Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Ekim devrimi ve Edebiyat

Ekim devrimi ve Edebiyat
 

S.Eisenstein'in Ekim 1917 filminin afişi


Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki sorumluluğumuz bu kadar büyük.

Anna Seghers

Dünyanın en barbar ve ilkel yönetimlerinden biri olan Rus Çarlığı, 17 Ekim 1917 tarihinde, Lenin önderliğindeki sosyalist güçler tarafından alaşağı edildi. Çar, ailesi ve imtiyazlı çevrelerin iktidarı yerine, halk iktidara geldi. Tarihin şimdiye kadar gördüğü en büyük devrim sonucu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu. Yeni bir ideoloji olan Sosyalizm, geçmişin yarattığı pısırık, iktidara tapan, kul olmayı bir kader gören insan yerine, yeni ve her anlamda tamamlanmış bir insan ve insanlığın yaratılması için kolları sıvadı. Esasında, bütün emekçilerin içinde yer aldığı bir devrimin, kendi kültürünü yaratmasından doğal bir şey olamazdı. Bu açıdan Ekim Devrimi aynı zamanda bir kültür devrimidir de. Bu kültür devriminin en önemli sacayağından biri de edebiyattır.

Edebiyat nedir? Üretim güçleri ile üreten emekçilerin ilişkileri bir toplumun altyapısını belirler. Bu ilişkinin biçimi de üstyapı dediğimiz hukuk, etik, sanat vb. şeylerdeki hakim ideolojiyi ortaya çıkarır. Bu nedenle edebiyatın içeriğini ve dinamiklerini belirleyen de altyapıdır. Bu da, edebiyatın ideolojik yanını ortaya koyması açısından önemlidir. Doğanın, bireyin ve toplumun gerçekliğinden yola çıkan duygu, biçim ve estetikle yoğrulup, yeniden yaratılmasıdır edebiyat. Oysa kapitalist kültürün yaratmak istediği edebiyat, imtiyazlı sınıfın kültürünü ambalajlamaya çalışan bir pazarlama dünyasından öte bir şey değil.

Bu nedenle, Ekim Devrimi ve devrimle birlikte ortaya çıkan edebiyata yakından bakmakta fayda var.

Ekim Devrimi gerçekleşmeden önce de Rusya coğrafyası üzerinde yaşayan 18. ve 19. yüzyıllardan gelen bir edebiyat vardı. Sonsuz büyüklükteki ovalar, bozkır ve stepler, sert iklimler Rusların hem hümanist hem de gerçeklik duygusu ile hareket etmelerini sağlamıştır. Buna, bölgede çok uzun zamandan beri yaşayan halkların yarattığı kültürü eklersek, bir edebiyatın olmaması imkansızlaşır. Bunun sonucunda Puşkin, Turganiev, Herzen, Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Lermontov gibi edebi anlamda büyük yazarlar yetişmiştir. Çarlığa karşı rahatsız olan bütün akım ve bu akımların yazarları ‘durum tespiti’ yapmalarına ve eleştiri getirmelerine rağmen, yerine ne konulması gerektiği konusunda eksik kalmışlardır yada ketum. Geleceğe dönük net bir perspektiften yoksun olmaları ve kesin bir kopuş sergileyememeleri sonucunda devrimci olmak yerine gözlemleyici olmuşlardır.

