. Biçilmiş kaftanlardan moda olmaz. İlk değil kayboluşum, dert pinokyosu selvilerin arasında. Akrep'in terkettiklerine sırıtışım. Sillelerle dost olasım kaçıyor. Umut dallarından süzülenleri, dağlar arkasından saçıyor. Bol kandırmacalı, dolandırmacalı anlatısı mübadelelerimin, bu yüzden kaybedeni belli serüveni sonsuz mücadelelerimin. Kazan dolusu akıl fikir, onca lisanslı söz, onca lisana bulaşmış her ırktan öz. Ne idüğüm belirli benim. Asıl arz eden önemi, gözlerinin çizdikleri. 
 
Bu başıma getirdiklerim ne kadar da zamanlı. Tam yerinde bulmuşum henüz tanyerinde olanları. Bir çift ayakkabı, kutusu dışında henüz, çenesi gırtlağına komşu, boğumlarındaki doğum sancılarıyla, yirmi dokuz harfe sığdırılmış anlatmaya gayreti. Yok sanmayın, karnı tok olanları, açın halinden anlarım da kaçın kurası olmak lazım doymaya, bir türlü anlamam. Yerleri kaşıklayan gözlerim küser durur sahtekar maviye. Her saniye koklar dururum görünmezi, bir çift ayak yürüsün, bir çift el dokunsun, bir çift göz görsün, bir çift kulak duysun diye. Siz, iskeletli et pazarlarında volta atan, oltalarının uçlarına gündelik sahtelikler takanlar! Nasıl becerdiniz kendinizi kandırmayı? Ben bu doğrularla beceremiyorum. 
Giymeyi unuttuğum kıyafetlerimde gördüm arsızlığımın umarsızlığını. Bilmeyi unuturum da, unutmayı bilemem. Aklımın altını açık unutmuşum görmezden gelirken, kim bilir nasıl taşmıştır şimdi, görmeye gözlü, duymaya kulaklı, ona sorsan hep haklı kafatasımdan. Kaç kişi kaldı yerle gök arasındakini sorgusuz kurgularından arındıran? 
 
Sakinlerini tanımadığım bir apartman, bileti kesilmemiş bir sürü kompartıman. Ardını aramadan önce gardını indir. Bilip bilmediğini bilmediğin sen, senin esirindir. Tesiri büyükçe esirin, ben göresiye dek. Gördüklerim de anca anlamadıklarıma denk. Yakılacak ağıt gibiyim bu iskeletli et pazarında. Yakılacak kağıt gibi, kalemlerin nazarında. Bu kağıda yazan kalem mi? Kafamın içindeki alem mi?
O alem ki ben miyim, yoksa elalem mi? 
 
Ben bana kendim için lazımım. O kadar otomatiğim ki kendimi görmem için aradan çekilmem gerek. ''Neredeyim''den ''Neremdeyim''e evrilen tek noktalı kancalarım var. Sıra sıra devrilen ben zannettiklerim... Yüzümü yüzüme çevirmeliyim. Sahtelerini gerçek etmiş, sahnelerini mercek edemeyenler. İlk dersi kaçıranların çıkaracağı son ders yakalamakmış hayatı. Batan gemilerim değil çıkan denizlerim. Bodrumumda yatan eğrileri yine ben izlerim, solayazarken benizlerim. Kağıdın harcına derdi katan kalemden izlerim. Sapa yollara sapa sapa bir hal oldu arbedemin terazisi. Şimdi söylesin biri ne kadar beride iradenin şirazesi?
 
İçinden gelmeyen dışından gelir kimi zaman. İş işten geçmeden, kimi hırpalamamış ki zaman? Son açışım içimin biçimini. Son kaçışım biçimsiz içimden. Geçimimi sağlayıp kendimi sollamışım. Seçimime ağlayıp kendimi kollamışım. Allamış, pullamış, yollamışım yolamadıklarımı kafamdan. Kaçırdığım akılların açık görüşlerinde kaşıklamışım, benli anların dibini. Kaşıklarım bitmesin ki sıyırayım akılları.
 
 
Toplam blog
: 19
: 74
Kayıt tarihi
: 02.01.19
 
 

Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce İktisat 3.sınıf öğrencisiyim. Düşünce yazıları ve edebi yazılar ..