- Kategori
- Dostluk
Efendim, fasulyeden ağabeylik olur mu?
Olmaz tabi... İnsan, başı dara düştümü yardım etmeli kardeşine, dostuna... Yıllarca boşuna mı konuşulmuştu iyi dostluk, kardeşlik öyküleri birliktelikte...
Boşuna mı çalınmıştı tarhanaya kaşıklar! Boşuna mı yakılmıştı mangalda pirzola, kanat, ızgara balık için ateşler...
Boşuna mı kafa patlattık! Nasıl yaparız bunca işleri diye paralı parasız. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için değilmiydi yeminimiz?..
Hani birde elimiz yanarak közden alıp paylaştığımız, çörek gibi kokan yarısı yanmış patatesler vardı!.. Tespih taşı gibi dizilmiş, ışıldayan yıldızların altında... Kendini ayaza çekmiş gecenin soğuğunda; burnumuzu çekerek mangalda yaktığımız elma ağaçlarının çıtırtısı, bizi memleketimizde yaktığımız kuru meşenin yanarken çıkardığı sese doğru sürüklemezmiydi?..
Demez miydin? Köy fırınında rahmetli annem çok güzel yemekler yapardı. Ne baklavalar açardı, ne etli mantılar, kaşarlı pide, hamsili pilav, hamsili sarma, hele bir su böreği yapardı ki... Sofralarımız gülüş cümbüş bayram yeri gibi olurdu.
Çok şakacıydı benim annem. Gülmekten kırar geçirirdi hepimizi.
Önce çocuklar uçtu yuvadan, sonra diğerleri... Evimiz nasıl da kalabalıktı önceleri... Annem, kardeşlerim, babam... Kocaman bir aileydik biz; eş dost akraba ahali... Anlaşmazlıklar olmaz mıydı? Olurdu elbet. Kardeşlerimle hiç anlaşamazdık. Birbirimizle sürekli kavga ederdik. Ama yinede bağlıydık birbirimize... Hiç kin tutmazdık. Birden kızar, köpürür; saman alevi gibi geçerdi öfkemiz...
Ahhh ah! Şimdi her birimiz ayrı yerlerde yeni dostlar, yeni kardeşler edindik. Sen; “benim kardeşimsin“ demez miydin bana?..
Mangalda pişirdiğimiz lüferi, levreği vs afiyetle götürürken; tarihe mal olmuş memleketinin kaptanlarını hatırlar ve bana bazılarından; Saraçoğlu Hacı Hasan Kaptanı, Ekmekçioğlu Armatör Hacı Mehmet Kaptanı, Abbas Kaptanı ve serdümeni; düğün bayram ve davetlerde tatlı börek açmak ve yemek yapmakla ün yapmış meşhur Fişek Emine'nin kocası, Mustafa Cinbaşoğlu kaptanın, Abbas kaptanla birlikte Cezayir ve Tunus'a varıp boşalttıkları gaz yüklerinin yerine başka yükler alarak gelirken Akdeniz Libya açıklarında yakalandıkları bir fırtına sonucu, gemilerinin ortadan bölünerek battığını, içlerinde yalnızca Nasri Balcı'nın Libyalı Araplar tarafından kurtarılarak memleketlerine gönderildiğini ve bu kaza haberini böylece herkesin öğrendiğini anlatıyordun. Gözlerin dolu dolu, sanki bu maceraları kendin yaşamış gibi yüreğin heyecanla çırpıyordu.
Bu arada çayımız, kahvemiz gelirdi dışarı ayağımıza... Çocuklar kıvrılıverirdi yanımıza!.. Bizim gibi değildi onlar, muhabbet güzel olsada dayanamazlardı soğuğa...
İçeriye giderlerken bize de “hadi gelin üşüyeceksiniz orada“ bizde “yok üşümeyiz burada ateş var“ derdik. Fasılalı şekilde bir önümüzü bir arkamızı ateşe dönerdik. Bizi ısıtan ateş miydi? Yoksa aramızdaki sıkı fıkı olmuş dostluğumuz, sevgimiz, paylaşmaya çalıştığımız, özlediğimiz, anılarımız mıydı? Beraber gülüp, beraber ağlamaz mıydık anlatılan hikâyelere!
Fi tarihinde, bu villanın olduğu yerdeki gece kondunun bahçesinde de biz seninle omuz omuza beraber mücadelemizi sürdürür acı soğana yumruğu basar şimdiki gibi paslanmaz olmayan tel ızgara ile pişirdiğimiz balıkları korkusuzca yerdik...
Yerden ısıtma sistemide neymiş?.. Biz topladığımız elma ağacı dal kurularıyla ısınırdık o zamanlar... Unutmadın değilmi?
Şimdiki gibi tam otomatik olmayan bahçe kapısını, akşam evimize dönerken birlikte tellerle bağlardık beton direğe düşmesin diye... Birlikte beller, birlikte sulardık koca bahçeyi; hasat sonunda birlikte toplardık sırıklardan patlıcanı, biberi, domatesi, fasulyeyi...
Üçün beşin ne önemi vardı, paylaşmaz mıydık her bir işi, aşı aramızda nasıl olsa.
Her şey yolunda olunca dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği yaşamak ne güzel.
Hayat sekte vurmaya görsün insana, bir yerde!
Yavaş, yavaş ağırlığını hissettirmeye başlayınca sıkıntılar; çizilen portrede gülücükler, gönüllerde derin izler, yüzümüzde şaşkın ifadeler kalır...
Küçük jestlerin karşılığı büyük olmalı, şanına klâsına yakışır olmalı...
“Allahım, önce ona; sonra bana ver!“ diye ederdik dualarımızı...
Çok şükür, benim dualarım kabul oldu!
Ağır ağır sınırlarımızı çizmeye başladık.
Adımlarını hızlı atıyor ister istemez insan...
Alınca rüzgârın esintisini arkasına, farkında değil olup bitenden azizim...
Hızla giderken yolun sonuna...
Ee ne demiş atalarımız:
“Abdalın dostluğu köy görününceye kadar!..“
Herkes haddini bilmeli, ben köyüme dönüyorum artık, , rehberlik işi bitti!
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunar; dostluklarımızın ve dostlarımızın daim olması dileğiyle... Hoşça kalın sevgili blog dostlarım.
Foto: M.Talip Girgin