Bir coğrafyadaki hareketlilik, toplumsal dönüşümler, devrim gibi sosyal ve siyasal değişim dönemlerinde edebiyat önemli bir rol oynar. Oynanan bu rol, bu dönemle sınırlı kalmaz, bireyin değişimine, dolayısıyla toplumun değişimine ciddi katkı sunar. 13 Kasım 1905 tarihinde, Noveya Zhizn Dergisinin 12. sayısında yer alan Lenin’in ideoloji ve edebiyat üzerine yazdığı yazıda da buna değinir. Edebiyatın toplumsal-gerçekçi ve insanlığa hizmet etmesini savunan Lenin, yazısında: “Burjuva törelerine; kazanç sağlayan, ticari burjuva basınına, burjuva edebi kariyerizme ve bireyciliğe, “aristokratik anarşizme” ve kar peşinde koşmaya karşıt yönde, sosyalist proletarya, parti edebiyatı ilkesini öne sürmeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve elden geldiğince onu tam ve eksiksiz olarak pratiğe geçirmelidir… Sosyalist proletarya açısından edebiyat, bireyler yada topluluklar açısından bir zenginleşme aracı olmamalıdır diyemeyiz sadece; edebiyat proletaryanın genel davasından bağımsız, bir girişim olamaz kesinlikle… Bu edebiyat özgür bir edebiyat olacaktır. Çünkü bu edebiyatın saflarına hep yeni güçler katacak şey, hırs yada kariyerizm değil, sosyalizm fikri ve emekçilere duyulan yakınlık olacaktır… Bu özgür edebiyat insanoğlunun devrimci düşüncesindeki son sözü, sosyalist proletaryanın deneyi ve canlı faaliyetiyle zenginleştirecek, geçmişin deneyi ile günümüzün deneyi arasında sürekli bir karşılıklı etki yaratacaktır.” diyerek , edebiyatın asıl işlevinin ne olması gerektiği konusunda saptamalarda bulunmuş ve on iki yıl sonra doğacak devrimin edebiyatının nasıl olması gerektiğinin de ciddi ipuçlarını vermiştir. Devrimin gerçekleştiği 1917 yılından önce, devrim sonrası toplumsal gerçekçilik üzerine önemli eserler verecek olan bir çok yazar RSDİP(Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) saflarında yer almışlardı. Devrim ile birlikte, yeryüzü bambaşka bir edebiyatla tanıştı. K.Marks’a göre Komünizmin en başta gelen özellikleri “İnsanın, insan için insanlığına sahip çıkması”, “toplumsal bir varlık olarak, insan olarak insanın özüne dönmesi, bilinçli ve gerçekçi biçimde daha önceki gelişimin tüm zenginliklerini değerlendirmesidir” yani maddi ve manevi üretim ayrıcalıklı bir sınıfa değil, toplumun tüm üyelerine ait olduğu için komünizm, kelimenin tam anlamıyla insana özgü bir toplum demektir ve edebiyatı da buna göre olmalıdır. Bu saptamadan yola çıkan devrim hükümeti ilk işlerden biri olarak bu konuya el attı. Bolşeviklerin safında yer alan, 1905 yılındaki başarısız devrim girişimi sonucu Bolşeviklerle yollarını ayıran, Din ve Sosyalizm kitabı Lenin tarafından sert biçimde eleştirilen V.Lunaçarski’nin devrimden sonra geri dönmesi sonucu kurulan ilk hükümette ‘Eğitim İşleri Halk Komiseri’ olarak SSCB’deki sanat ve kültür hayatının gelişmesinde önemli rol oynaması sağlandı. Sosyalist gerçeklik temelinde bir edebiyat ve sanatın oluşması için ciddi uğraşlar verdi. Elindeki bütün imkanları, ülkede bulunan bütün edebi akımların gelişmesi için adil bir şekilde kullandı. Devrim öncesinin akımlarından olan fütürizm, imgeciler ve akmeizm gibi akımların sosyalist-gerçekçi akımla bir şekilde buluşmasını sağladı. 