Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '08

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Ekonomik kriz anıları

Ekonomik kriz anıları
 

EU countries may use economic crisis to ditch climate change commitments


Gündem küresel kriz olunca, gündeme uygun bir anımı bugün anlatmak istiyorum. Bazı iktisatçılar Türkiye’nin kriz’ler tarihini; 2 nci Dünya savaşı sonrasında, çok partili dönem, planlı dönem ve 80 sonrası liberal ekonomi dönemi olarak üç safhaya ayırırlar,

Ben 80 dönemi de dâhil olmak üzere 94 Nisan ve 2001 Şubat krizlerini iyi bilen birisi, son iki krizde ise, önemli sıkıntılar yaşamış bir kimseyim.

87 yılında evlendiğimde, memleketimizden uzak bir ilde, eşimle birlikte aylık kirası, aldığımız memur maaşına eşit olan evimizin, tüm ihtiyaçlarını bir anda temin etmek gibi bir gelir düzeyine sahip değildik. Tüm ihtiyaçlarımızı bir anda satın alabilecek, birikmiş bir paramız da yoktu. Bu şartlar altında, birkaç hafta, belki de bir ay kadar bir süre buzdolabımız olmadan idare ettik.

Buzdolabı alamayınca, gıda maddelerimizi günlük satın alıyorduk, soğuk kış günlerinin mevsimsel avantajını da lehimize kullanarak Aralık ve Ocak aylarında bu talebimizi ertelemiştik, eşimin yaptığı yemekleri aynı gün tüketemezsek, yüksek ateşte kaynatıp balkona koyuyorduk. Gece karasal ikliminş eksiye düşürdüğü hava sıcaklıkları dolaba olan ihtiyacımızın şiddetini azaltmıştı, yemeklerimizin yanı sıra, et- tereyağı gibi besinlerimiziş ayrıca, dolaba konulması gereken her ne varsa, balkonda muhafaza edebiliyorduk.

Tabi ki, 80’li yılları bugünle kıyaslayamayız. Anılan yıllarda, ülkemizde, eksik rekabet piyasasının şartları hüküm sürüyor, bu piyasa türünde ve bu türün de tekelci piyasası modeli ekonomiye hâkimdi, bu modelin özelliğine göre; bir firma fiyatı belirliyor, diğer birkaç firmada, bu firmanın güttüğü piyasa ve fiyat politikası ekseninde hareket ediyordu.

Arzın yetersiz, talebin fazla olduğu, ekonomik gelir seviyesi ile kişi başına düşen milli gelirin oldukça düşük seyrettiği o dönemin şartlarında, 12 Eylül Darbesinin işçi haklarına getirdiği örtülü yasaklar, kronik enflasyon, bozulan gelir dengesi, üretimsizlik vatandaşın belini büktüğü yıllar olarak kabul edilmesi gerektiği sonradan anlaşılacaktır.

Düşük gelirimiz nedeniyle bugün oldukça önemsenen, markaya sadakati bilmiyorduk, fiyat ve sunulan seçenekleri başka ikame ürün veya alternatifi olmadığından kabul etmek durumunda kalıyorduk, birkaç paket margarin yağını kuyruklarda zorluklarla temin edip evimize getirdiğimiz şartlardan hallice, iyi durumdaydık...

Devalüasyon ve yüksek seyreden enflasyon dönemlerinde, alım gücü daha da düştüğünden, orta direk olarak tanımlanan vatandaşımızın genel gelir seviyesi bir anlamda Türkiye halkının azamisinin ortalama gelir seviyesi olarak görülmüştür.

Enflasyon beklen­tileri enflasyonun devamlılığı ve yükselmesinde son derece önemli bir faktör olmuştur.

Fiyat be­lirleme tekelini elinde tutan şirketler, enflasyonun ge­lecekteki seyrine ilişkin beklentilerine dayanarak bugünkü kararlarında bu beklentilerini he­saba katarak fiyatlarını istedikleri gibi koyabiliyorlardı.

Bugün gelinen noktaya baktığımızda, krizi bir fırsat dönemi olarak görüp, kapitalist sistemi bu dönemin ruhuna uygun şekillendirmek isteyen firmaların sayısı hala azımsanmayacak ölçüdedir.

Evlendikten bir ay sonra, Türkiye orijinli bir firmanın, fiyat-seçenek avantajlarını cazip bularak, biraz da bayiinin ikna ve cesaretlendirmesi sonucu bugün oldukça büyük ve geniş buzdolaplarına göre oldukça küçük, mütevazi bir şirinlikte gördüğümüz bu dolabımızı çok sevmiştik.

Bu dolabı bir motor değiştirme ve birkaç bakım-tamirat ve servis ücreti ödeyerekyaklaşık 13 yıl kullandık.

Yılların ardından, gerek gelişen teknolojiler, gerekse ihtiyaçlarımıza artık cevap veremez oluşu nedeniyledir ki, söz konusu buzdolabımızı emekliye ayırdık, bitmedi, üniversite okuyan bir yeğenimize verdik, bir iki sene daha kullanıldı, şimdi ise apartmanımızın fitness salonunda maden sularımızı soğutma görevini başarı ile sürdürüyor.

