Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '13

 
Kategori
Özel Günler
 

Dünya Öykü Günü ve Sevgililer Günü, el ele gönül gönüle

Edebiyat, sanat ve kültür etkinliklerinin aktif olarak devam ettiği şehirlerden birisi Başkent Ankara. Ne mutlu ki edebiyat ve sanat dünyasında oldukça büyük bir yelpazeye sahip. Onlarca sanatseveri barındırıyor bağrında. Ülkemizin kültürel dokusunu kucaklayarak varsıllaşmasına ön ayak oluyor.

Edebiyat doğası gereği edebi ilişkileri ve toplulukları kendine çekiyor. Bilindiği üzere; 14 Şubat Dünya Öykü Günü. Aynı zamanda da Sevgililer Günü. Bu iki özel günün aynı tarihe denk gelmesi ne kadar da güzel! Ne der Sait Faik” Bir insanı sevmekle başlar her şey.” Sevmek, işte asıl olan budur. Sevmek anneyi, babayı, çocuğu, eşi, vatanı, çiçeği, böceği, okumayı, yazmayı, şiiri, öyküyü, insanı.

İnsan nefes aldığı sürece nice öykülere ev sahipliği yapar yüreğinde. Öyküleriyle uzanır geçmişten geleceğe. Yaşadığı her an bir öyküdür belki de. Kaç milyar kişi nefes alıyorsa yeryüzünde hepsinin bambaşka bir öyküsü vardır. Her insan hayattır çünkü. Ve her öykü farklı bir insan.

Yeryüzündeki insanları birbirine yaklaştıran önemli unsurlardan biridir öyküler. Bazen hiç beklemediğiniz bir anda, parkta bir bankta otururken gelip yanınıza oturuverir biri ya da toplu taşım araçlarında ve anlatmaya başlar hayat hikâyesini. An olur okuduğumuz bir öyküde kendimizi buluveririz. İşte deriz, işte, beni anlatıyor. Benim yaşadığım da tam olarak buydu. O zaman anlarız ki benzeri olayları veyahut birbirine benzemeyen olayları değişik coğrafyalardaki pek çok kişi yaşıyor. Asıl olan nokta, dünya görüşü açısından yaşanan öykülerin anlaşılabilirliği ve aktarılabilirliğidir. Dünya barışına, kültürlerarası ahenge, farklı mozaiklerdeki paylaşımlara yer vermesidir.

Dünya üzerinde yaşayan insanlara dünü ve bugünü hatta gelecek günleri aktaracak, tarihe tanıklık edecek öyküler dile gelerek 14 Şubat tarihinde Dünya’nın dört bir yanında “Dünya Öykü Günü” olarak da kutlanıyor. Bilindiği gibi öykü anlardan oluşur aynı hayatımız gibi. Bir önceki an bir sonrakine benzemez. An, gelip geçer ama öykü kalıcıdır, aynı sevginin kalıcı olduğu gibi. Belki de Sevgililer Günü’nün de aynı tarihte kutlanması bu yüzdendir. “Öykü” de “sevgi” gibi paylaşılır ve güzel olan yanı budur. Paylaşıldıkça yayılır dalga dalga yüreklere.

Dünya Öykü Günü, yazarlarla okurları, okurlarla öyküleri buluşturarak sesini daha çok duyurabilmenin mutluluğunu yaşıyor hiç şüphesiz ki bu özel günde. İnsanların kendilerini anlatabilmek için seçtikleri dilin nasıl da yaratıcılığa dönüştüğüne ve sevginin dilinin ulaşılmaz olduğuna, girdiği kalpte nasıl olup da mucizeler yaratabildiğine bir kez daha tanıklık ediyor.

Dünya Öykü Günü, yurdun ve Dünya’nın pek çok yerinde yüklendiği misyona yönelik olarak öykünün genel durumunun gündeme getirileceği paneller ve konferanslarla şenlenecek. Zaman zaman öyküler okunacak yeri gelecek öyküler ve onların anlattıkları tartışılacak, zor ve meydan okuyan bir tür olarak öykünün edebiyat dünyasındaki yeri irdelenecek, diğer kültürlerdeki konumu konuşulacak.

İnsan gelenekleri olan bir varlıktır. Kökleri, ataları, yurdu, toprağı vardır. Geçmiş ile gelecek arasındaki bağların sağlam kurulup kurulmadığı önemlidir. Hayatın da öykünün de merkezinde insan vardır. Tabiatıyla öykü, yaşamdan beslenerek içerdiği yaşam gücünü okuruna yansıtmaya devam edecek zaman içinde de. Yeter ki biz öykülere sahip çıkalım.

"Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya." der ya Gülten Akın. İşte sizler de durun ve görün ince şeyleri. Ben de diyorum ki görmekle de kalmayıp anlamaya, özümsemeye çalışın öykünün olağanüstü örgüsünü ve insanın yüreğinde bıraktığı derin izleri.

Bir öykücü olarak ben de, bu özel gün için kısa bir öykümü paylaşmak istiyorum sizlerle.
OCAK SÖNDÜ
Albüm sayfalarının arasında bulduğum bir fotoğrafa bakıyorum saatlerdir. Siyah beyaz, soluk bir kare fakat sıcacık. Yüreklerimizin derinliklerinden taşıp gelmiş yüzümüzdeki gülümseme. O kadar belli ki mutluluğumuz. Annem, babam ve ben. Minicik elimle çenesine dokunmuşum babacığımın. Bir yaşında bile değilim henüz.

Aile. Kulağa ne hoş geliyor kendi küçük, içi büyük bu tek kelime.

Zamanların birinde üç kişiydik baba ocağında. Sonra dört, derken beş kişi oluverdik. Şenlendi hanemiz.

Yıllar eskidi. Yenileri geldi yerine. Güneş yeniden, yeniden doğdu ve karanlık tekrar, tekrar çöktü yıldızların ışıltısına inat.

Bir gün söndü ocağımız. Külleri ateşten top olup yüreğimizi dağladı. İstemese de bırakıp bizi gitmek zorunda kaldı babacığım amansız bir hastalığın pençesine yakalanıp.

Ve şimdi… Dört kişi kaldık gerçeğin üşüttüğü yokluğun acısıyla.

Zaman, o an durdu bizim için.

Artık…

Kına yakılmış gibi yol yol parlar ellerimde boşluğun geri dönüşü olmayan izleri. Beyaz bir ata benzer, çiğner, ezer, geçer düşüncelerimin kıvrımlarından salına salına ölüm.

03.12.2010

*Bu öyküm Öykü Teknesi Dergisi’nin eki Filika’da Ocak-Şubat 2011 sayısında yayınlanmıştır. Sayı: 19 / sy: 39

03.01.2012
SİBEL UNUR ÖZDEMİR

 

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..