1949 yılında, Paris’te bilim adamları, yazarlar ve öğrencilerin oluşturduğu bir topluluğun önünde konuşan yazar Aleksandr Fadeev, Sovyet edebiyatının ilk adımlarını şöyle anlatıyordu: “Sovyet edebiyatı nasıl doğdu? Bu edebiyat sizin, benim gibi insanların eseridir. İç savaş bittiğinde, uçsuz bucaksız ülkemizin dört bir yanından koşup geldiğimizde, yollarımızın ayrı olmasına rağmen hayat hikayelerimizin benzerliği karşısında şaşırdık. Sonradan filmi kitabından daha çok ün kazanan Çapayef’in yazarı Furmanov başka bir yol izledi. En gencimiz, belki de en yeteneklimiz Şoholov başka bir yol izledi. Ardı ardına gelen dalgalar halinde, edebiyata daldık. Edebiyata, kendi kişisel deneylerimizi, kendi kişiliğimizi getirdik. Bizi aynı aşk, yeni bir dünyanın, kendi dünyamızın aşkı birleştiriyordu.” Bu öyle bir aşktı ki, cephede gözleri kör olan ve felç geçiren Ostorovski’ye ‘Ve Çeliğe su Verildi’ destanını yazmaktan alıkoymadı. Çarlık döneminde, Çar için şiirler yazmak, oyunlar oynamak, makaleler sıralamak edebiyatın en önemli besin kaynaklarından biriydi. Gorki, Mayakovski, Srafimoviç, Yesenin gibi edebiyatçılar bu tiradların dışında tutabildiler kendilerini, taviz vermediler. Devrim öncesinde, büyük şehirlere sığınmış olan edebiyat hayatı, entelijansiya arsında hüküm süren ideolojik hava, kapitalist ruhun heyecanına, çelişkileri hafifletmek isteği yaratmıştı. Bir çok edebiyatçı bohem bir hayatı kendilerine seçmişti. Devrimle birlikte, Balmont, Bunin(sonradan dönecektir), Kuprin, Zaytsev ile birlikte Bunin gibi daha sonra dönecek olan Tolstoy bozgun bir halde, devrimden ürkerek ülkeden kaçtılar. Ülkenin büyük kentlerindeki içe kapanık burjuva entelijansiyasını meydana getiren çekirdek dağılıverdi. Mayakovski Fütüristlerin gazetesinde: “Dünün yangın yerlerini hangi inanılmaz eserlerle süsleyeceksiniz? Pencerelerinizden, dalga dalga hangi sesler, hangi türküler dökülecek? Ruhlarınızı hangi İncil’e açacaksınız?” sözleriyle geçmişin köhneliği üzerine kalem oynatan edebiyatçılara meydan okuyordu. Ekim Devrimi: dünyayı anlamak değil, değiştirmek istiyordu. Kentlerin yeniden kurulduğu, bozkırların tarıma açıldığı, kollektivist bir hayatın yaratıldığı bir süreçte, edebiyat da kendine yeni bir dil, yeni bir yol bulmak zorundaydı. Gladkov, bu yeniden doğuşun destanını Çimento(1925) ile taçlandırdı. Eskinin edebiyatçıları dünyanın değişeceğine inanmadıkları için kaçtılar yada köşelerine çekildiler. Devrim de; Mayakovski, Şolohov, Gorki, Blok, Ostrovski, Fadeev, Ehrenburg, Arkadi Gaydar, Furmanov, Yesenin, Makarenko ve Gladkov gibi sosyalist-gerçekçilik üzerine edebiyat yapan yazarları yarattı.