Ben ve eşim 13 ncü yılın sonunda, evimizden uğurlamaya hazırlık yaptığımız dolabımızın veda zamanı, Şubat 2001 krizine takaddüm eden günlere rast gelir. Hikâyemizin konusunu oluşturan dönem; Bugünümüze göre, ailece kıt-kanaat geçinmek te denemeyecek kadar bıraz sıkıntılı, keyifsiz, zamanları da içinde barındıran bir dönemi kapsar.

Hikâye konusu, kriz günlerinde müşteri talebinin önemsenmesi ve ihtiyaç sahiplerinin memnüniyetine olumlu yaklaşmak ve kapı aralamak veya bir nebze tercüman olmak işletme sahiplerine düşen bir sorumluluk olarak görülmelidir.

Devalüasyon sonucu, cebimizdeki paranın değeri yarıya düşmüştür, satın alacağımız ürünün fiyatı da iki katına çıkmıştır, hatırlamakta yarar var, Şubat 2001 krizinde devalüasyon oranı % 40’ı aşmıştır.

Anılan günlerde, aylar boyu temin ettiğimiz buzdolabı kataloglarında yazılı her hususu ailece inceledik. Beğendiğimiz ebat ve modeldeki talebimiz, bütçemiz ve arzedilen fiyatla uyuşmuyor, bu vatandaş psikolojisi eşim ve bana oldukça sıkıntılı anlar yaşatmıştı.

No-frost, de-frost özelliğinden, en az enerji tüketme özelliğine, çevreye uyumlu soğutucu gazından, kompresörüne, kondensörüne kadar daha birçok teknik yönlerini öğrenmek için harcadığımız emek ve zamanı düşündükçe ‘hayatı ne kadar zor ve meşakkatli hale soktuğumuzdan ötürü bazen kendi kendime suçluluk duygusuna kapılıveriyorum.

Tüketicilerin duygularını sömürmeye yönelik promosyonları asla hazmedemedim... Bir firma buzdolabı alana, yanında daha düşük bir fiyatla bulaşık makinesi verirken, bir diğeri bilgisayar, bir diğeri televizyonu kampanyaya dahil ediyor, kampanyada oldukça katı kuralcılık hakim değilse ne ala, eğer emir böyle dendiyse promosyon sizi hayal kırıklığına da uğratabilmektedir.

Eğer aldığınız ilave eşya sizin zaruri ihtiyacınızı karşılamıyorsa yani tolerans da gösterilmiyorsa hayıflanıp mağazayı terk etme durumları da yaşanabilmektedir.

Oysa promosyon neden yapılır? Markaya bağlı eski müşteriye ulaşmak, yeni müşteriler celbetmek, mevcut olan müşteriyi korumak, sadakati arttırmak vb.daha birçok husus var. Ancak, müşteriye ihtiyacı duymadığı eşyayı da veremezsiniz, bunun aksini düşünmek, müşterinin firmaya olan güven duygusunu yitirmesine de neden olabilir.

Manipüle edilmeye müsait ve krize açık bizim gibi ülkelerde, krizin beklenmeyen etkilerine karşı önlem paketleri ile yeni projeler geliştirilemiyor, bunun yerine; incitici, aşağılayıcı komik kampanya ve promosyonlar ile ucuz kurnazlıklar, pazarlamanın promosyon ve tutundurma çabası zannediliyordu.

Bugün ise, kriz dönemlerinde müşteri talebinin belirlenmesinin, daralan gelir ortamına uygun yeni iş modelleri, yeni projeler üreterek, farklılaşarak öne çıkmanın, Krize karşı dik duruş sergilemenin önce firmaların görevi olduğu kabul edilmektedir.

Firmanın, büyük emekler sonucu bir yere getirdiği ve oldukça güvendiği markasına karşı oluşan imajın korunması ve krizden kaynaklanan dirence karşı koyacak yeni ürünler piyasaya sürmesi önerilmektedir.

Diğer yandan, kriz dönemlerinde, müşteriye, her zamankinden daha çok ilgi ve alaka göstererek gönül kazanma, firmaların ortak hareket etmesi gibi gibi krizde ayakta kalma formülleri de önerilmektedir.

Kaldı ki, kriz dönemlerini yönetecek bilgi düzeyinin, eskiden, bu gün ki kadar gelişmediğini de söyleyebiliriz. Hatta‘müşteri ne ister’ şeklinde bir nabız yoklaması ve empati’de kurulamadığını da söylersek belki de abartı yapmış sayılmayız.

Geçmişe şöyle bir baktığımda, yüksek enflasyon ve kriz dönemlerine rastlayan her iki buzdolabı hikâyemin trajik ve dramatik yönleri bulunduğunu belirtiyor, diğer yandan, hafızamda yer eden, unutmayacağım ancak, geçmişte küçük mutluluklar yaşatmış olan kriz dönemi anılarının oluşturduğu duygular, güzel birer hatıra olarak kalacağını da ayrıca belirtmek isterim.

 
Toplam blog
: 135
: 1323
Kayıt tarihi
: 29.09.07
 
 

Ali Emir KARAALİ, Rize Doğumlu, 1978 Rize Lisesi Mezunu, (1988)T.C. Anodolu Üniversitesi   'İşlet..