Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Düşün içindeki düş, Poe!

Düşün içindeki düş, Poe!
 

O öykülerini, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adadı;karanlık dünyanın ortasında kurtuluşu sıra dışı düşlerinde buldu ve yokluğunda bile kendi üslubunu yazdı:Edgar Allan Poe(1809-49).

Kendini yalnızca bir şair olarak görse de;Poe gotik öyküleriyle, bazı eleştirmenlere göre gerilim, polisiye ve bilim kurgu türlerinin öncüsü olarak kabul edildi ya da ABD’nin ilk büyük yazarı ya da Romantizmin temsilcisi.Ona tek bir etiket biçmek zor işte.

O hep kendini anlattı, bazen olmak istediği adamdı, bazen de olmaktan korktuğu bir deli.

Düşerken zirveye doğru tırmananlardandı çünkü alkolik ve eroinmandı ve ancak ölme hakkını kullandığı zaman anlaşıldı değeri.

Okuyucularına “rüya içinde rüya” sunan Poe’nun en sevdiğim öyküsü “The Oval Portrait/Oval Portre”’dir ve sözcüklere yüklediği benzersiz anlamlarla, metaforlar ve sıra dışı kurgusuyla aslında o başka şeyler anlatır;içimizdeki hayaletleri uyandırır, ölüleri diriltir, toplumu yargılar, kadınları anlar.Fakat unutmayalım karanlık bir yüzyıldayız.

Öykü kısaca kendi isteğiyle ressam kocası tarafından oval bir portre içine çerçevelenmiş, hapsedilmiş bir kadına, yabancı bir erkek tarafından uyulan hayranlığı betimliyor.Ölümdeki yaşamı, mükemmelliğin ölümsüz güzelliğini, sanatın nasıl bizi kandırdığını görüyoruz.Ama hayat kısayken, uzundu sanat, ”Vita braua, ars longa”

Satırların arasını okumak gerekirse;hikayenin adı bile kimliğini değiştiriverir.Ovaldir portre, bir yumurta kadar, evrenin ta kendisi, yaşamın başlangıç noktası.Ve sanat vampir gibi emer, sadece bir sanat objesi olarak görülen kadını.19.yy kadınlara verilen değeri kanıtlar bir kez daha, hem de bir erkeğin sözcükleriyle.Toplum onları obje olarak görür ve kendi ölümsüzlükleriyle takas eder onların yaşamını, sanat sanat içindir ve ölüm için artık.

Belki de;“bir düşün içinde bir düştü/bütün gördüğümüz ve göründüğümüz”, bir öyküyü okurken bile.Ve “Annabel Lee”, onun şaheserlerinden biri yalnızca.

uzun yıllar önceydi
deniz kıyısındaki bir krallıkta
belki bilirsiniz, bir kız yaşardı
annabel lee adıyla
ve bu kızoğlankız hiçbir şey düşünmezdi
bence sevilmek ve beni sevmekten başka.

o da ben de çocuktuk
bu krallıkta deniz kıyısındaki
ama aşktan da öte bir aşkla sevdik ben ve annabel lee
öyle bir aşk ki kanatlı serhapları göklerin
kıskanmıştı onu ve beni

ve bu yüzden uzun zaman önce
bu krallıkta deniz kıyısındaki
bir rüzgar esti bir buluttan, üşüterek
güzel annabel lee'mi,
öyle ki soylu yakınları geldi bu yüzden
ve alıp götürdüler onu benden
bir mezara kapatmaya
bu krallıkta deniz kıyısındaki

melekler yarımız kadar mutlu olmayan gökte
kıskanıp durdu onu ve beni
evet neden buydu
bu deniz kıyısındaki krallıkta herkesin bildiği gibi.
ki o rüzgar esti buluttan geceleyin
üşüten ve öldüren annabel lee'mi

ama çok daha güçlüydü aşkımız aşklarından
bizden daha büyük olanların
bizden daha bilge olanların
ve ne melekler yukarıdaki göklerde
ne de şeytanlar altında denizin
ayırabilir ruhumu ruhundan
güzel annabel lee'nin

çünkü ay doğmaz asla hayalini getirmeden
güzel annabel lee'nin
ve yıldızlar çıkmazlar ama parlak gözlerini hissederim ben
güzel annabel lee'nin

ve böylece uzanırım yanısıra bütün gece vakti
sevgilimin-sevgilim-hayatım ve gelinim

o deniz kıyısındaki mezarda
onun mezarında, uğuldayan denizin kıyısındaki.

 
Toplam blog
: 39
: 1464
Kayıt tarihi
: 24.06.07
 
 

19 yaşında İstanbul Üniversitesi'nde amerikan edebiyatı öğrencisiyim. Hobilerim: okumak, yazmak, fil..