Büyük Ekim Devrimini gerçekleştiren ve Lenin’in koyduğu hedefi, komünizmin ortaklaşa kurulmasını benimseyen bu halk, benzeri olmayan bir ekol yarattı; hedefe varabilmek için herkesin çaba harcamasından alınan bir zevk. Bu ekol, insanların yeniden eğitilmesi ve değişmesi ekolüdür. Ekim Devrimi ile ortaya çıkan Sovyet edebiyatının kahramanlarına bakın: Furmanov’un Çapayef’i, Fadeev’in Levinson’u, Ostrovski’nin Kortçagin’i, Polevoy’un Meressiev’i, Fedin’in İzvekov’u… Bunların tamamı, kişisel amaçları toplumsal amaçlarla özdeşleşen, hedefe ulaşma refleksiyle yoğrulmuş karakterlerdir.

Devrim öncesinde, sosyalist saflarda yer alan yazarlara ilaveten, devrimden sonra da bir çok büyük romancı, hikayeci, şair Sovyet halkları içinde çıktı. 2. Paylaşım savaşına kadar çok büyük yapıtlar üretildi. Savaşla birlikte, edebiyat alanında da belli kısıtlamalara gidildi, durağan bir dönemin yaşanmasına neden oldu bu tutum. Savaş sonrasında, yeni bir halk edebiyatı dalgası geldi. Revizyonist Kuruşçev’in iktidara gelmesi ile birlikte, iktidarın bürokratik bir hantallığa bürünmesi, proleter kültürden uzaklaşılması sonucunda, toplumsal-gerçekçiliğe dayan sosyalist edebiyatta da ciddi gerilme oldu. Bu gerilme, çöküşe kadar devam etti.

Diğer halkların edebiyatına katkısı

Ekim Devriminin edebiyatı, Slav dillerinin hükümdarlığı altında doğan ve büyüyün bir edebiyat olmadı. Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’ne bağlı Doğu Bilimleri Enstitüsü yoluyla, Sovyetlerde yaşayan her ulus için yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda bir çok araştırma ve kültür merkezinin kurulması sağlandı. Bu ulusların kendi dilleri ile kültürel-sanatsal alanda tarih sahnesine bir çok ürünü çıkarması gerçekleştirildi. Bir Tacik şair olan Gassem Lahuti 1935 yılında, Paris’te kültürlerin korunması konulu bir kongrede: “Muhammed ve İsa’nın ölüleri dirilttikleri kuşkusuz masal ve efsaneden ibarettir. Ama onlardan söz edilir, üzerlerine masallar, efsaneler düzülürdü. Şairler türküleştirirdi onları. Ekim Devriminin yeniden hayata kavuşturduğu halklar ise gerçek. Ama kimse onlardan söz etmiyor. Bu halkların adları sözlüklerde bile geçmez. Steplerde, tundralarda, dağlarda, vadilerde: Türkmenler, Tacikler, Nenetler, Uygurlar, Kara-Kalpaklar ve irili ufaklı, yerleşik veya göçebe daha pek çok halk, unutulmuş olarak yaşıyordu.” sözleriyle, Çarlık dönemi ve Ekim Devrimi arasındaki kültürel kıyaslamayı dile getiriyordu. Çarlık döneminde, sadece Rusça’nın bir edebiyat dili olarak varlığını sürdürmesinin olanakları yaratılıyordu. Oysa devrimden sonra, nüfusu bir milyonu geçmeyen Dağıstan Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, buradaki okullarda yedi dilde eğitim verilmeye başlanıldı. Kendi dilleri ile okumaları, gazete çıkarmaları, edebiyat yapmaları sağlanıldı. Dilin yazıya geçirilmesi ile birlikte Gamzat Tsadasa, Resul Gamzatov gibi edebiyatçılar ortaya çıktı, eserleri bir çok dile çevrildi. Dünya, Ermeni romancılar Derenik Demirciyan, Stefan Zoryan’ı tanıdı. Kazak, Özbek, Tacik halk şarkılarının şiire ve romana girmesini sağlayan Cambul’dur ve devrimin çocuğudur. Devrim öncesinde, edebiyat alanında hiçbir izi bulunmayan Kırgızca, Cengiz Aytmatov’un hikayeleri ile doğuşunu müjdeler. Bütün kültürleri Ruslaştırmaya çalışan Çarlık Rusya’sına karşı, Sovyet Devrimi bütün halkların kendi kültürlerini, dillerini yaşatması ve geliştirmesi konusunda, halkların kardeşliği temelinde her kolaylığı(olması gereken) sağladı. Bu da, bütün Sovyet coğrafyasında muazzam bir edebiyat damarının ortaya çıkmasına neden oldu. Örneğin devrimden sonraki 15 yıl içinde, Gürcistan’da Gürcü dili ile yazılan ve basılan kitap sayısı, son üçyüz yıllık süreçte aynı dilde yayınlanan eserlerden fazladır. Kaptan Postuna Bürünmüş Şövalye gibi çok değerli kitaplar yazan Şota Rustaveli, bu sürecin yarattığı bir edebiyatçıdır. Dünyada, Osetçe yazılmış ilk romanı da Ekim Devriminin sonrasında görebildi. Çerkez dilinin yarattığı büyük ozan İshak Meşbeşe’de Ekim Devriminin yarattığı kültürle beslenmiş ve kendi dili ile yazdığı şiirlele dünyaya açılmıştır.

