- Kategori
- Anılar
Eğitimin önemi ve bir anı
Blog arkadaşım Firuzan Kök bir mail göndermiş. Belki diğer arkadaşlarıma da gelmiştir. Rahmetli Üzeyir Garih’e ait bir öykü. Özetleyerek aktarıyorum
<ı>1951 yılında İTÜ Makine Fakültesinden Yüksek Mühendis olarak mezun olduğumuzda; iki arkadaş bunu kutlamak için, Moda’da deniz banyosu yapmak ve kendimize bir ziyafet çekmek istedik. Ama fazla paramız yoktu.ı>
<ı>Arkadaşım önce Leventte o gün için yepyeni bir olay olan uydu kent villalarını gezmeyi teklif etti.ı>
<ı>Oraya vardığımızda bir amele ile villa sahiplerinden birinin tartışmalarına tanık olduk. Merakla yaklaştığımızda; Villa sahibi bize “Temizlenecek bir havuz var. 1-2 saatlik işe tam yevmiye verdiğim halde yapmıyor “ şeklinde dert yandı. ı>
<ı>Arkadaşımla aynı şeyi düşünmüş gibi bakıştık ve villa sahibine o işi yapabileceğimizi söyledik.ı>
<ı>Amele de “ Bu iş gece yarılarına kadar sürer. Ben kahveye gider başka iş bulurum “ diye homurdanarak gitti.ı>
<ı>Yüksek Mühendis diplomalı iki kişi, bir saatte, arzu edilenden çok daha güzel bir şekilde bitirdik o işi.ı>
<ı>Havlu fabrikası sahibi olduğunu sonradan öğrendiğimiz villa sahibi, bizi tanıdıktan sonra; her birimize altışar lira ile birer havlu hediye ve birer gazoz ikram ederek uğurladı bizi.
ı>
Benzer bir hikâyeyi de ben yaşadım.
Aynı yıllar. Yıldız Teknik Okulunun <ı>(ı> <ı>Bu günkü Yıldız Üniversitesi ) ı>son sınıfından, bir profesöre yazdığım açık mektup nedeniyle atıldıktan sonra; pusulasız, yıldızsız, kürekleri kırılmış, talihine darılmış, ummanda yüzen gemi misali, işsiz ve avare olarak, Ankara Ulus Meydanında dolaşırken bir arkadaşıma rastladım.
O diplomasını almış, bir mühendislik bürosunda çalışıyordu. Ben ise işsiz dolaşıyordum. Beraberce bürolarına gittik.
Büronun sahibi benim durumumu öğrendikten sonra iki adres verdi.
Birisi bizim okuldan mezun bir inşaat mühendisinin müteahhitlik bürosu. Diğeri: O zamanlar yol inşaat işleri yapan, sonradan madenci ve Dedeman otellerinin sahibi, Kemal Özdedeoğlu’nun yazıhanesi.
Birinciden eli boş döndüm.
İkinci ye gittiğimde; orta yaşlı babacan ve sevimli bir adamla karşılaştım. Kemal Beymiş.
Kemal Bey yol inşaat işçilerine seyyar köftecilik yapmakla çalıma hayatına başlayan, okuma yazmayı sonradan öğrenmiş Kayseri’li bir iş adamı.
Beni dinledikten sonra mühendisini çağırdı ve “ Sedat bak genç bir arkadaş iş istiyor “ dedi.
Sedat Bey baştan aşağı beni süzdükten sonra;
“ İhtiyacımız yok Kemal Bey ”
“ Canım hani en kesitler var alınacak, çizimler var çizilecek. Yetişemiyorum diyordun. . Al sana genç bir arkadaş. Çalışsın. “
“ Siz bilirsiniz Kemal Bey. “ sonra bana dönerek;
“Yarın gel başla “
Ben o gün ayrılmadım oradan. “ Ücretim ne olacak? Nerede yatıp kalkacağım? “ demeksizin, o gün işe başladım ve ucuz bir otele yerleşip canla, başla çalışmaya koyuldum.
Birkaç gün sonra param bitti. Avans istemek üzere Kemal Beyin kapısını çaldım.
Utana utana “ Biraz avans rica edebilir miyim efendim. “ 10–15 lira bekliyordum. Kemal Bey bana 100 lira çıkarıp verdi. Ve
“ Yeter mi? “ dedi.
Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. “ Yeter efendim çok bile “ diyebildim.
Artık bir daha uğramadım Kemal Beyin yanına.
Ay sonunda ücretler ödenirken; Kemal Bey beni çağırttı.
“ Gel bakalım genç. Sana ne ücret vereceğiz? “ dedi.
Yanında Mühendis Sedat Bey de vardı.
“ Siz bilirsiniz efendim. “
“ 500 lira versek olur mu? “
O zamanlar Ankara Belediyesinde çalışan bir Yüksek Mühendisin maaşı brüt 550 lira idi. Kemal Bey bana net 500 lira önermişti.
İşte bir amele ile eğitimli bir kişi arasındaki fark…
İş iştir küçümsememek lazım
4 Ocak 2009