- Kategori
- Dilbilim
Düşünmeyi öğretmek / öğrenmek

Yazar dostlarım: Nuray Gökaksamaz, M.Tanju Akerman
" Düşünmeyi öğretmek , kavramları öğretmekle başlar. Kavramları öğrettiğiniz kimsenin onları üst üste koyarak beğendiğiniz düşünce yapısını kurmasını isteyemezsiniz. Biçimlendirilmiş tahta parçalarını önüne koyarak yapıcı zekasını geliştirmek istediğiniz küçük çocuğun ille de belli bir yapı kalıbına uymasını istemek olur bu. Sonunda çocuk isteneni öğrenir ama, tahta parçalarıyla kendi kendine oynayarak kazanabileceği yetenekleri kazanmamıştır.
Düşünmek, bütün beceriler gibi, öğretilebilen, öğrenilebilen, geliştirilebilen bir yetenek.
Genç insanlarımıza eğitim verir görünürken, aslında kendi kalıplarımıza göre düşünmeyi öğretmek, yalnız onlar için değil, bütün toplum için de zararlı bir tutum. Kendi kendini tekrarlamanın, kısırlık içinde yüzüp durmanın en kolay yolu bu. Hele, işin başlangıcında, daha birtakım temel kavramları verirken, onlara kendi değer yargılarımızı da yüklersek, belki çok uslu bir kuşak yaratabiliriz. Ya da farkında olmadan, saldırganlığa itebiliriz; kendi değerlerimize göre yetiştirdiğimiz gençler, kurulu düzeni savunmak için en etkili silah olarak görünebilir bize. Ama, düşünmeyi öğrenmeden yetişen genç, günü gelir, öğretilenlerin dışında kalan yeni durumlar karşısında şaşkınlaşır, kendi yerini bilemez ve rüzgârlar önünde savrulur durur. "
Mümtaz Soysal
Düşünme, tek yönlü, yalınkat bir eylem değildir. Bir eylemler bütünüdür.Değişik aşamalarda gerçekleşen birkaç eylemin oluşturduğu karışık bir süreçtir düşünme.Bu karmaşık süreç içinde aşamalı olarak şu eylemlere başvurulur:
1.Seçme / Sıralama
2.Ayırma / Sınıflama
3.Karşılaştırma / İlişki Kurma
4.Uslamlama / Yargıya Varma
Düşünme kavramını gerçekleştirmede sıralamaya çalıştığımız “seçme, ayırma, karşılaştırma, uslamlama” süreçleri birbirine bağlı olarak işlerlik kazanmakta, bizleri doğru düşünmeye ulaştırmaktadır.
Kişi, ancak anadilinin kendisine benimsettiği düşünme düzeni içinde verimli düşünebilir. Çünkü, kişi ancak kökleri bilinç altına varan anadili sözlerinin aydınlığında nesneleri, kavramları açık seçik görebilir; ancak bu ortamda duruluğa erebilir.
Bizim anadilimiz Türkçedir. Biz birey olarak da, ulus olarak da Türkçeyle onun kavramlarını belirtme, yargıları bildirme arasındaki bağı çok iyi kavramak ve bunu sözümüzde, yazımızda yaşamak durumundayız. Çünkü açık seçik düşünmek, düşünceyi yaratıcı kılmak; kısaca dil içinde kendini var etmek buna bağlıdır.
İsmet Zeki Eyüboğlu’nun dediği gibi: “ Bizim dil konusundaki başarısızlığımız, kavramlarla dil arasındaki kopmaz bağı göz önünde tutmayışımızdan ileri geliyor. Dili, kavramlardan ayrı bir varlıkmış gibi düşünüyoruz. Dil bir yanda, kavram bir yanda kalıyor.”
Ferdinand De Sausure de “ Dil kağıdın bir yüzü düşünce diğer yüzüdür.” diyor.
Dağlarca," Hangi dille yazıyorsan o dile aitsin.” diyor.
Yazarlarımızın, ozanlarımızın kaygıları dilin toplumla ilişkisini gösteriyor.Toplumumuzun ulusal kimliği yüz yılı bulmadı.Bu kimliğiyi de başarıyla tamamlayamadık.
Atatürk’le başlayan ulusal dil kaygısı tüm toplumumuzu kucaklayamadı.Bunu başarmak, Türkçeyi ulusal kimliğimizin temel taşı bellemek dil bilincimizin gereği olacaktır.Çünkü dil bilinci toplumsal ve siyasal bir olgudur.
Uluslaşma sürecimiz tamamlandığında ortak dilimiz Türkçe tüm toplumumuzu kucaklayacak sanayi toplumu olma yolunda da dilimiz gelişecektir. Bu Atatürk’ün bizlere vermiş olduğu bir görev olarak duruyor.
Türkiye’de yaşamaktan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı olmaktan onur duyan biri olarak ülkemizin üniter yapısını, ulusumuzun dirliği ve birliğini savunmak, yaşatmak her yurttaşın görevidir diye düşünüyorum. Bu da Türkçe bilincinin toplumsallaşmasıyla başarılacaktır.
Türkçe tek başına toplumsal dayanakları olmayan bir uğraş alanı değil.Toplumumuzun sorunları çözüldüğü, toplumumuz geliştiği oranda dilimiz de ulusal kimliğine kavuşacak, doğru düşünme gerçekleşecektir
Türkçe
Tutuşur
Karamanoğlu Mehmet Bey
Sokak meydan kent
Yol alır düşler
Durulur gün
Sözcük tümce
Ulusdilim Atatürkçe