Türkiye’de, 21. Yüzyılda ana dilleri Kürtçe olan bir halkın ana dili üzerindeki yasaklar hala sürerken, Leningrad Devlet Üniversitesi bünyesinde kurulan Farsça Kürsüsü bünyesinde, 1931 yılında Kürdoloji alanındaki ilk önemli bilimsel çalışma, Kürt Semineri ile yapıldı. İsak Sukerman ve Qanede Kurdo Kürtçe üzerine bilimsel çalışmalar yaptılar. Üç yıl sonra, 1. Kürdoloji Kongresi düzenlendi. Ermenistan Bilimler Akademisi içinde açılan Doğubilimciler Bölümü ile de Kürtçe üzerine çalışmalara hız verildi. Asıl önemli gelişme, 1959’da Doğubilimleri Enstitüsünün Leningrad Dalı bünyesinde açılan Kürdoloji Bölümü ile oldu. Başka dillerde Kürtçe üzerine yazılan doktora tezlerinin yanında, 19 tanesi de Kürtçe yazıldı. 1921 yılında ise Hakop Gazaryan tarafından hazırlanan Kürtçe alfabe yayınlandı. Ekim Devrimi bütün dillere verdiği önem gibi, Kürtçe’yi de ihmal etmedi.

Devrimin edebiyatçıları-portreler

Şolohov: 1905 yılında, Don Nehrinin havzasında bulunan Rostov’a bağlı küçük bir kasabada dünyaya geldi. İç savaş döneminde, çocuk yaşta Kızıl Ordu’ya katıldı. İlk cildi 1928 yılında basılan ve 1940 yılında dördüncü ciltle sonuçlanan, aynı zamanda en büyük eseri olan ‘Durgun Akardı Don’u yazdı. Diğer önemli eserleri ‘Sürülmüş Topraklar’ ve ‘Bir İnsanın Kaderi’dir. 1965 yılında ise Nobel Edebiyat Ödülünü aldı. 79 yaşındayken, 1984 yılında doğduğu yerde öldü. Şolohov ile ilk tanışıklığım, bir çok okurda olduğu gibi ‘Durgun akardı Don’ ile olmadı. Yıllar önce, tek kanalın olduğu zamanların birinde, televizyondan izlediğim bir film ile oldu. Bir İnsanın Kaderi adlı kitabından sinemaya uyarlanan (film kitapla aynı adı taşımıyordu) filmle birlikte, Şolohov ile tanışıklığım başladı. Faşizme karşı savaşan ve esir düşen, Nazi toplama kamplarında türlü zorbalıklarla karşılaşan, Kızıl Ordu’nun Nazileri yerle bir etmesi sonucu serbet kalıp, köyüne dönen bir askerin hikayesiydi anlatılan. Evine döndüğünde, savaştan önce yaşadığı evinin yerle bir olduğunu, anne ve babasının öldüğünü görür. Tam içindeki umutlar ölmek üzereyken, yol üzerinde kimsesiz bir çocuğu bulur, onu alır ve büyütmeye karar verecek gücü bulur kendinde. Umut hep içimizde canlı kalmalı mesajını verir film. Tabi sonra ‘Durgun Akardı Don’la bu tanılşıklığı pekiştirme şansım oldu. Şolohov bir Kazaktır. Don Kazaklarının hayatını, türkülerini, törelerini, barış dönemlerindeki yaşamlarını anlatır. Ama bunu yaparken çok daha önemli bir şey yapar, Sovyetlerin kaderine ışık tutar. Çünkü Don Kazaklarının, emperyalist savaşa katılmalarını, Ekim Devrimi sürecindeki Kazakların değişimini, devrimden sonraki gelişimini anlatır. Bu hikayen içinde kendisine, savaşın engelleri ve çağın çelişkileri arasında insanlığın gerçeğine, sosyalizme doğru bir yol bulmaya çalışan Melokov’un hikayesi vardır. Bütün anlatılanın özeti şudur aslında:Her şeyi yenen, her şeyin üstesinden gelen hayatın lirik destanı…Bu anlatımıyla Şolohov, toplumcu-gerçekçiliğin en önemli temsilcilerinden biridir dersek, abartı olmaz.

