- Kategori
- Güncel
DR. Lütfi Kırdar eceliyle mi öldü?

DR. LÜTFİ KIRDAR, ECELİYLE Mİ ÖLDÜ ? Sık sık duyuyoruz başlıkta geçen ismi: Radyolardan, televizyonlardan… Özelikle de İstanbul’da kapalı spor salonlarında yapılan voleybol, basketbol gibi maçlarda, güreş türü, boks türü yarışmalarda…
Çoğu zaman da ulusal ya da uluslararası kongrelerde…
“Lütfi Kırdar Spor ve Sergi Sarayı” dendiği gibi, kimi gazetelerde “Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı” diye de geçiyor. Nitekim, geçen haftalarda, 50 milyon TL. değerinde sanat eseri sergilenmiş bu sarayda. Bu yıl, 24 Kasım’da önizlemesi gerçekleştirilen sergiyi ilk gün 5800 kişi gezmiş ve 4 gün-de, sergilenen eserlerin yüzde 59’u satılmış ki, dünyaca ekonomik kriz yaşanan bir dönemde, inanılmaz bir başarı bu!
Sözgelişi, Ahmet Güneştekin’in “Çağ Tufanı” adlı eseri 1, 5 milyon TL’ye satılmış.Sanatçının “Güneşe Açılan Kapılar” adlı 3, 5 milyon TL. değerindeki eseri henüz satılmamış; düşünür-seniz, acele edin biraz!
Sanat ve ekonomi konularını uzmanlarına bırakayım da, bilmediğim alanlarda at oynat-maya kalkıp gülünç duruma düşmeyeyim. Ben şunu soracaktım size:
-Kimdir; bu Lütfi Kırdar? Böylesine önemli bir yapıya adı verildiğine göre, bunu hak etmiş biri olmalı herhalde. İyi de, kimdir? Sanatçı mıdır, sporcu mudur?.. Yazar mıdır, şair midir?.. Şehit midir, kahraman mıdır, gazi midir? Güzel işler yapmış bir bürokrat, bir politikacı mıdır yoksa?.. En az sizin kadar ben de merak edip araştırıp öğrendim; Lütfi Kırdar’ın kim olduğunu. “Bilgisini kendisine saklayıp başkasıyla paylaşmayan namerttir.” deyip aldım kalemi elime: Dr. Lütfi Kırdar, 1887’de Kerkük’te doğmuş. Bildiğiniz gibi, o yıllarda yalnız Kerkük, Musul, yalnız Halep, Şam değil, bütün Irak, bütün Suriye Osmanlı İmparatorluğuna bağlıdır. İlk ve orta öğrenimini Kerkük’te tamamlayan küçük Lütfi, liseyi Bağdat’ta okur. Ve İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği yıl (1908) İstanbul’a gelerek Tıp Fakültesi’ne kaydolur. Dört yıl sonra Balkan Savaşı başlayınca, öğrenimini yarım bırakıp gönüllü olarak as- ker olup savaşa katılır. Savaştan sonra tekrar okuluna döner ve 1913’te İstanbul Tıp Fakül-tesi’nden mezun olur. Necef Belediye Tabibi olarak işe başlar ama kısa süre sonra I. Dünya Savaşı patlak ve-rince tekrar orduya katılır. Erzurum Kongresi toplandığı sırada Kızılay Sağlık Kurulu Başkanı olarak yine ordu emrindedir. İstiklal Savaşı’nın her safhasında canla başla görev yapar. Bu hizmetlerine karşılık TBMM “İstiklal Madalyası” verir Dr. Lütfi Kırdar’a. Savaştan sonra Viyana ve Münih’te göz hastalıkları ihtisası yapar. 1924’te yurda döner, İzmir Sağlık Müdürlüğü’ne atanır. 1935’te Kütahya Milletvekili seçilir. 1938’de İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı’na atanır. (O yıllarda Valiler aynı zamanda Belediye Başkanlığı ve CHP İl başkanlığı Görevini de birlikte yürütürler.) Bu görevi tam 12 yıl sürer. Bugün O’nun adıyla anılan İstanbul Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı, ayrıca Açık Hava Tiyatrosu, İnönü(Dolmabahçe) Stadyumu, Taksim Meydanı, Taksim Gezisi ve Atatürk Bulvarı O’nun görev yaptığı yıllarda yapılır.