Blok: Ekim Devriminin en büyük şairlerinden biridir Blok. Çok genç yaşta, 1921 yılında öldüğü için, yazmak istediklerini btirimeye zamanı olmadı. Tarihe derinlemesine bağlı bir lirizm vardı şiirlerinde. Sosyal gerçeklikle iç içe geçmiş bir lirizm. Çarlık Rusyasına karşı bir şövalye edasıyla itiraz ediyordu dizeleriyle. Ekim Devrimini coşkuyla karşıladı ve 1918’de en önemli destanı Onikiler şiirini yazdı. Bu şiir, dönüşüm, içsavaş gibi kargaşaların devam ettiği tarihsel süreç içerisinde yazılmış en önemli yapıtlardan biridir. Onikiler şiirinin bir çok dizesi propaganda afişlerinde kullanıldı: “Bütün Burjuvalar kahrolsun diye, evrensel yangını körükleyeceğiz” gibi. Onikiler şiiri, devrimin şarkısı, özü, güzellik tutkusunun türküsü sayılabilir. Blok’un yarım bıraktıklarını Mayakovski tamamlayacaktır.

Mayakovski: Gürcistan’da 1893 yılında, geniş bahçeleri olan bir evde doğdu. 12 yaşlarındayken ressam olmaya karar verdi. Genliğinden itibaren söylediği tek şey ‘Sosyalist bir sanat yapmak istiyorum’ sözleriydi. 1905’de ki başarısızlığın ertesinde yaşanan kaotik ortamda Nov (Ham Toprak) gazetsinde şiirleri yayınlanmaya başladı. Lağımdaki Şairler şiiri ile bir okuyucu kitlesi kazandı. 1915’de yazdığı ‘Size’ adlı şiiri ile büyük çıkış yaptı. Fütürist akımın kurucuları içinde yer aldı. Ardından bütün dünyada tanınmasını sağlayacak, yaratıcılığındaki devrimci temayı ortaya çıkaran ‘Pantolonlu Bulut’u yazdı. Bu şiirden sonra Gorki’yi ziyarete gitti. Mayakovski, Gorki’ye şiirlerini okuduktan sonra, başını kaldırıp Gorki’ye baktığında, büyük yazarın ağladığını gördü. Mayakovski, Ekim Devrimini coşkuyla karşıladı. Pegasusun Ahırı adlı kahvede, başını Sergey Yesenin’in çektiği İmajinistler ile Şairler Kahvesinde Mayakovski önderliğinde fütüristlerin toplanan kalabalığa şiirler okuduğu, devrimin şiirde dile geldiği zamanlardı. Mayakovski için yapılacak en iyi tanım ‘Devrimin, halkının ve tüm halkların ozanı’dır. Devrimci sürecin tamamlanmadığı, Menşeviklerle(karşı devrimciler) iç savaşın devam ettiği günlerde, Mayakovski durmadan çalıştı. Elleri ile afişler çizdi, kendi şiirlerinden sloganlar ekleyerek, afişleri yurdun dört bir yanına yolladı. Bulabildiği tü ortamlarda, devrimci şiirlerini okudu. Devrimin ozanıydı Mayakovski. 150 000 000, Lenin Destanı, Durmadan Toplananlar, İşler Yolunda gibi onlarca şiir, tiyatro oyunları yazdı, afişler hazırladı. Bürokrasiyi eleştirdiği Tahtakurusu ve Hamamlar taşlaması Sovyet tiyatrolarınca defalarca sahnelenmiş bir şairdir. Yurt dışı gezisine çıktı, bir çok ülke vize vermeye korktu, ABD’ye Meksika üzerinden girdi. Gördükleri kendisini şaşırtmadı: “yaşam/burada/ kimisine kaygısızlık/kimineyse/aç/ tekdüze bir çığlıktı. İşsizler/buradan/ Hudson’a/atıyorlardı/ kendilerini baş aşağı” dizleriyle belirtiyordu. Mayakovski’nin şiirinin merkezinde, şairin, insanı ilgilendiren her şeye karşı beslediği acılı duyguyla birlikte, insanın kendisi vardır. Son şiiri Bağıra Bağıra’a nın dizelerinde kanayan bir ruh hali vardı:

İyiyidi sizler için

Döktürmek aşk şarkıları

Hem daha kazançlıydı

Hem daha havalı.

Ama, ben

O sırada,

Boğabilmek için kendi şarkımı

Ayağımı dayamıştım boğazıma.

Bu şiiri okuduktan beş gün sonra, 14 Nisan 1930 tarihinde, 37 yaşında kendi hayatına son noktayı koyar.

Yesenin:Ne zaman Mayakovski üzerine bir şeyler yazsam, mutlaka Yesenin’in adı geçer. Yada Yesenin üzerine yazdığım bir yazının içinde, mutlaka Mayakovski vardır. 21 Eylül1895’de doğdu. Ekim Devrimi gerçekleştiğinde 22 yaşındaydı. Ekim Devriminin şairleri içinde en hüzünlü sesti. Toprağına bağlı, kır yaşamını içinde taşıyarak büyük şehre gelmişti. Bundan dolayı bir çok şiirinde otların, sürülen tarlaların kokusu, uzaklarda kalan çocukluğunu geçti ev derin imgelerle yer bulur. Yesenin’in bir lirik söz kuyumcusu olarak gücü, her şeyden önce sözcüklerin müziğinin yardımıyla, tüm duyguları, insan ruhunun tüm zenginliklerini şaşırtıcı bir açıklıkla, dile getirmesindendir. Yesenin’in bütün şiirlerinde bir hüzün vardır. Bu hüzünden bir güçlülük, doğrudan doğruya ruha işleyen bir huzur hep var. 1921 yılında ‘Ekmeğin Türküsünü’ yazar. 1924’de devrimcilerin zaferlerinin güzelliğini kutladığı ‘Yirmialtıların Baladı’nı Sovyet halklarına armağan eder. Yesenin’in peşinden giden insan sevgisine dayalı bir hümanizma hep vardı. Bu insana dair bir şeydir ve komünizmin en değerli sermayesi insandır. Yesenin hiçbir zaman Ekim Devrimine karşı olmadı. Ama o doğanın çocuğuydu, yeniden kurulan kentlerin beton duvarları arasında zaman zaman kendisini nefessiz hissettiği oldu, hepsi bu kadar. Amerikalı dansçı İsadora Duncan’a aşık oldu. Onun peşinden Amerika’ya gitti. Orda gördüklerini: “Bizim birazcık donuk göçebeliğimiz hoşuma gidiyor. Amerika’yı sevmiyorum. Burada (ABD) yalnızca sanatın değil, genel olarak insanlığın tüm iyi atılımlarının yittiğinin kötü kokusu geliyor. Eğer bugün Amerika’nın yönü tutulacak olsa, ben bizim gri göğümüzü yeğlemeye hazırım.” diye not düşer. Büyük Yürüyüşün Türküsü, Anna Snegina, Sılaya Dönüş, Sovyet Rusya gibi büyük ve etkileyici şiirler yazan Yesenin, daha büyük eserler vereceği bir zamanda 28 Aralık 1925’te Leningrad’daki İngiltere Otelinde intihar eder. İntiharı üzerine Mayakovski, Yesenin’in kaybından dolayı hissettiği derin üzüntüyü anlatan, balad şiiri kaleme alır.

Not:Sanat ve Hayat Dergisi Ekim sayısında yayınlanmıştır...

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..