1949’da İstanbul Valiliğinden alınıp Stokholm Büyükelçiliği’ne atanır ama aynı yılın Ara-lık ayında yapılan ara seçimde CHP’den Manisa Milletvekili seçilirse de 14 Mayıs 1950 günü yapılan milletvekili seçimini kaybeder. 1954’te DP listesinden İstanbul Bağımsız Milletvekili seçilerek yine Meclis’e girer. 1957’de yeniden seçilir ve kurulan yeni hükümette Sağlık Bakanı olarak görev alır. Bu görevi aralıksız olarak üç yıl devam eder. Ancak 27 Mayıs 1960 günü yapılan askerî darbe sonucu bütün kabine arkadaşları ve bütün DP milletvekilleriyle birlikte tutuklanır. (Tu-tuklanır deyivermek kolay!..
Gelin, bu işlerin nasıl yapıldığına bir göz atalım.) Bakanlar, milletvekilleri, Ankara’daki Harp Okulu’na (Harbiye) getirildiklerinde, okula girişteki yolun iki yanı asker ve subaylarla doludur. Her gelen “Bakan” ya da milletvekilinin adı söylenince hakaretler ve küfürlerle yumruklar sallanır. Sözgelişi Adalet Bakanı Celal Yardımcı, Gülhane’de doktor olan Binbaşı kardeşiyle birlikte gelmesine rağmen, bir yarbay, kravatından öyle bir çeker, sağlı sollu öyle bir girişir ki, bir binbaşı zor kurtarır elinden. Burada 17 gün kaldıktan sonra bir akşam uçakla İstanbul’a götürülürler. Yeşilköy Ha-vaalanı’na gelince, her “Bakan”ı isminin önüne birkaç hakaret sözcüğü ekleyerek çağırıp in-dirirler. Sözgelişi, 10 yıl Bakanlık yapmış bir insana: “Fatih Rüştü!.. Yüzde 10… Haydi, in ba-kalım.” derler. Maliye Bakanı Hasan Polatkan inince, bir çelme takıp düşürerek vurmaya başlarlar.
Durumu görüp inmekte geciken Celal Yardımcı’ya bir subay: “Hadi ulan! Ne duruyorsun, insene!” diye hitap etmekte sakınca görmez. Ve iner inmez “ödül olarak” öyle bir yumruk yer ki!.. Önde, yılların Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Adalet Bakanı Celal Yardımcı ve onların arkasında Sağlık Bakanı Dr. Lütfi Kırdar sağdan soldan gelen tekme ve yumruklardan korunmaya çalışarak koşarlar. O sırada 73 yaşında olan Dr. L. Kırdar, kendisinden daha genç olan Bakan arkadaşları kadar çevik olamadığından tekme ve yumruklardan bol bol nasibini alır. Birkaç kez yere yuvar-lanır. Sonunda perişan bir halde cankurtaran (ambulans) arabasına yetişir o da. Önce bir vapura götürülür. Bir kurmay binbaşı vapura binen herkese hakaret etmeye, küfürler savurmaya başlar. Ancak bir deniz yarbayı: “Burası benim yetkimdedir. Sen karışma!” diyerek defeder o subayı.
Ve böylece Yassıada’ya çıkarlar. Orada dörder kişilik hücrelere konurlar. Pencereler tel örgülerle kapatılmış, camlar denizi görmeyecek şekilde boyatılmıştır. Kapıda, pencere önünde ve karşı kulede çifte nöbetçiler… Ve kapı, pencere açılmadan, hiçbir yere çıkmadan, insan yüzü görmeden 90 gün kalırlar bu hücrede. Dr. Lütfi Kırdar, 1960’ın Haziran ortalarında geldiği Yassıada’daki bu güç koşullara 8 ay dayanabilir ancak. 17 Şubat 1961 günü geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.
İstiklal Savaşı sırasındaki hizmetlerinden dolayı TBMM’nin layık görüp verdiği İstiklal Madalyası, 27 Mayıs 1960 günü olduğu gibi, Yassıada’da da hiçbir işine yaramaz.
Ne Yassıada Yüksek Adalet Divanı Savcısı Ömer Altay Egesel dikkate alır onu, ne mahkeme Başkanı Salim Başol, ne de Yassıada Komutanı Yarbay Tarık Güryay… Öyle ya canım, “İstiklal Madalyası” dediğiniz şey nedir ki!..
Kaç gündür şu soru takılıyor aklıma: “Dr. Lütfi Kırdar, eceliyle ölmüş bir insan mıdır?”